Bir süredir gazetemizin köşesinden Bursa’da yaşanan son yağma adımlarına yönelik yazılarımla dikkat çekmeye çabalıyorum. Aslında tüm kentler ve doğal alanlar benzer yağmalara maruz kalıyor. Ancak bir Bursalı olarak gelişmeleri yakından takip ediyor olmak ve atılan adımların arka planlarını çok net görebiliyor olmam nedeniyle, bugün de Bursa’nın o güzelim dağına yani Uludağ’a dair yazacağım. İçimde özlemini […]
Bir süredir gazetemizin köşesinden Bursa’da yaşanan son yağma adımlarına yönelik yazılarımla dikkat çekmeye çabalıyorum. Aslında tüm kentler ve doğal alanlar benzer yağmalara maruz kalıyor. Ancak bir Bursalı olarak gelişmeleri yakından takip ediyor olmak ve atılan adımların arka planlarını çok net görebiliyor olmam nedeniyle, bugün de Bursa’nın o güzelim dağına yani Uludağ’a dair yazacağım. İçimde özlemini beslediğim o güzelim dağın yok edilme eşiğinde olduğunu bilmek çok ağrıma gidiyor. Uludağ’ı var eden sularını “ekonomiye kazandırmak”tan söz eden biri tarafından Bursa’nın yönetilmesi ve tüm karar vericilerin sermayenin çıkarlarına bağlanması dayanılacak gibi değil.
Uludağ hayattır sözünü laf olsun diye seçmedim. Uludağ sularıyla, ormanlarıyla ve içinde yaşayan ayısı, kurdu, kuşuyla bir yaşam alanı. Uludağ aynı zamanda geçmiş yıllarda yoksulların yakacak odununu yıkılan ağaçlardan karşıladığı, aynı zamanda Uludağ bağrından doğan ve içimine doyulmaz o güzelim pınarlarıyla kendini var etmiş bir dağdır. Dünyanın en verimli tarım arazileri içinde, bir zamanlar ilk 10’u içinde yer alan ve bugün yağmacılar tarafından yağmalanmış Bursa Ovası, Uludağ’ın suyu ve suyla taşıdığı alüvyonlarıyla varolurken, bu oluşum yüz binlerce yılda kendini var etti. Yüz binlerce yılda oluşan ova, maalesef 50 yılda neredeyse tamamen yok edilmiş durumda. Son yıllarda ovayı o verimli ovayı yaratan Uludağ’a sıra gelmiş durumda. Ovayı yok eden aynı eller şimdi Uludağ’ı yok etme peşinde.
Lütfen şöyle düşünmeyin. Birileri oturuyor ve ovayı, suları, Uludağ’ı yok edelim diye plan yapmıyor. Yok edişin sırrı, “suları ekonomiye kazandıralım” anlayışında yatıyor. Hangi ekonomi diye soracak olursanız, açlık sınırı altında asgari ücreti işçiye reva gören ve kendileri yüzde bilmem kaç büyürken, halkın yoksulluk içinde çırpınışını izleyen sermayenin ekonomisi. Evet onlar işçi emeğini sömüren, halkları yoksulluğa mahkûm eden, doğaya hammadde gözüyle bakanların ekonomisi. Böyle bir ekonomik düzen içinde her türden değerin “kazanmak” yani ceplerini doldurmaktan ibaret olan bir ekonomiden söz ediyoruz. Belediye Başkanı da bundan söz ediyor. Bu ekonomik sistem içinde ne emeğin ne de doğanın hiçbir değeri yok. Yani onlara bir değer biçmiyorlar, sömürü düzenlerini sürdürmek için emekçiye ölmeyeceği kadar bir bedel üzerinden ücret değerlendirmesi yaparlarken, doğaya da hammadde bağlamında bir değer biçiyorlar. Bu biçilen değerlerin toplamı da sermayenin çıkarına hizmet ediyor.
Sermaye dünyasının her yıl bir araya geldiği ve yeni sömürü alanları için cehenneme giden yolun taşlarını döşedikleri Davos Ekonomi Zirvesi’nin 2009 yılında yapılan toplantısında, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan ile İsrail Devlet Başkanı arasında “One Minute” sözlerinin hafızalarımıza kazındığı bir tartışma yaşanmıştı. Erdoğan toplantı sonrası Davos’a küserek ‘bir daha Davos a gelmem’ deyip, Türkiye’ye dönen ve döndüğünde ise kendi Davos’umuzu yaratalım diyerek, Uludağ’ı işaretlemişti. Evet o gün bugün Uludağ’ı Davos yapma hayali sürerken, Uludağ gittikçe betona boğuldu. Şimdi kendisini barajlar kralı ilan eden ve çevre düşmanı olarak anılan Veysel Eroğlu’nun da katılacağı Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile yağmacıları bir araya getiren “Dört Mevsim Uludağ” çalıştayını Uludağ’da yapacaklar.
Düzenleyecekleri çalıştaya Bakan ve yardımcıları dışında Vali, Belediye Başkanları, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO), Uludağ Üniversitesi, Doğa Koruma ve Milli Parklar, Türkiye Otelciler Federasyonu, Turizm Yatırımcıları Derneği, Akfen Holding ve birçok şirket temsilcisi katılacak. Uludağ’ın girişine sanki otoyol girişiymiş gibi koydukları HGS’lerin açılışını da yaparak, halkı soymanın adımını da atacaklar ve Kirazlıyayla’da BTSO tarafından yaptırılacak Hayat Boyu Eğitim Merkezi restorasyonu ve Uludağ Milli Parkı tesislerinin temel atma törenini gerçekleştirecekler.
Açıklanan çalıştay programı yağmanın açık göstergesini oluşturuyor. Uludağ Yönetim Modelinin Belirlenmesi, Uludağ’ın Marka Değerinin Artırılması ve Pazarlama Stratejisi, Uludağ Turizm Çeşitliliğinin Artırılması, Turizm Tesisleri ve İşletmelerin Geliştirilmesi, Uludağ Altyapı Hizmetlerinin Güçlendirilmesi, Uludağ Milli Parkı’nın Sürdürülebilir Kullanım Stratejileri, Uludağ Milli Parkı’nda Spor Aktivite Alanlarının Geliştirilmesi. Yönetim modeli belirlenmesi ise Uludağ’ın dört mevsim kullanılması için Orman ve Su İşleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı (Valilik, Kaymakamlık, jandarma ve polis), Büyükşehir Belediyesi, Osmangazi Belediye Başkanlığı ve Turizm Tesisi işletmelerinin karar alabilmelerine yönelik bir çalıştay gerçekleştirecekler.
Fazla söze gerek var mı? Geçmişi, her şeyi bir yana bırakın ve çalıştay programına bakın, gizledikleri sakladıkları bir şey yok. Çalıştayda alınacak kararlar ve atılacak adımlarla Bursa halkının, ormanların, kurdun, kuşun, ayının hiçbir ilgisi yok. Bütün hesap bir avuç sermaye kesimine nasıl sömürü alanı yaratırız, bu sömürü alanından faydalanacak başta Arap zenginleri olmak üzere, parası olanlara burayı nasıl tanıtırız, yeni tesisleri kuracak sermaye kesimlerini buraya nasıl çekeriz ve ortaya çıkacak olan rantı nasıl paylaşırız dışında, çalıştayın herhangi bir amacı olmadığı net görülebiliyor. Bursa’da kurucularından biri olduğum Doğa-Der adlı derneğin 2006’da yapılan ilk kuruluş etkinliğinin başlığı “Uludağ milli park olarak kalsın” idi. Evet Bursa’da yaşayan arkadaşlar boş durmayalım ve bu başlığın tüm Bursa tarafından bir slogan olarak kullanılmasını sağlayıp, bu yağmacıları durdurmaya çabalayalım. Yoksa ne Uludağ kalacak ne de!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.