Filozof Jean Salem, giderek çöken bir dönemde kendini iyimser olmak zorunda hissetmez; ama sürekli bir mutluluk inşa etmek için bize bazı yollar önerir
Filozof, Sorbonne’da profesör, “20.yüzyılda Marx” adlı seminerlerin sunucusu Jean Salem, “La Question” adlı kitabın yazarı olup, Cezayir savaşı sırasında hapse atılan Henri Alleg’in oğludur. Kendi deyimiyle, “küçük öykülerin çağına” gelen epiküryen filozof Salem, son yapıtında dünyanın hali, Avrupa’da solun yozlaşmasından söz ettiği gibi kendi entelektüel tutkularından söz eder. Son otuz yılda partisi olan Fransa Komünüst Partisi’nin gelişmelerini şiddetle eleştirir. Giderek çöken bir dönemde kendini iyimser olmak zorunda hissetmez Jean Salem. Ama sürekli bir mutluluk inşa etmek için bize bazı yollar önerir
Sorbonne Paris-Panthéon Üniversitesinde felsefe profesörü, filozof ve Marksist entelektüel, Jean Salem 14 Ocak’ta 65 yaşında yaşamını kaybetti. Çalışmaları atom felsefesi ve haz düşüncesi üzerinedir. Humanité Dimanche’la 13 Şubat 2015’de yaptığı röportajı yeniden sunuyoruz. [Humanité]
Bu yeni kitap için görüşme türünü seçtiniz. Neden?
J.S. Belki de yaşamı anlatmanın kendini beğenmişlik eğilimi ve “küçük öyküler” anlatma çağına geldiğimden . Bu yayıncım Aymerick Monville’inde önerisiydi.
Küçük öyküler çağı dışında, içinden geçtiğimiz şu acılı dönem kitabın yayınlanmasını haklı çıkarıyor mu?
Birçok kitap yazdım: Mutluluk, Lenin, antik materyalizm, Maupassant üzerine… 5-6 yıldan beri birçok üniversite yolculuğunun yanı sıra, akademik-siyasi ya da aktivist olarak da çok gezdim. Özellikle Güney Kore’de, 2014 yılında yasaklanan partiden (Güney Kore Birleşmiş Marksist İlerici Parti) arkadaşlarla çalıştım. Son otuz yılda, bize Sovyetler Birliği’nin nazizmden daha kötü olduğu söylendi. Tarihimizden, komünistlerin tarihinden, utanmamız gerektiği söylendi. Bugün 2005 yılından bu yana Sorbonne’da yürüttüğüm Marx’la ilgili seminerlerden beri, marksizme ilginin geri döndüğünü görüyorum. Oysa öğrenciler bu konuya gelince kalemlerini bırakıyorlardı. FKP (Fransa Komünist Partisi) içinde de, özellikle oldukça etkin olan genç komünistler derneğinin yaratılmasıyla bir canlanma söz konusu. Sovyetler Birliği’ne sığınan bir aileden gelen ama gizlenmeleri ve babamın hapsedilmesi nedeniyle ailesi tarafından pek yetiştirilmeyen biri olarak, komünist olmayan aile üyelerinden de etkilendim ve bunlar İsrail’in var olmasından mutluluk duyuyorlardı. Bunun, komünizme ve doğru düşüncelere ulaşmanın bir yürüyüş olduğunu anlamama yardımcı olacağını anladım: At gözlüklerini çıkarırsın, kabileni ve sözde köklerini unutursun. Kimlikçi “sinema” her yerde. Baskçılık ya da korsikacılık üzerine değil de, genel düşüncelerde herkesi federe eden örgütlerden yoksunuz. Bu tür hak taleplerine karşı değilim ama parçalanmış hak taleplerinde, mağdur olmada öyle yolumuzu şaşırdık ki tek düşünce bizi, hepimizi tahakküm altına almakta zorluk çekmiyor.
FKP’yi yeniden kazanmak istiyorsak, onu güçlendirmek için savaşmalıyız.
Robespierre’e, Sovyet devrimine ve dahası 20. yüzyıl işçi hareketlerinin tarihine çok şey borçluyuz. Bu olayları hatırlamazsak duvara toslarız.
20.yüzyıl sonunda “komünistlerin özkorkusu” üzerine Domenico Losurdo’nun yazdığı denemeyle hemfikirsiniz ve ondan alıntı da yaptınız[1]. 1990’lı yıllarda Fransa Komünist partisini “tasfiye edenler” dediğiniz kişilere yer veriyorsunuz. Bugün partinin gelişimine nasıl bakıyorsunuz?
Son yıllarda katıldığım hücre toplantılarında özellikle orta sınıftan insanlar gördüm. İspanya gibi ülkelerde Sol Cephe’nin taktiği “kendini kanıtladı”. İzquierda Unida (Birleşik Sol) diğerleri gibi yolsuzluğa bulaşmış bir parti gibi görünüyor. Bizde ise olayların gidişi aynı değil. Bizden olmayan ama Fransa’da birçok kişinin başkaldırmasını sağlayan Sol Cephe, iyi bir kampanyası olan bir hareket yarattı. Bu seçim cephesi sonra yıkıldı. Bununla birlikte, FKP içinde bir toparlanma var. FKP’yi güçlendirmek için bir mücadele örgütüne ihtiyacımız var.
Sol cephe örneğini veriyorsunuz. Yunanistan’da Syriza’yı eleştiriyorsunuz. Şimdi iktidardalar. Bu pozitif bir olay mı?
Erkenden haklı çıkmamak gerek. Tanıdığım şahane devrimciler, bana Yunanistan Komünist Partisi’ni terk edip parti hakkında kötü şey söyleyenlerin Syriza üyesi olduklarını söylediler. Rüzgârın yön değiştirdiğini gören PASOK üyelerinin de… Ama kanımca, Syriza 2015’te, halkın öfkelendiği dönemde kabul edilen sosyal demokrasinin bir türüdür. Sanırım şunu anlamamız gerek; devlete önem vermeye çalışan, kimi ekonomik etkinlikleri kolektifleştirmek isteyen bir model, bireyciliğe, savaşlara, rüşvete, -insanlar da dahil- her şeyi ve herhangi bir şeyi satmaya karşı mücadele etmeye yardımcı oluyor.
O halde size göre uzlaşmalar imkansızdır?
Bunalım döneminde, dünyayı yeniden yaratamazsınız. Toplumun içinde olmak gerek. FKP bunu sürekli yineliyor ve haklı ama geçmişi de ve birleşeceğiniz kişilere hizmet eden çıkarları da hatırlamak gerek.
Kendinizi şuanda iyimser hissetmek mecburiyetinde görmüyorsunuz, tıpkı 1938 ya da 1914’te de olunamayacağı gibi. Yazdığınız bu.. Peki dünya savaşlarının arifesinde mi?
“Lenin ve Devrim” adlı eserimde, bir tür Çekov piyesi içinde olduğumuzu yazmıştım. Ne geleceğini bilmiyoruz ama geleceğini hissediyoruz. Savaş? Faşizm? Devrim? Hugo Chavez ya da Fidel Castro gibi liderler her yerde ortaya çıkan bu tehlikelerin altını çizmişlerdir.
Marksist filozof ve epiküryen olarak, böyle bir dönemde mutlu olmanın nedenleri var mıdır?
Giderek karanlık ve parçalanmış olan toplumlarımızda, aileye doğru bir kapanıklıktan sürekli söz ediliyor. Aykırı biçimde giderek sayıları artan yalnız kalan kimseler var. Mutluluk profesörü rolünü oynamak istemiyorum ama bize üç dakikalık mutluluk vermek için tepemize üşüşen kokuşmuş tüm hazlara karşı mücadele etmeyi bilmek ve mutluluğu uzun vadede bulmaya çalışmak gerekir. Sadece ailenin mutluluğu değil; aynı zamanda tutkulu bir çalışmanın, gezinin mutluluğu olabilir. Ama ben güçlü, sürüp giden mutluluk kaynaklarından söz ediyorum. Sonra, güzel davalar için mücadele etmek özgün bir mutluluğun kaynağıdır. Mücadelelerin parçalanmasına karşın, çok güzel şeyler görüyorum. Bu insanlara hayranım ve çoğu Hıristiyan olan bu insanlar Fransa’nın kuzeyinde dünyanın bir ucundan gelmiş ve gerekli belgeleri olmadığından polis tarafından sürekli kovalanan bu insanları evlerine alarak hapsi göze alabiliyorlar. Epeyce şansa sahip olmuş biri olarak, hazlarımdan biri önceki kuşaklarınkine benzeyen mücadeleci insanlarla buluşmak ya da daha önce sözünü ettiğim genç komünistlerle buluşmaktır.
Sizin de karşı çıktığınız “mutluluk sadece kişisel olabilir” düşüncesinin olduğu bir dönemde Marx’a olan ilginin artmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Marx 40 yıldır agregasyon eğitimi programından kaldırıldıysa, bu tekrardan gerçek bir olgu haline geldi demektir. Sürekli basılan eserleri, peynir ekmek gibi satılıyor. Bugün neoliberal hezeyanın sonuna gelindiğini saptıyoruz. Bizi sadece rekabet ve ilk sırada olma arzusuyla harekete geçen maymunlar haline sokan söylemi artık kimse hazmedemiyor. Maksimum kârlılık toplumunu sürekli önerenleri dinleyerek insanlar, bilanço çıkarmaya başladılar. Sadece girişimcilere ihtiyaç duyan bir toplumda, felsefe, tarih, müzik, mizah, sevgi kârlı değildir. Ama insanlar insandır. Ve insanlar neoliberalizmin hezeyanlı şekilde tanımladığı “soyut insan” değildir. Felsefede rekabetle bir işimiz yoktur. Tutkulu kitaplar okuruz ve ne kadar çok olurlarsa kendimizi o kadar iyi hissederiz.
Notlar:
[1] Jean Salem: “Résistance, entretiens avec Aymeric Monville”(Aymeric Monville ile direniş, görüşmeler), Delga yay. 2015, 322 sayfa.
[Humanité’deki Fransızca orjinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.