Diyanet İşleri Başkanlığı’nı ‘Kadın Hükmünde Kararname’ ile kapatan Halkevci Kadınlar, Kadın Hükmünde Kararname’yi ve 2018’de kadın hareketini nelerini beklediğini Sendika.Org’a anlattı
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde kız çocuklarının 9, erkek çocuklarının ise 12 yaşında evlenebileceğinin yazması önce sosyal medyada sonra da sokakta büyük bir tepkiye neden oldu. Bu tepkilerin ilki ise Ankara’dan, “Kadın Hükmünde Kararname” ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önüne giderek Diyanet’i kapatan ve Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden alan Halkevci Kadınlar’dan geldi. Yaptıkları eylemin ardından gözaltına alınan Halkevci Kadınlar ertesi gün “Diyanet kapatılsın” sloganlarıyla yine sokaktaydı. Sakarya Caddesi’nde yapılan bu eyleme de polis saldırmış ve birçok kişi gözaltına alınmıştı.
Biz de Kadın Hükmünde Kararname ile Diyanet’i kapatan Halkevci Kadınlar’dan Nebiye Merttürk, Buse Üçer, Betül Öztürk ve Dilara Doğanbaş’a mikrofonu uzattık. Kadın Hükmünde Kararname’nin ne olduğundan, Kadın Hükmünde Kararname ile yönetilseydi Türkiye’nin nasıl bir yer olabileceğini, 2018’de kadın hareketini – ve Diyanet’i nelerin beklediğini – sorduk. Yanıtları ise net: “2018’de Diyanet’in işi zor”, “Erkeklikten alacaklıyız”
DİYANET’İN ÖNÜNDE EYLEM YAPAN 6 KADIN GÖZALTINA ALINDI: “İSTİSMARCI DİYANET KAPATILSIN!”
Geçtiğimiz günlerde Kadın Hükmünde Kararname’yle Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatmaya gittiniz. Kadınlar neden Diyanet’i kapattı, Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden aldı?
Nebiye Merttürk: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde bulunan sözlükte nikaha dair birtakım açıklamalar vardı. Bu açıklamalarda içerisinde bulûğ çağına erişen çocukların evlilik yapabileceklerini, bunun için yaş sınırının kız çocuklarında 9, erkek çocuklarında 12 yaş olduğu ifade ediliyordu. Yani “9 yaşında anne, 12 yaşında da baba olabilirsiniz” diyordu Diyanet. Bunu duyunca ilk tepki sosyal medyadan yükselmeye başladı. Çığ gibi büyüyerek devam eden tepkiyle kadınlar bu tepkiyi bir eyleme dökme niyetiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kapısına dayanmış oldu.
Dilara Doğanbaş: 2 Ocak akşamı sosyal medyadan Diyanet’e karşı yükselen tepkileri takip ediyordum. Bir şey yapmak gerek diye düşünüyordum ama saat epey geçtiği için ne yapabileceğimizden emin olamadım. Ama bu gerici karanlık karşısında kadınlarla o kadar çok ortak duygu yaşıyoruz ki, bir arkadaş akşamın geç saatlerinde aradı. Daha konuşmadan Diyanet’e gideceğimizi anlamıştım, sonuçta ortak duygu! Sosyal medyadan yükselen tepkiyi ileriye taşımak gerekti ve artık bekleyecek hiç vaktimiz yoktu. Hayatlarımızı dini referanslarla kuşatarak bizi köleliğe mahkum etmeye çalışan hangi kurum, her kim varsa ortadan kalkması gerek. Diyanet’in önüne de bu düşüncelerle, “Artık yeter” diyerek gittim.
Betül Öztürk: Erken yaşta evlilik istismardır, istismarı meşrulaştıran, aklayan Diyanet’te istismarcıdır. İstismarcı diyanetin kapatılması kız ve erkek tüm çocuklar ve kadınlar için şart dedik ve çok meşruydu, gittik kapattık. Yaşamın her alnında her gün istismara , taciz, tecavüze uğrayan kadın ve çocukların savunmasız olmadıklarını göstermek için özellikle gecenin bir yarısı özellikle kadın başımıza diyanet önündeydik. Erken yaşta evliliklerin önünü açan 4+4+4 düzenlemesi, çocukları her türlü istismara açık hale getiren, kadınların kazanılmış haklarını gasp eden müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasa, gerici tarikat ve cemaatlerle imzalanan protokoller, gerici müfredat, tüm yaşamımızı dini kurallara göre düzenlemeye çalışan fetvalar… Diyanet işleri başkanlığının bu kötülüklerin her birinde önemli rolleri var. Hiç bir şey onlar için kolay olamayacak kadın iradesi gerici her uygulamanın karşısına dikilerek dinci gericilikle, fetvalarla yönetemeyeceklerini gösterecek, izin vermeyeceğimizi bilecekler.
Nebiye: Diyanet’in kapısına dayanmamızdaki amaç da şuydu: Daha önce defalarca aynı biçimde açıklamalar yapmıştı Diyanet ve şimdiye kadar hiçbir yaptırım uygulanmamıştı. Daha önce yine kadınlar itiraz etmişti. Mesela “Öz baba kızına şehvet duyabilir” gibi bir açıklaması olmuştu…
O açıklamayı da kaldırmıştı sonradan…
Nebiye: Tepkiler sonucunda kaldırdı, evet. Böyle açıklamalar yapmaya da devam ediyordu, buna bir tepki koymak istedik, bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önüne gidip doğrudan muhatabına sözümüzü söylemek istedik. Bir gece yarısı gittik. Bunun da bir anlamı vardı. Yaratmak istedikleri “makbul kadın” gece sokağa çıkmayan, evinde oturan, işini yapan vesaire; böyle bir kadın modeli çizmek istiyorlardı. Geceyi tercih etmemizin bir sebebi de buydu. “Gece kapınıza dayanabiliriz, her an kadınlar ensenizde, bunu bilin” mesajı verebilmekti.
“Kadın Hükmünde Kararname” dedik adına. Çünkü malum uzunca bir süredir ülke OHAL ve KHK’lerle yönetilmeye çalışılıyor. KHK ile pek çok kurumda başkanlar, yöneticiler, kadın yöneticiler de dahil olmak üzere görevinden alınabiliyor bir anda; öğretmenler görevinden edilebiliyor. Ama bunca skandal açıklamaya rağmen Diyanet’e yönelik herhangi bir işlem yapılmıyor. Dolayısıyla biz de dedik ki kadınların hükmünde zaten Diyanet gibi bir kurum zaten kadın düşmanı ve çocuk düşmanıdır, bundan sonra Diyanet İşleri Başkanı görev yapamaz, bu kurum da kapatılmalıdır, diye düşünerek Kadın Hükmünde Kararname ile kapılarına dayandık. Bir gece ansızın çıkan Kadın Hükmünde Kararname ile Diyanet kapatılmıştır, demiş olduk. Çünkü bizim hükmümüzde, kamu kaynaklarını da kullanarak bu kadar kadın düşmanı ve çocuk düşmanlığı yapan bir kurumun iş yapması mümkün değildir, çünkü kamu yararına değildir, tam tersine kamunun zararına bir kurumdur. Zaten istifa etmesi gerekirken yüzsüzce çıkıp dolaşabiliyorsa etrafta o zaman biz de onu görevden alabiliriz diyerek, Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden aldık.
“Kadın Hükmünde Kararname ile yönetilseydi Türkiye daha yaşanılabilir olurdu”
Şöyle bir soru soralım o zaman: Türkiye, “Kadın Hükmünde Kararname”lerle yönetilseydi nasıl bir yer olurdu?
Nebiye: Kadın Hükmünde Kararname’yle yönetilseydi kadınla erkeğin eşit olduğu bir ülke olurdu, en başta. Kadınların bütün söz-yetki-karar mekanizmalarına dahil olduğu, kendi bedenleri ve hayatları hakkında söz hakkı ve bunu uygulama hakkının olduğu bir ülke olabilirdi. O zaman emin olalım ki erkekler için de daha rahat yaşanılabilir bir dünya, çocuklar için de daha rahat yaşanabilir bir dünya ve Türkiye bizi bekliyor olurdu. Çünkü muhakkak ki hem kendi hayatlarına karar verdiklerinde daha güzel bir Türkiye bizi beklerdi. Hem de hiçbir kadının, hiçbir çocuğun hayatını tehlike altına atmayan, hiçbirisinin tehdit altında olmadığı, güvenle yaşayabileceği bir Türkiye olabilirdi.
Dilara: Kadına yönelik şiddetin her yıl bir öncekine göre arttığı, çocuklara yönelik istismarın Ensar Vakfı’nın ardından patlama yaptığı, kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz davalarında cezasızlığın sürdüğü, kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin “din için” yaptığını söylediği bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede derhal, kadın özgürlüğünü ve eşitliğini esas alan yasaların, ilkelerin hayata geçirilmesi gerek. Nasıl ki KHK’ler, ülkenin birtakım “düşmanlara” karşı acil korunması bahanesiyle çıkarılıyorsa; Kadın Hükmünde Kararname’lerin de öyle aciliyeti var. Toplumun çürümüş yanlarının her gün önümüze döküldüğü bu toplumun bir an önce insanca yaşanır bir toplum haline gelmesi için, özellikle kadın olarak sadece yaşayabilmek için bile buna ihtiyacımız var.
Betül: Kadın hükmünde kararname erkek egemenliğinin, gericiliğin, kadın düşmanlığının karşısında itaatsizliğin ve kadın iradesinin en somut ifadesi. İçerisinde kadınlar, çocuklar, herkes için eşitlik, özgürlük, laiklik var. Çocuklar için çocuklarla birlikte yaşanabilir bir ülke, kadınlar için eşitliğin ve özgürlüğün mümkün olduğu, yeşilin yeşil, derelerin özgür aktığı bir ülke olurdu.
Buse Üçer: Belki de Kadın Hükmünde Kararname’lerle yönetilseydi bu ülke daha laik bir ülke olabilirdi. Çünkü bu ülkeye biraz feminist laiklik gerekiyor. Buna inanıyorum. Kadın Hükmünde Kararname ile laiklik herkes için özgürlük anlamına gelirdi. Nebiye’nin de söylediği gibi eşitliği de getirecek bir şey olacaktı. Görmüş oluyoruz ki çok kritik bir dönemdeyiz. Bundan bir yıl önce Reina Katliamı olmuştu. Reina Katliamı’nda da dinci-gerici saldırı nedeniyle pek çok insan ölmüştü. Tam bir yıl sonra görüyoruz ki yine laikliğe ihtiyacımız var. Bu bağlantıyı kurabilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ve bu bağlantıyı kadınlar çok daha rahat kurabilir, çünkü hayatımızda sürekli ve doğrudan müdahale eden bu gerici baskıyı hissediyoruz, hayatımızın sürekli içerisinde. Bu yüzden de en hızlı müdahale edenler de yine kadınlar oluyor. “Gecenin bir yarısı” biz çıkıyoruz sokağa. Direnişin kadınlaşmasının nedeni bu. En önde o yüzden kadınlar var ve kadınlar bu nedenle cesareti bu dönem daha fazla gösteriyor. Direnişin de kadınlaştığına dikkat çekmek gerekiyor. Kız ve erkek çocuklarının “bulûğ çağı” denilerek erken yaşta evlendirilebileceğini söylemesi Diyanet’in ve buna karşı kadınların ilk tepkiyi vermesi direnişin kadınlaştığının göstergesidir.
Direnişin kadınlaşmasını biraz açabilir miyiz?
Buse: Aslında bir süredir olan bir şey bu. Bunu HES direnişlerinde de “Devlet kimdir?” diyen bir kadınla gördük. Doğada en çok emek veren kadınlar. Çay toplayan kadınlar, tütün işçisi kadınlar var… Daha önce barınma hakkı mücadelesinde kadınlar evlerini yıktırmamak için en öndeydiler. Kadınlar bu tür direnişlerde hep en öndeler. Çünkü kadınlar, bu dünyanın, bu hayatın sahipleri olduklarını biliyorlar, hayatlarına sahip çıkmak için direnişin hep en önündeler ve bu konuda cesaret sahibiler. AKP hükümeti döneminde de hep cesaret sahibi oldular. Direnişin kadınlaşmasının nedeni belki de bu baskılar ne kadar çok artarsa artsın, bu gericileşme ne kadar artarsa artsın kadınların geri çekilmemesi. Hiçbir zaman bu cesaretlerini kaybetmediler. Baskıyla beraber, baskının karşısında daha da cesaretlendiler. Çünkü ellerinde, kaybedecekleri bir hayat var ve bunu bir şekilde korumak zorundalar. Bu nedenle de direniş kadınlaşmaya başladı ve bu iyi bir şey, güzel bir şey. O yüzden cesaretimizi seviyorum.
Nebiye: Benim aklıma şu geldi mesela: Diyanet’in böyle bir açıklama yapması hangi döneme denk geliyor? Hangi şartlar altında? Hangi zamanın Türkiyesi’nde bu açıklamayı yapıyor? Biraz oraya bakmak gerekiyor. Şöyle bir gözden geçirelim…
Ensar Vakfı’nda 45 çocuk tecavüze uğradı ve “Hepimiz Ensar’ız” diyerek ortaya indiler, “Bir kereden bir şey olmaz” denildi. Aladağ’da bir tarikat yurdunda kız çocukları diri diri yandı, katledildi. Sonrasında Ensar’ın ardından ismini sayamayacağım kadar çok tarikat yurtlarında cinsel istismar meseleleri devam etti. Hepsi de Ensar’dan sonra da açığa çıkmaya başladı. Bir şekliyle, kendi kitlelerini bir arada tutabilmek ve onları savunabilmek adına bunu meşru gösterme çabalarına giriştiler. Hükümet adına Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı “Bir kereden bir şey olmaz” dedi. Bütün bunlar yetmedi toplumun öfkesini dindirmeye yetmedi. Çok meşru ellerinde bir araç var, halen daha tüm toplumu yönetebilmek için kullandıkları bir araç: Din. Her şeyi din kılıfına uydurarak, tüm toplumu dini referanslarla yönetebileceklerini düşünüyorlar. Bence bu açıklamaların doğrudan bu meselelerle alakası var. Çünkü daha önce “Öz baba kızına şehvet duyabilir” demesinin sebebi zaten böyle vakaların birer birer ortaya çıkıyor olması. Şimdiye kadar duyduklarımızın hep tarikatlarda, gerici örgütlerle bağı olan ya da buralarda ortaya çıkan meseleler olmasından dolayı bunu savunması gerekiyor.
“9 yaşında kız çocuğuyla evlenebilirsiniz, anne olabilir” diye açıklama yapmasının sebebi de çok kısa bir süre önce müftülük nikahı ortaya atmış olmaları. Resmi nikah yerine geçeceği söyleniyor, ancak nasıl olacağı daha kimsenin kafasında net değil. Dediler ki resmi nikahla aynı işlemler olacak. Kadınlar da şunu savunuyordu: Bu nikah çocuk yaşta evliliklerin önünü açacak. Onların savundukları argümanların karşısında kadınların durduğu noktalardan biri buydu. Diyanet, “9 yaşındaki çocuk anne olabilir” diyerek bunun meşru bir zeminini yaratmaya çalıştı. Ama tahmin etmediği bir biçimde tepki gördü. OHAL koşullarında, bütün baskı ve şiddet mekanizmalarının daha işler olduğu koşullarda dahi aslında daha önce hiç dile getirilememiş bir talep olan “Diyanet kapatılsın” talebiyle Diyanet’in karşısına çıkıldı. Önce kadınlar, daha sonra tüm toplum. “Diyanet kapatılsın” en ileri, radikal, laik taleplerden biri olarak ortaya çıkmış oldu.
Yani toplum bunu daha önce düşünüyordu fakat bu talep bu olayla ortaya çıktı diyorsun…
Nebiye: Bence içinden geçirenler vardır ama bu kadar yüksek sesle dillendirmek için çok cesaret bulamamış olabilir. Artık son nokta olur ya her şey için… “9 yaşında çocuk anne olabilir” dediğinizde bu toplum buna izin vermez, bunu göstermiş oldu. Bunu söyleyen bir kurumu kabul etmiyoruz ve kapatılmasını istiyoruz, dedi toplum. Dolayısıyla dini referanslarla bile olsa yönetemedikleri bir topluma dönüşmüş durumda Türkiye. Yönetemiyorlar. Yaptığı açıklamayı iki gün sonra geri çekmek zorunda kalıyor. Mesela o gün Diyanet önüne gittiğimizde taleplerimizden biri şuydu: Madem öyle bir şey yok, diyor Diyanet çıkacak ve diyecek ki “9 yaşındaki çocuk anne, 12 yaşında çocuk baba olamaz” diyecek. Ve çıkıp bunu söylemek zorunda kaldılar. Kazanımlardan biri buydu belki de.
Dini Kavramlar Sözlüğü de internetten kalktı. Diyanet İşleri Başkanı da Cuma hutbesinde evlilik yaşıyla ilgili konuştu. Bir yandan da hem Diyanet önündeki, hem de Sakarya Caddesi’ndeki eylem sonrasında Ankara Müftlüğü’nün önünde birkaç boyunca polis bekledi. Kadınlardan korktukları için bunları yapıyorlar diyebilir miyiz?
Betül: Korkuyorlar tabi ki çünkü kadınlar bir kez daha geri adım attırdı. Ama yetmez diyaneti de kapattıracağız. Korkuyorlar çünkü kadınlar iktidarı yıkabilecek en güçlü dinamik. 15 yıl boyunca gerici, kadın düşmanı, çocuk düşmanı hangi politikayı hayata geçirmek istedilerse kadınlar engelledi, yavaşlattı, durdurdu. Teslim alamıyorlar. Kadın isyanı en büyük korkuları.
Dilara: Daha önce de bahsettiğim aslında, şuan yasal dayanağını oluşturma sürecinde olan Tek Adam rejiminin beslendiği şeylerden biri kadın düşmanlığı. Bu yüzden kadınların en ufak hareketi, bu rejimi derinden sarsıyor. Diktatörlüğün karşısındaki en önemli hareketlerden biri kadın hareketi. Bu durumda korkması gereken elbette onlar. Kadınlardan korkmasalar, çok yönlü bir saldırı yürütmezlerdi. Hem yasalarla, hem gerici kadın düşmanlığını toplumsal yaşamda alttan örgütleyerek saldırdıklarına göre, kadınların rejimi ortadan kaldıracak hareketin öndeki kuvvetlerinden olmasından korkuyorlar.
Nebiye: Evet, şimdiye kadar onca şey yaşandı hiçbirinde çıkıp bu şekilde açıklama yapmak zorunda kalmadılar. “Diyanet kapatılsın” diyen insanların karşısına hiçbir geçerli argüman koyulamadı, “Kapatılmasın çünkü…” diyemediler. Sadece “Bu bir spekülasyon” diyebildiler. Sonuç itibariyle bu toplum unutmuyor, daha öncesi var bu meselelerin. Kadınların kürtaj olmasına karıştılar, feminizmin ahlaksızlık olduğunu söylediler, gibi gibi…
Buse: Bir de orada şöyle bir şey var. Bir birikim var sonuçta. Birikimin sonucu olduğu için toplum, bunların spekülasyon olduğuna inanabilirdi belki ama o kadar çok rezillik yaşandı ki bir süre insanlar “Böyle bir şey demiş bunlar” diyor, spekülasyon olmadığını onlar da biliyor. O yüzden de hızlı bir şekilde tepki verdiler. Dolmuşluk var bu konuda.
Nebiye: Diyanet, Ensar’la birlikte ortaya çıkan çürümüşlüğün en son ve net ifadesi.
Buse: Aynen, kurumsallaşmış olduğu görüldü. Diyanet, Ensar’ın kurumsallaşmış hali.
Nebiye’nin de bahsetmiş olduğu gibi “Ensar kapatılsın” sloganlarının yerini “Diyanet kapatılsın” aldı. Ne anlama geliyor bu slogan?
Betül: Yaşadığımız süreçte, Diyanet İşleri Başkanlığı gericiliğin yayılması ve kurumsallaştırılması noktasında iktidarın elinde her gün yeniden işlevlendiriliyor. Ensar’ın istismarcılığını yaşamımızın her alanında meşrulaştırmanın ve aklamanın en etkili kurumlarından biri Diyanet. O yüzden “Diyanet kapatılsın” sloganı eşit yurttaşlık isteyen Aleviler için de, gerici eğitime hayır diyen bilimsel ve laik eğitim isteyen yurttaşlar için de, bu hayat bizim diyen kadınlar için de, çocuklar için de gerçek bir talep.
“En az 3 çocuk”tan başlayan, Tecavüzcüye Af Yasası’yla Müftülük Yasası’na kadar gelen bir süreçten geçiyoruz. Diyanet’in açıklamasıyla ilgili yapılan eylemlerde iki kere gözaltına alındınız. Birincisinde Diyanet’in önünde 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten alındınız, ertesi gün ise Sakarya Caddesi’nde yapılan eylemde Kabahatler Kanunu’ndan işlem yapıldı. Sizce sizin eyleminiz mi kabahat, Diyanet’in açıklaması mı?
Buse: Diyanet’in kendisi kabahat…
Nebiye: Diyanet’in kendisi kabahat gerçekten. (Gülüşmeler)
Dilara: Tek Adam rejiminin yıllardır nasıl bir yaşam yaratmaya çalıştığını görüyoruz: Kadının emeği, bedeni, kimliğiyle sömürüldüğü, sömürülmediği takdirde rejimin ayakta kalamayacağı, halkın üzerinde dinin egemenliğinin bulunduğu bir yaşam bu. Diyanet de, bu rejimin en önemli kurumlarından biri. Öyle olmasaydı, sosyal hizmetlere ayrılacak bütçeler, Diyanet’e aktarılıyor olmazdı. Bu durumda elbette ki kabahatli Diyanet’tir; toplumsal yaşamı laiklikten uzak, İslam dininin, Sünni mezhebine göre, kadın ve çocuk düşmanlığıyla düzenlemeye çalışan Diyanet’tir.
Nebiye: Diyanet’in bulunması kabahat çünkü kamu kaynaklarıyla ayakta duran bir kurum ve kamu kaynaklarının da nereye harcandığı çok belli değil. Sadece Diyanet İşleri eski başkanının 1 milyon TL’lik arabası olduğunu biliyoruz. Açığa çıkan tepkilerin çoğunda da “Bizim kaynaklarımızla bu kurum ayakta duruyor ve bize karşı düşmanlık üretiyor bu halka karşı. Hiçbir yararı yok, bu yüzden de kapatılsın” deniyor.
Aslında şöyle bir durum. Buse’nin az önce bahsettiği yerden alacak olursak laiklik niye şart ve yaşamsal aynı zamanda? Diyanet gibi bir kurumun kapatılması neden gerekli? Dilara belirtti işte şimdi, kamu kaynaklarıyla Sünni bir kesimin dini işleri için harcanan birtakım paralar var ve onun dışında geçtim laikliği, diğer dini inançları, inanışları bile kapsamayan belli bir kesimin inanışlarına göre düzeni sağlamaya çalışan bir kurum aslında. Laikliğe aykırı.
Bekir Bozdağ çıktı dedi ki “Allah’ın kanunlarıyla Diyanet iş yapar, kanunlara göre iş yapmaz”. Allah’ın kanunuyla yapıyorsa bir devlet kurumu olamaz. Devlet kurumunun kaynaklarıyla sürdürülemez o kurum. Madem ‘Allah’ın kanunları’ ile iş yapıyor o zaman insanların da cebinden alarak oluşturulan devletin kaynaklarıyla nasıl ayakta tutuyorsun?
Devletin kanunlarıyla vergi alınıyor ama ‘Allah’ın kanunları’yla iş yapıyorlar…
Nebiye: Evet. Açıktan da bunu ifade ediyorlar. Geçen gün de Diyanet İşleri Başkanlığı Sözcüsü kız çocukları 17, erkek çocukları 18 yaşında evlenebilir, diye bir açıklama yaptı. Şuna dikkat edelim: Kadınlar için evlilik yaşı yine yasal sınırın altında, yine resmi rakam değil. Bunu da ta Osmanlı ailelerine hukukuna dayandırdılar. Yine Medeni Kanun yok ortada. Medeni Kanun’la bir dertleri var bu insanlar ve asla onu ağızlarına almıyorlar çünkü yasalar önünde de olsa bir eşitliği savunuyor, kadınlar bir sürü hakkını kanunlar açısından güvenceye alıyor. Osmanlı hukukundan bahsederek kadınların evlenme yaşını yine 17 olarak açıklıyorlar. Geri adım attılar, diyoruz ama böyle bir geri adım bu, bunu da unutmayalım. Yasada 18 yaşının altındaki kadının çocuk olduğu, anneme olamayacağı zaten belirtiliyor ama onlar 17 yaş diyorlar. Bunu da biyolojik temellere dayandırdığını söylüyor. Bir yandan ‘Allah’ın kanunları’ndan bahsediyor, bir yandan da işine geldiğinde biyolojiyi, bilimi ‘Allah’ın kanunu’na uydurmaya çalışıyorlar.
OHAL dönemindeki sessizliği bozan kadın hareketi oldu. Hem 8 Mart, hem de 25 Kasım eylemleri olsun… Polisin baskı zincirini ilk kırabilen kadın hareketi oldu. Bir yanda da İran’da kadınların peçelerini çıkartıp polisin karşısında, direnişin gerçek bir öznesi olarak bulunduğu bir zamandan da geçiyoruz. Tıpkı Gezi Direnişi’nde olduğu gibi gerici sloganları törpüleyen ve ileri sloganlar kazandırabilen bir özelliği var. İran’da bu direnişi 2018’e girdiğimiz zaman görüyoruz. Kadın hareketini – ve dolayısıyla Diyanet’i – 2018’de neler bekliyor?
Nebiye: Diyanet’in işi zor. (Gülüşmeler) İran’dan örnek verdin ama aslında tüm dünyaya bakarak bunu görebiliriz. Bir yandan sağcılaşan, sağ iktidarların başa geldiği; bir yandan da bütün dünyada kadınların kendi hayatlarına ve bedenlerine dair, söz hakkı olduğunu zanneden iktidarlara meydan okuduğu bir durum söz konusu. Bu Polonya’da da böyle, Amerika’da da böyle. #MeToo diye bir hareket başladı ve bir dergide yılın eylemi seçildi. Feminizm 2017 yılının en çok aranan kelimelerinden biri. Bütün bunlar tesadüf değil. Bütün dünyada kadınlar hayatlarına sahip çıkıyorlar ve bir itirazı yükseltiyorlar aslında, verdiğimiz mücadele evrensel bir mücadele de aynı zamanda. Birbirimizden haberimiz olsun olmasın hiçbir kadın kendi hayatına müdahale etmek isteyenlere sessiz kalmıyor, tüm dünyada böyle.
Türkiye açısından da uzun süredir gelişmekte olan bir kadın hareketi var. Baskı, şiddet, OHAL, KHK ne olursa olsun sokağı bırakmayan bir hareket. Bunun biraz da şöyle bir anlamı var: Israrla eve kapatılmaya çalışılan, toplumsal hayattan dışlanmaya kadın ısrarla kamusal alanı zorluyor. Sokağa çıkmanın kadınlar açısından böyle de bir anlamı var. Kendine ait olanı bırakmıyor, ne evde, ne sokakta, ne işte. Türkiye’de kadın hareketi diktatörlükle mücadele ediyor ve en direngen öznelerinden biri. Çünkü bugün diktatörlük, erkeklik harcıyla yükseltilmeye çalışılıyor. Tayyip Erdoğan kendi diktatörlüğünü kurmaya çalışırken erkeklere, iktidardan ‘sus payı’ vermeye çalışıyor. Siz de bu iktidardan payınızı alın, diyor…
Buse: Küçük Tayyipçikler…
Nebiye: Evet küçük Tayyipçikler yaratıyor. Ben sizi asgari ücretle aç bırakabilirim ama siz de evde eşinizi dövebilirsiniz, diyor. İktidardan payını alan erkek, orayla mücadele etmek yerine evdeki kadını ya da hayatındaki kadını ezmeyi tercih edebiliyor. Böyle bir ilişki var diktatörlük ve erkeklik arasında. Kadınların vermiş olduğu mücadele böyle bir mücadele. O yüzden evdeki, hayatındaki erkeğe karşı verilen mücadele aslında bugün diktatörlüğe karşı verilen mücadeleye bağlanabiliyor. Çünkü şort giydiğimiz için tekme atılıyor, şiddete uğruyoruz. Dolayısıyla şort giyenlere saldıranlara sahip çıkan iktidarla kavgaya dönüşüyor bu. Böyle bir kavga kadınların mücadelesi. Emin olalım ki kadın hareketi şimdiye kadar pek çok kazanım elde etmiştir ve pek çok nokta da durdurmuştur iktidarın uygulamalarını. Bu böyle de devam edecektir ve böyle devam edeceği çok açıktır. En son mesela Müftülük Yasası’nda mücadele ettik iktidarla. Çok uzunca bir zamandır küçük de olsa bir yenilgi almış olduk ama hiçbir zaman vazgeçmedik. Müftülere nikah yetkisi verildiyse biz onu geçersiz kılacağız diyerek çıktık sokaklara. “Öldük, bittik” de demedik. Yenildik duygusu hiçbir zaman olmadı bizde. “Yenildik, bittik” değil “Nerede kalmıştık hadi devam ediyoruz”… Mücadele kadın hareketi açısından böyle bir noktada. 2018 bizim için mücadelenin ve direnişin yılı olacağı çok açık.
Buse: Reis’in arkasında nizami bir şekilde kurmak istedikleri bir düzen var. Bunu kurmak istedikleri yer de belki ailenin içerisi, Nebiye’nin de söylediği gibi. Bunu kıracak olan da kadınlar. Cesarete çok fazla değiniyorum belki ama kadınların cesareti beni her defasında şaşırtıyor çünkü her defasında daha fazlasıyla, daha da büyüyerek geliyoruz. Dünyada faşist rejimler büyüdükçe, sağcı rejimler arttıkça kadın hareketi de büyüyor ve evrensel bir hal alıyor. Bu nedenle 2018 yılı bence kadınların yılı olacak, diktatörlüğü yeneceğimiz bir yıl olsun.
Nebiye: 2018’de erkeklikten alacaklıyız.
Dilara: 2018 Türkiye halklarının diktatörü durdurmak için yürüteceği mücadele bakımından önemli bir yıl. Ama kadınlar için çok daha kritik bir yıl. Elimizde bulunan, kadın mücadelesiyle kazanılan birkaç yasanın bile gün geçtikçe elimizden alındığı bir süreçte, artık diktatörü durdurmak bizim için ölüm kalım savaşı gibi. Yaşamak için mücadeleden başka seçeneğimiz yok. “Hiçbir kadını öldürtmemek” üzerine kurulacak bir kadın savunmasına ihtiyacımız var. Bu mücadelenin en önemli ilkelerinden biri laiklik. İslamcı gericilik her gün hayatlarımıza mal oluyor. Yaşamak için laikliğe, yaşamak için Diyanet’in kapatılmasına, yaşamak için Tek Adam rejiminin ortadan kaldırılmasına ihtiyacımız var. Bu durumda Diyanet’i de neyin beklediğini anlayabilirsiniz…
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı peki?
Buse: Kadınlar savunmaya!
Betül: 2018 Diyanet için kapatılma, kadınlar için savunma yılı, isyan yılı olacak.
Nebiye: Dayanışmanın önemi bizim hayatımızda çok başka bir yeri olduğunu hayatımızdaki örneklerle anlamış olduk. Sosyal medyada bir tacizcinin bulunmasından mahkemede aldırdığımız karara kadar. Savunma kısmı önemli. Bütün bu gericilik karşısında tüm kadınları savunmaya çağırıyoruz elbette. O yüzden de yaşasın kadın dayanışması.
Sendika.Org/ Ankara
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.