Her çocuğun kendine özgü bir doğası vardır. O ne annenin aynısıdır ne babanın ne de bir başkasının. Herkesten farklı başka biridir. Bu temel bir anlayıştır ve çocuklarla ilişkilerde bu temel yaklaşımla hareket etmek bir zorunluluktur Her çocuğun kendi doğasına içkin bir ritmi, hızı, hareketi vardır. Bu ritme dışarıdan müdahale çocuğun ahengini ziyadesiyle bozacaktır. Kendi isteklerimize […]
Her çocuğun kendine özgü bir doğası vardır. O ne annenin aynısıdır ne babanın ne de bir başkasının. Herkesten farklı başka biridir. Bu temel bir anlayıştır ve çocuklarla ilişkilerde bu temel yaklaşımla hareket etmek bir zorunluluktur
Her çocuğun kendi doğasına içkin bir ritmi, hızı, hareketi vardır. Bu ritme dışarıdan müdahale çocuğun ahengini ziyadesiyle bozacaktır. Kendi isteklerimize ve ihtiyaçlarımıza göre çocuğun hızını/hareketini artırmak veya azaltamaya çalışmak çocuğun sıkıntılar yaşamasına sebep olacaktır. Çocuklar, “kendi dışından” gelen bu müdahalelerle mücadele etmek için farklı yollar geliştirecektir. Sözü yetiremediklerinde bedensel, duygusal tepkilerle karşı durmaya çalışacaklardır.
Çocukların olduğu hemen hemen her alanda, çocuklarla ilgili; “aşırı hareketli”, “kontrolsüz davranışları var”, “uyum sağlayamıyor” gibi yakınmalar gün geçtikçe artmaktadır. Ya da tam tersinden, “çok ağır”, “çekingen”, “hiç sosyal değil” “korkak”, “sessiz ve içekapanık”… Çocuklar, bu tanımlamaların çerçevesinde algılanmaya ve anlaşılmaya çalışılıyor. Buradan referanslarla çocukları anlamaya, onlara “destek” olmaya kalkıştığımızda yetişkinler ve çocuklar arasında kurulacak ilişkinin tümünü hasara uğratmış, bu ilişkiyi patolojinin kimyasıyla berhava etmiş oluruz, “tanımların” ve “tanıların” sınırlarında dolanıp dururuz.
Her gün “iştahla yenilebilir” bir yemek tarifi verir gibi “çocuk tarifleri” yapan asalak bir medyanın bombardımanına maruz kalmaktayız. Okullarda “iyi öğrenci” , “kötü öğrenci” tasnifleri ile “çocuk yığınakları” yapılmakta. Hastanelerde, poliklinik sıralarında neyi beklediğini bilmeyen onlarca çocuk tıbbi “hükümlere” teslim edilmektedir. Bu durumun neticesi çocuklarda derin bir yalnızlık, “kimsesizlik” duygusuna neden olurken bizim de çocuklarla aramızdaki mesafeyi açmakta, çocuklara ilişkin algılarımızı tahrip etmektedir. Onların tüm öznellikleri görmezden gelinirken, “tariflere uygun çocuklar” yaratılmaya çalışılıyor. Zihinler, çocuklara dair verili tanımlarla düşünmeye/düşündürülmeye zorlanıyor: “Uyumlu çocuk”, “Problem çocuk”, “Problemleri çözme yöntemleri”… Yani teknik yaklaşım, tekinsiz ilişki.
Aileler “tanımlanmamış”, “tanılanmamış” çocukları “genel tarife” uyması için zorlar; çünkü nihai hedef bellidir: Okul bitecek, bir meslek/iş, ekonomik gelir… Okullar ise böylesi çocukları hemen fark ederler ve “tedbir” alırlar çünkü eğitim sistemi bu çocuklar için yetersiz kalabilir, müfredatta böylesi “sıradışı” çocuklarla nasıl ilişki kurulura dair veri yoktur. Tıbbı, siyasi, ekonomik mekanizmalar kendi sistemleri içinde erimeyene, kendisine benzemeyene reaksiyon verir, yani mum tutmayana mum tutturarak ülkenin çocukları ve gençleri üzerinden kendi devamlılığını sağlar.
Bu ortak potada erimeyi reddeden, uyum dışı, sessiz, hareketli, sesli, asosyal, kontrolsüz çocuklar adına kararlar alınır, kararlar verilir, olmadı çocuklara cezalar verilir, tedavi ettirilir, onlara sürekli “vekalet” edilir. Bu yaklaşımların tümü onların iradelerini kırmaya, özsaygıları ve özgüçlerini yok etmeye yöneliktir.
Çocuklar da bir yandan hayatlarını bu kadar kolay teslim etmemeye doğaları gereği motivedirler aslında. Tabi ki bu kadar kontrol ve baskı karşısında kendince birtakım savunmalar geliştireceklerdir. Tabi ki bazen daha hareketli ve hızlı olmaları gerekmektedir; çünkü dış dünyayı duymamaya, dinlememeye, söylenene dikkat etmemeye, isteneni önemsememeye ihtiyaçları vardır. Sessizleşmeye, içe dönmeye, umursamamaya ihtiyaç hissederler. Bunlar çocuk için birer sığınaktır, nefes alabildiği alanlardır. Kendi varlığını hissettiği, araya hiçbir kontrol mekanizmasının giremeyeceği çocuğun özerk alanlarıdır buralar.
Tıbbi yaklaşımın birer patoloji olarak gördüğü tüm bu çocuk halleri, çocuğun kendi öz karakteridir ya da kendi tercihidir, bu kesinlikle çocuk üzerinden değiştirmeye zorlanacak bir hal/durum değildir. Ayrıca patoloji aramaktansa bu “uyumsuzlukları” kendini var edebilmek için vazgeçemeyeceği bir hak olarak da görüp, çocuğun yaşam alanındaki sıkışmalarının/zorlanmalarının ifadesi ya da dışavurumu olarak da düşünebiliriz. Hayat ritminde akıyor da, tüm koşullar çocuklar için yaşanabilir de, çocuk mu sadece “arıza” çıkaran? Yetişkin olarak kendi benliğimizden çıkıp başka kimlikler ve roller yüklenerek tüm hayatı heba ettiğimiz, hareket ve hıza ömür verdiğimiz bir “modern” dünya çarkında biz “iyiyiz” de çocuklar mı “kötü” olan?
Çocuklar arasındaki sosyal, kültürel, ekonomik eşitsizlikler, çocuğun kendi yaşam alanındaki özsavunma yollarını belirlemektedir. Örneğin ekonomik olarak daha güçlü, sosyal olarak daha avantajlı, “hızlı ve hareketli” çocukların bu örtük ve açık baskılar karşısında kendini savunabilmesi daha kolay olurken tüm bu yapılanlar karşısında, sessizliğini sürdüren, o sessizlik içinde kendine yer açmaya çabalayan dingin çocuklar daha da güçsüz kalır.
Çoğu zaman bu çocuklar kendi doğalarındaki sakinliği/dinginliği muhafaza etmek için çabalarlar. Çocuğun “dışındakiler” ise bu dinginliği sürekli olarak bozma/dağıtma ile meşguldürler. Her şey çocuk için belirlenmiş, zamanlara, dilimlere ayrılmış çocuğa “uygun” şekilde hazırlanmış durumdadır. Zihinsel müdahalelerin yanında fiziksel müdahalelerle bedenine müdahale edilir, çocuğun kendi zamanına ve hızına ayar verip durulur. O ayar bir türlü çocuğun kendi “ayarlarına”, doğasına, bedenine uymaz. Çocuk tüm bunların sadece uygulayıcısı olmak zorundadır. Kendi yaşam karmaşamızı, kendi ihtiyaçlarımızı olduğu gibi çocuğun o dinginliğine boca ederiz. Dış dünyanın bize verdiği tüm kaygı ve çaresizliklerimizi kendi çocuklarımıza hükmederek hafifletmeye çalışırız.
Bu dingin, derin, “uyumsuz” çocuklar görüşmelere genelde başı önde, bakışları kaçamak, suçluluk hissi yoğun olarak gelirler. Çünkü kendi dışındaki/dışarıdaki ritmi yakalayamamışlardır. Diğerleri gibi “hızlı” , “gözü açık”, “konuşkan” değildirler. “Yavaş”tır, “ağır”dır, “pasif”tir ve bir türlü “rakipleriyle” aynı “sahaya” giremeyecektir. Bu tür imalar sürekli olarak bu “sessiz” çocuklara yapılmaktadır. Aile ile başlayan sarmal öğretmen ile devam eder ve tıbbi “destekle” doruk noktasına ulaşır.
Her çocuğun kendine özgü bir doğası vardır. O ne annenin aynısıdır ne babanın ne de bir başkasının. Herkesten farklı başka biridir. Bu temel bir anlayıştır ve çocuklarla ilişkilerde bu temel yaklaşımla hareket etmek bir zorunluluktur. Onların kendi iç dünyalarında zihinsel, fiziksel ve ruhsal bir dengesi vardır zaten. Dışarıdan doğru oluşacak her sarsıntı çocuğu etkileyecek/engelleyecektir. Yine çocuklar her sarsıntı sonrası o dengeyi kendi çabalarıyla yeniden bulmaya çalışsalar da, onların özgürce kendi varlığını oluşturacağı, ifade edebileceği, özsaygısını muhafaza edeceği alanlar oluşturmak zorundayız. Ancak bu koşullarda çocuklar kendini var edeceklerdir. Yaklaşımlar ve olanaklar değiştiğinde çocuklar “sessizliğini “ bozacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.