AKP’nin, “Kadın istihdamının artırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması” diye süsleyerek sunduğu düzenlemeyi Necla Akgökçe’ye sorduk.
AKP’nin, “Kadın istihdamının artırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması” diye süsleyerek 2010’da çıkardığı genelgeye ilişkin düzenlemesini, daha önce Petrol-İş Sendikası’nda kadın dergisi editörlüğü yapan Necla Akgökçe’ye sorduk. Akgökçe, bu genelgenin kadınları güvencesiz işlere mahkum edebileceğini söylüyor
AKP’nin, “Kadın istihdamının artırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması” diye süsleyerek 2010’da çıkardığı genelgeye ilişkin düzenlemesini, daha önce Petrol-İş Sendikası’nda kadın dergisi editörlüğü yapan Necla Akgökçe’ye sorduk. Akgökçe, düzenlemeyi “kadınlara güvencesiz istihdam genelgesi” diye nitelerken, olası sonuçlarını “Şiddetin, ücret eşitsizliğinin, çocuk bakım hizmetlerinin olmadığı bir işyerinde çalışan kadınlar açısından caydırıcı olabilir” diye özetledi.
Akgökçe’ye göre yapılması gereken ise belli: “Tıpkı 25 Kasım’daki gibi ülkenin dört bir yanında kadınların sokakta direnç ve baskı oluşturup genelge sürecini bir kampanya şeklinde örgütlemesi.”
Türkiye özellikle kadınlar açısından bir işsizlik ve güvencesiz çalışma cehennemi. Bu tabloyu kısaca özetleyebilir misiniz? Kadın işsizliği, kadınların sosyal güvenliğe erişimi, kadınların istihdam edildiği başlıca alanlar ve kadınların çalışma koşulları bakımından neredeyiz?
Soruda durumu özetlemişsiniz esasında evet, kadınlar açısından gerçekten de burası bir cehennem ve bu cehennem içinde şu veya bu biçimde hala çalışabilen kadınların çalışma koşulları, geçen yıl çıkarılan bir dizi torba yasa, bunlara bağlı yönetmeliklerle daha da kötüleştirildi. Adı bambaşka olan torba yasalar içine güvencesiz istihdam biçimlerinin adeta saklanarak dayatılması, hükümetin “kadın istihdamını artıracağız” lafının söylemin ötesinde bir anlamı olmadığını gösteriyor. Fakat kış lastiği kullanmanın koşullarını anlatan bir torba yasada, kadınların kısmi zamanlı işlerinde, ne tür özel istihdam bürosuyla hangi şartlar altında çalışacağının, yasal (!) çerçevesinin çizilmeye çalışılması elbette politik bir tutumdur.
Bizim açımızdan sorun, bu politikadan etkilenecek kadınları içine alan karşı politika oluşturamamaktır. Bu konuda harekete geçmesi gereken iki kesim vardır, öncelikle sendikalar (eğer kadın çalışanların örgütleriyse) kadın istihdam örgütleri ve kadın kurtuluş hareketinin tümü…
Bir feminist olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Biz yasalarla, kadının kamusal alandaki emek sömürüsü ve bunların biçimleriyle pek fazla ilgilenemiyoruz. Sorunlarımız çok ya da artık yasa yönetmelik mi kaldı, her şey KHK’larla, tek adam tarafından belirleniyor, şeklinde haklı bir karşı çıkışımız var. İtiraz güzel de bazen en radikal politika sizin gündelik, yaşamda çözmeniz ya da çözüm üretmeniz gereken pratik meselelerde elinizi kolunuzu bağlayabilir. İstihdam piyasalarının kadınlar aleyhine reorganizasyonu, kadınların güvencesiz, çağrıya bağlı, kısmi zamanlı işlere sürülmesini hukuki düzlemde düzenleyen bu yasaların etkileri, daha sonra görülecek. Diyelim ki uzaktan çalışma yönetmeliği tasarısında öngörüldüğü gibi ev eksenli işçi çalıştıran patron denetçisi, kadının evine olmadık bir zamanda girip, patronun üretim aracını, iyi mi kötü mü kullandığını denetlediğinde, işçi kadın rahatsız olacak, çıngar çıkaracak…İşte biz feministler olarak bunları öngörüp kadınlara ve kamuoyuna anlatmışsak, hükümetin mi, bizim mi haklı olduğu görülecek, politik üstünlük bize geçecek (bunu, kadına yönelik şiddet konusunda başardık). Altında yatan nedenler değişik olsa da aynı durum sendikalar için de geçerli. Genel olarak politika belirlemekte hep geç kalıyor, olaylar olup bittikten sonra basın açıklaması yapıp bildiri okumakla yetiniyorlar genellikle; bu politika üretmek değildir. Günü kurtarmaktır. Bunun dışında kadın politikası oluşturmak gibi bir dertleri yok. Erkek egemenler ve kadın üyeleri öznelerden biri olarak görmüyorlar.
DİSK işsizlik ve gerçek işsizlik rakamlarını açıklayan bir çalışma yayımladı geçenlerde. Raporda TÜİK rakamlarına göre mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 10.8 olarak veriliyor, kadınlarda bu oran yüzde 15. Genç işsizliği yüzde 20’lerde seyrederken, genç kadın işsizliği yüzde 27.7 oranında. DİSK aynı raporda geniş tanımlı işsizlik rakamlarını verirken, zamana bağlı istihdam, mevsimlik çalışan kategorilerinde işsizlik rakamlarını da sıralamış, oldukça yüksek… Adı geçen çalışma biçimini ve sektörleri göz önünde bulundurulduğunda, çalışanların büyük oranda kadınlar olduğunu söyleyebiliriz. Dahası var, işsizlik rakamlarını indiren kategorinin, kursiyer, bursiyer, stajyer olduğunu saptamış arkadaşlar. Aynı raporda çalışmaya istekli bir kadın nüfusunun da var olduğunu gözlemliyoruz. Yani, evlenirim çocuk doğururum, mesleği, işi bırakırım, diyen kadınların sayısı giderek azalıyor. İşçi kadınları ve onların taleplerini, umutlarını az çok bilen bir kadın olarak, kadınların, çalışmak, kendi ayakları üzerinde durmak, emekli olmak gibi beklentileri olduğunu biliyorum.
DİSK’in araştırmasına geri dönerek, kadın açısından yeniden bakalım. Araştırmada toplumsal cinsiyet filtrelemesi olsaydı, istihdam rakamlarını yukarı çeken, bursiyer, kursiyer, stajyer arasında ne kadar kadın olduğunu saptayabilirdik mesela. Dijital çağda yaşıyoruz, toplumsal cinsiyet temelli bir veri tutma mekanizması oluşturulamaz mı sendikalar? Elbette olur; geliyoruz kadınların her meselede tosladığı o kadim duvara; erkek egemenliği.
Kadın işsizliği bu kadar yüksekse, sosyal güvenliğe erişim, elbette çok düşük olacaktır. Cinsiyet esasına dayalı ayrışmanın hüküm sürdüğü emek piyasalarında kadınların kadın işleri denilen, tekstil, hazır giyim, gıda (konserve üretimi örneğin) perakende, hizmet, tarım gibi sektörlerde yoğunlaşması ve bu işlerin büyük bir bölümünün taşeronlaşmaya ve kısmi süreli sözleşmeli, geçici güvencesiz çalışmaya yatkın olması, işyerinin küçüklüğü sosyal güvenliğe erişimi olumsuz etkiliyor. Tekstil atölyelerinde, 20 yıl çalışıp, beş yıllık bile sigorta primi ödenmemiş emeklilik hakkından yararlanamayan, o kadar fazla kadın tanıdım ki, Petrol-İş Kadın Dergisi için söyleşi yaparken. Güvencesiz, kısmi zamanlı, taşerona bağlı işler elbette, çalışma koşulları açısından en sağlıksız en kötü işler oluyor. Kadın çalışanların çoğu savaştan çıkmış gibiler. Boyun fıtıkları, bel fıtıkları, toz, kumaş tozu solumaktan kaynaklanan göğüs hastalıkları, ayakta durmaktan kaynaklanan damar hastalıkları, çok fazla. Kadın taşerona bağlı kamu binası temizlik işinde çalışırken, deterjanlı suda kayıp düşüyor, omurları yerinden oynuyor. Bu bir iş kazası. Kime kabul ettireceksin ama? Öyle kendi kendine tedavi olup, çelik korsalar filan takıp, işe devam ediyor. İçler acısı bir durum. Bir taraftan da kadın sektörleri sendikalaşma oranın düşük olduğu sektörler. Hoş sendikalı olsalar da pek farketmez çünkü; işçi sağlığı ve güvenliği sendikaların en az uğraştığı alan ve bu alandaki çalışmalar da genellikle erkek işçiler üzerinden yapılıyor. Kadın işçi sağlığı ve meslek hastalıkları diye bir kategorinin bulunduğunu biz, Batı’nın sol tandanslı sendikalarından öğrendik. Oralarda, erkek egemen hiyerarşinin bir parçası haline gelseler de, kadın komisyonları, kadın yapıları, kadınlar hakkında politika üretip, bunu sendikanın ana politikaları içine yerleştirilmesini sağlayabiliyorlar. Politika oluşturmak bir yana, bizim sendikalara bunu anlatmak bile çok zor. Kadın üyesini özne olarak görmüyor ki onların farklı hastalık ve talepleri olduğunu kavrasın.
AKP iktidarlarının en başından bugüne bu tablonun yaratılması sürecinde attığı kritik adımlar neler oldu ve bunlar gerek kadınların genel yaşam koşulları gerekse erkek egemenliği karşısındaki konumlarının zayıflatılması bakımından hangi sonuçları doğurdu?
Kadınların özel politika gerektiren gruplar olarak tanımlandığı 2012 Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nden bu yana (Daha sonra bu belge ve eylem planları 2014-2023 yılları arasını kapsayan biçimde önümüze sunuldu) hükümetin kadın istihdamına yönelik politikasının, kadın emeğini esnekleştirip, taşerona ya da özel istihdam bürolarına bağlı kısmi, geçici süreli sözleşmelerle, güvencesiz işlerde çalıştırma olduğunu biliyoruz. 2013 yılında Kadın İstihdamı Yasa Tasarısı’nda kadınlara yeni haklar geliyor müjde, müjde başlığı altında, doğum yapmış kadınların yaşadığı güçlüklerden hareketle kadınlar için özel istihdam bürolarına bağlı kısmı çalışmanın yollarını açtılar. O arada KESK, DİSK, Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu, TTB ve kadın ve kadın istihdamı örgütleri bir araya gelerek, Kadın Emeği Platformu’nu (KEP) kurduk. Yasa tasarısında ne yapılmak istenildiği konusunda kadın kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla bir kampanya düzenlendi, önceleri iyi asıldık… Sonra tavsadı. Bu belgede öngördükleri istihdam biçimlerini 2014’te Aile’nin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunmasına Dair Yasa Tasarısı’nda tam şekillendirdiler. Direnç gösterdik ama yetersizdi. Daha sonra da kamuoyunda “Üç çocuk yasası” da denilen bu yasadan çeşitli maddeleri, çeşitli torba yasalara paylaştırarak, 2015- 2016 yılında peyderpey çıkardılar. Mesela 6 Nisan 2015’de çıkan “İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanun’unda ebeveyn iznini babalık iznine indirgeyip, üç günü beş güne çıkardılar, üçüncü çocuğa parasal teşvik ise vergi indirimine indirgendi, daha sonra başka torba yasada, bu teşvik, bir defalık parasal teşvike indirgendi.
Ama asıl değişikliklerden birini Gelir Vergisi Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Torba Yasa’da getirdiler. Burada, kısmi zamanlı çalışma, çocuk yapan kadınlara kısmi çalışma hakkı (!) biçiminde tanımlandı. Bu yasayla özellikle kamuda çalışan ve süt izinlerinden yararlanan kadınlar bu haklarını kaybediyordu. Özel sektörde çalışan kadınlar için de bin bir şart ileri sürmüşlerdi. Yönetmelikte çıktı ama gerçekte amacı kadınlar için kısmi zamanlı çalışmayı dayatan bu yasa ve yönetmeliğe kimse rağbet etmedi. Seçimli olduğu için kamuda çalışan kadınların çoğunun kısmi zamanlı çalışma yerine, süt izini hakkını kullandığını kulağımıza gelenlerden biliyoruz.
Sendikaların “Kölelik büroları” dediği Özel İstihdam Büroları Yasası ile de ev hizmetlerinde, kamuda temizlik işlerinde, mevsimlik işler gibi kısmi süreli ya da kısa süreli sözleşmelerle çalışan kadınların istihdamı özel istihdam bürolarına terk edildi. Bu bürolar aracılığıyla uzaktan nasıl çalışılacağını gösteren yönetmelik, masadayken, henüz çıkmamışken, şimdi de istihdamda fırsat eşitliği getiren kadın istihdamı genelgesini tırpanlayarak eşitlik hükümlerini kaldırmaya çalışıyorlar.
İktidarın sosyal güvenlik ve kadın istihdamı konusundaki politikalarıyla, aile politikaları ve giderek salgına dönüşen erkek şiddeti arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?
Dinler patriyarkal ideolojilerdir. Bu durumdan İslamiyet de muaf değil. Fakat bizdeki tehlike daha ziyade, İslamın bir yorumunu kendine kılavuz ettiğini söyleyen, dini kendi iktidar ve ikbal hevesleri için kullanabilen bir iktidarla karşı karşıya olmamız. Patronların, sömürenlerin, büyük piyasa tekellerinin çıkarına çalışan, onlara bakın KHK ile araziyi düzelttik, artık işçiler grev filan yapamıyor, diyen birileri var karşımızda. Bunlar haklarını arayan kadınları da sevmiyorlar aynı zamanda. İdeolojileri doğrultusunda aileyi şekillendirmeye çalışıyorlar. Başarılı olamayacaklarını düşünüyorum.
Bazı feministler ideolojileri, yapı olarak görüyorlar, ben galiba öyle bakmıyorum. Yani ideoloji ile yapı inşa edilmez diye düşünüyorum. Patriyarka kadının ev içi emek sömürüsü üzerinde yükselen iktisadi bir kategoridir. Kapitalizm gibi ekonomik bir sistemdir. Dolayısıyla idelojik müdahalelerle bu yapıyı etkilersiniz, biçimini değiştirebilirsiniz ama ortadan kaldıramazsınız. AKP din soslu patriyarkal ideolojiden kaynaklanan aile politikaları ile aile içinde kadının durumu elbette kötüleştirebilir, kendi erkeklerini ideolojik olarak güçlendirip, kadınların üzerine salıp, aile içinde kadına yönelik şiddetin artmasını sağlayabilir, bunu yapıyorlar da ama tüm bunları rahatlıkla yapmasına izin veren sistem üzerinde inşa ediyorlar bunu. Kadın dışarıda da çalışıyorsa, bu baskı ve zülüm politikalarına o kadar da kolay boyun eğmeyebilir. Tersten bir örnek vereyim. Bakın artık evde iş yapan erkekler var, çok sık rastlanmasa da çocuk bakan erkekler var, bu birlikte olduğu kadını güçlendirir ama 10 erkeğin eviçi emek sömürüsü sistemin içinde kendilerine biçilen rolü reddetmesi ile patriyarka ortadan kalkmaz; bu, kadın devrimi ile olur.
Gelelim kadın istihdamı politikasına, bu konuda fikir üretecek feministlerin hem patriyarkayı hem de kapitalizmi birlikte düşünmesi gerekiyor. Bazı arkadaşlar kapitalist patriyarka diyorlar, onlara söyleyecek bir sözüm, yok, tartışabiliriz ama sonuçta onun üzerinden de kadın istihdamı politikaları inşa edilebilir. Alana baktığımda pratik örneklerde de bu ikili sömürü sisteminin her zaman aynı doğrultuda işlemediğini, zaman zaman çatışıp zaman zaman birlikte hareket ettiğini görüyorum.
Son dönemden bir örnek vereyim. Ekimde çıkarılması düşünülen, yakında bir biçimde önümüze gelecek olan “Uzaktan çalışma yönetmeliği”ne bir bakın lütfen. Yönetmelikte temelde iki kadın çalışma biçimi düzenlemeye çalışıyorlar. Biri, emek ağırlıklı, tekstil fabrikasına veya hazır giyimcilere evde çapak ayıklayan kadınların çalışma koşulları diğeri de, bilişim sektörüne evden materyal üreten mühendis kadının çalışma koşulları. Tekstil fabrikasına iş yapan kadın işçinin fabrikadan aldığı makinenin durumunu, kaç saatte kaç elbiseyi temizlediğini denetlemek için devlet bir denetim sistemi oluşturuyor ve patronun çıkarlarını korumak üzere şekillenen bu sistemde, müfettiş (erkek olur genellikle) istediği saatte, kadının evine gelip, kontrol görevini yerine getirebilir. Yani devlet, kapitalist işletmenin sömürü temelli denetim mantığını aile içine çok rahatlıkla sokabiliyor.
Hani aile kutsaldı? Burada ailenin değil, sömürünün devamı esas çünkü. Bir yandan da işyeri şiddetinin bir biçimi aile içine taşınmış olur, kadın üzerinde ikili denetim mekanizması yani. Bir iktisat, bir istihdam politikasının, bir saldırının, bir tedbirin, kadının uğradığı hangi ayrımcılığı ne şekilde derinleştireceğine dair keşke elimizde şablonumuz olsaydı. O zaman her konuda ilk ve dolaysız bağlantı üzerinden politika oluşturabilirdik. Ne bileyim, bir tek cevap yok bazı konularda.
“Son döneme gelirsek, iktidar bir yandan özellikle hizmetler alanının en güvencesiz temizlik, güvenlik gibi alanlarına yönelik istihdam seferberliği ilan ederken bir yandan da 2010 tarihli kadın istihdamının artırılması ve fırsat eşitliğinin sağlanması genelgesini güncelleme adı altında yeni düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemelerin kadınlar açısından gerek istihdam, gerekse şiddetten korunma bakımından yaratabileceği sonuçlar neler? İktidar nasıl bir kadın istihdamı modeli öngörüyor?
Esasında 2010 tarihli fırsat eşitliği genelgesinin güncellenerek, istihdamda eşitliği sağlayamaya yönelik maddelerden arındırılacağı (!) haberini Hülya Gülbahar’ın kadın gruplarından birine attığı maille haberdar olduk. Daha sonra KEİG üzerine gitti, basın açıklaması yaptı. Bu genelge tüm kadınları ilgilendiriyor ama kanaatimce, sendikalı bir işte, düzenli olarak çalışan kadınları daha çok ilgilendiriliyor. Çünkü düzenli işlerde çalışan kadınların koşullarını ağırlaştırarak, istihdam dışına sürmenin ya da güvencesiz işlere mahkum etmenin genelgesi bu. Sendikalardan tık yok. İşin rengi iyice açığa çıktığında belki kadın üyeleri olan bazı sendikalar basın açıklaması yaparlar. O da şüpheli. Sendikalarda kendi bulundukları alandan ve sektörlerden “kadın politikası” oluşturma geleneği yok. “Güncellenen” genelge ile eski genelgeden istihdamda fırsat eşitliğini sağlayan maddelerin hemen hemen hepsi çıkarılıyor. Eşit işe eşit ücret (aslı eşdeğerde işe eşit ücrettir) kamu kurum ve kuruluşlarında fırsat eşitliğinin sağlanması ve bunun yapılıp yapılmadığının raporlarla denetlenmesi, yine kamu ve özel sektöre ait işyerlerine yapılan denetimlerde cinsiyet eşitliğine uyup uyulmadığının saptanarak, işlem yapılması, kamu kurum ve kuruluşlarında işe giriş, eğitim ve terfilerde fırsat eşitliğine uygun davranılması, şiddet mağduru, eşi ölen, kadınların yaşama katılımı için hazırlanan projelere öncelik verilmesi, toplumsal cinsiyet temelli istatistikler tutulması, özelde ve kamuda kreş ve gündüz bakım evleri kurulması, kurulup kurulmadığının denetlenmesi, maddelerinin hiç biri yeni genelge taslağı içinde yer almıyor.
Genelge eski haliyle ne kadar uygulanıp denetleniyordu o ayrı konu. Bunlar yapılmasa bile haklarımızı gerektiğinde kullanmamızı sağlayacak, yararlanabileceğimize inandığımız yasal metinlere ihtiyacımız var. Artık yasal düzeyde olmaması bile kadının istihdamdan doğan hakları için büyük bir kayıp. Biliyorsunuz genelge idari bir metindir, alınan kararların pratikte nasıl uygulanacağını gösterir. Bu genelge uygulandığında, şiddetin, ücret eşitsizliğinin, çocuk bakım hizmetlerinin olmadığı bir işyerinde çalışan kadınlar açısından caydırıcı olabilir. Ücrette düşükse kötü koşullara katlanmak daha zordur. Bu nedenlerden dolayı kadınların bir kısmı çalışmaktan vazgeçebilir. Genelgeyi kadınları eve kapatmanın genelgesi olarak adlandırabilir miyiz? Bence değil. Ama bu genelge düzenli işlerde nispeten güvenceli çalışan kadınlara, bedel ödetilmesi genelgesidir. Daha çok kamu ama özelde nispeten düzenli güvenceli işlerde çalışan kadınların var olan haklarını tırpanlayıp, ortadan kaldırarak, onları bu alanlardan sürme operasyonudur. Nereye? Örneğin, üniversite bitirmiş, dil bilen iş tecrübesi olan genç kadınları evden iş yürütebilecekleri bilişim sektörüne, okulu yeni bitirmiş olanları çırak ve stajyer olarak çeşitli işyerlerine, diğerlerini toplum yararına çalışma başlığı altında, temizlik, bahçe bakım vs belirli süreli sözleşmelerle 9 aylık 10 aylık çalışmaya. İşte bu çalışma biçimlerini de önümüzdeki günlerde çıkarılması planlanan uzaktan çalışma yönetmeliği ile düzenleyecekler. Genelgenin muhatabı, başta kamu sendikaları olmak üzere kadın sektörlerinde örgütlü sendikalardır.
“Güncellenen” genelgede kurumların toplumsal cinsiyet temelli istatistik tutması da zorunlu olarak görülmüyor artık. Cinsiyet temelli istatistiklerin tutulması kadın istihdamının niceliğini, niteliğini öğrenmek açısından gerçekten de çok önemli. Yılda iki kere yayımlanan sendika istatistiklerinde toplumsal cinsiyet filtresi vardı. Buradan düzenli, güvenceli, sendikalı işlerde çalışan kadın oranının ne kadar az olduğunu görüyorduk. Bu zorunluluğun kalkması ile kadınlara dair en basit istihdam verisinden bile mahrum kalacağız.
Kadın hareketi ve emek örgütleri kadınların hayatlarına ve haklarına yönelik bu saldırılara karşı nasıl bir mücadele programı geliştirebilir? Bu bakımdan ilham alabileceğimiz örnekler var mı?
Kadına yönelik şiddete karşı nasıl ortak politika geliştirebildik. 25 Kasımlar’da ülkenin dört bir yanında kadınlar bir gündem üzerinden sokağa çıkıp direnç ve baskı oluşturabiliyoruz bu konuda da aynı yolu izlemeliyiz. Kadın emeği, feministler olarak, kadınlar olarak, işsiz kadınlar olarak, sayıları çok az da olsa sendikalarda örgütlü kadınlar olarak hepimizin ortak politika oluşturabileceğimiz ana eksenlerden biridir. 2010 fırsat eşitliği genelgesinde yapılan ve memur, işçi, işsiz tüm kadınları sıkıştırıp, çalışma koşullarını ağırlaştırıp, onları güvencesizliğe sürükleyen, “güncellenen” yeni genelgeye karşı ortak bir kampanya örgütleyebiliriz.
Petrol-İş Sendikası’nda çalışırken Antalya Serbest Bölgede Novamed işyerinde grevde olan kadınlarla dayanışmak için bir kadın hareketi olarak kampanya örgütlemiştik. Kampanya grevin seyrini değiştirip, direnişin kazanımla sonuçlanmasına yol açtı. Kadın hareketinin muhalif harekete kazandırdığı sorun temelli kampanyalar çerçevesinde örgütlenmek, iyi bir model olabilir. Bu konuda bizim de biriktirdiklerimiz var. Novamed Grevi sırasında serbest bölge örgütlenmelerini internetten araştırırken, Almanca bir kadın emek sitesinde Nikeragua’da MEC (Maria Elena Cuadra) diye bir kadın örgütlenmesi modeli olduğunu görmüştüm. Sandista hareketi temelli olmalarına rağmen onlardan ayrılmış bir kadın grubuydu. Serbest bölgelerde ve serbest bölge çevrelerinde konuşlanmış, işçi mahallelerinde, mahallenin su sorunundan, sağlık ve eğitim sorunlarına, işyerindeki cinsel tacizlerden, kreş ihtiyacından, ücret eşitsizliğine kadar her türlü soruna çare bulmaya çalışan çözüm odaklı bir kadın yapısıydı. Serbest bölgedeki kadın çalışanları sendikal örgütlenmeye hazır hale getiriyorlardı bir bakıma. Bu model o zaman çok hoşumuza gitmişti. Organize Sanayi Bölgelerinde çalışan kadınları örgütlenmesinde kullanılabileceğini düşünmüştüm. Önümüzdeki günlerde Feryal’in (Saygılıgil) Novamed direnişinden hareketle yapmış olduğu araştırması, kitap halinde yayımlanacak. Feryal orada MEC’e çok geniş yer ayırmış, kitabı ve MEC bölümünü okumanızı öneririm, çünkü kadın emeği örgütlenmesi açısından gerçekten de bir model öneriyor MEC’li kadınlar.
Söyleşi: Gül Gündüz
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.