Muhalefet bu konularda net duruşlar sergilemekten imtina edip “yanlış anlaşılır” komplekslerine yenilirse AKP devletinin kazdığı kuyuya kendisi balıklama atlamış olacak
Kudüs meselesinden de açık olarak anlaşılacağı gibi Erdoğan, kendi iktidarı için en kritik dönemeç olan başkanlık seçimleri sürecinde genel meşruiyet üzerinden hegemonyasını güçlendireceği mevzuları hiç kaçırmayacak ya da kendi yaratacak. Muhalefet bu konularda net duruşlar sergilemekten imtina edip “yanlış anlaşılır” komplekslerine yenilirse AKP devletinin kazdığı kuyuya kendisi balıklama atlamış olacak
Geçtiğimiz hafta BM Genel Kurulu’nda “Kudüs” mevzusuyla ilgili görüşmede ABD’nin kesin bir yenilgiye uğraması AKP Devleti ve lideri tarafından kendi başarıları olarak kamuoyuna yansıtıldı ve doğal olarak, etkisi ne kadar sürer bilinmez ama, başkanlık seçimleri için de epeyce güçlü bir propaganda malzemesi kazanılmış oldu.
Trump’ın “Kudüs” kararı sonrasında Türkiye’nin “dönem sözcülüğü” vasfını da kullanarak inisiyatif almasıyla toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ABD yönetimini kınayan bir karar çıkarttı. Kararda her ne kadar “Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak kabul ediyoruz” ifadesi geçmese de Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde “İİT Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan etti” şeklinde bir bilinçli bir tercüme hatası yapıldı. Yalçın Doğan gazetedeki köşesinde kimsenin önemsemediği bu konuyu açığa çıkardı.[1]
Yandaş medya yazarları bu meseleyi görmezden gelmeyi tercih ettiler. Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, her zamanki manifesto tadındaki yazısında tam anlamıyla “uçmuş.” Karagül, “Tarihi peşinden sürükleyen adam ve Türkiye ekseni” başlıklı yazısında tam bir Erdoğan güzellemesi yapıp Türkiye’nin “küresel güç haritasının anamerkezlerinden biri olduğu” tezini işlemiş.[2]
Melih Altınok, Sabah’taki köşesinde, “Erdoğan’ın dünyaya liderlik yaptığını” ileri sürmekle kalmamış bu meselenin bir antiemperyalist başkaldırı olduğu tezini işlemiş. Altınok yazısında emperyalizmi ABD ile sınırlayıp Rusya ve AB emperyalizmini de Filistin halkının yanında göstermekten rahatsızlık duymamış: “Filistin meselesiyle Müslümanların daha çok ilgilendikleri ortada. Ancak BM’de gördük ki, mazlum Filistin halkının yanında, Çin’den Büyük Britanya’ya, Fransa’dan Venezüella’ya kadar farklı inançlara sahip ülkelerin yönetimleri de durdular. Bu somut durum da dünya halklarının uzlaşacağı en uygun müşterek zeminin, ABD emperyalizmine karşı duruş olduğunun bir göstergesi.”[3]
Hükümete mesafeli duran Karar Gazetesi’nden Mensur Akgün de BM kararını “Göründüğünden daha önemli bir diplomatik başarı” olarak görüyor. Akgün, bu karar sürecinde Türkiye’nin son derece önemli bir inisiyatif alarak Filistin yönetiminin elini güçlendirdiğini, ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan’la birlikte oluşturduğu ve Filistin’e dayatmak istediği tezgahı bozduğunu, yazmış. Akgün yazısında daha soğukkanlı bir değerlendirme yaparak bir Erdoğan güzellemesine girmeden Türkiye’nin diplomatik başarısını öne çıkarmış.[4]
Aynı gazetede yazan Akif Beki ise konuya daha farklı yaklaşmış. Beki, bu sürecin AKP hükümeti tarafından doğru biçimde yönlendirildiğini, bunun bir başarı olduğunu kabul etmekle birlikte bazı önemli hususları da not etmekten geri kalmamış. Beki yazısında, BM kararıyla birlikte ABD’nin ağır bir yenilgi aldığı ve artık dünya çapında kontrol gücünü kaybetmeye başladığı tezine karşı ABD’nin Filistin mevzusunda daha önce de aynı akıbeti yaşadığını yazmış: “Ama Trump’ın ilk deneyimi olsa da, ABD’nin başına ilk kez gelmiyor. Filistin’e karşı İsrail’den yana girdiği bir oylamada ilk kez hezimeti tatmıyor ki… BM Genel Kurulu’ndaki ağır bir yenilgiyle bitecek olsa, bundan önce ABD’nin en az 10 kez bitmiş olması gerekirdi. Filistin’e karşı hiçbir oylamada kazanamadılar ki şimdi kazanabilsinler. Dünyanın ABD’den büyük olduğu da ilk kez kanıtlanmıyor. Daha önce de ‘dünya beşten büyüktür’deki 5 daimi üyeden 4’ü, dünyanın geri kalanıyla bir olup Filistin’den yana ABD’yi yalnız bıraktı.”[5]
Beki yazısının devamında önemli bir noktaya daha dikkat çekmiş. Erdoğan tarafından sürekli meydanlarda dile getirilen “Dünya 5’ten büyüktür” söylemine karşı eğer Güvenlik Konseyi’ndeki diğer 4 ülke ABD’nin yanında yer alsaydı durum nasıl olurdu, diye soruyor. Dolayısıyla bu saflaşmanın zalimler ve mazlumlar arasındaki bir saflaşma olmadığını bir taraftan da zalimlerin kendi aralarındaki bir iktidar kavgası da olduğunu ifade etmeye çalışıyor.
Yine Beki’den öğreniyoruz ki konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne getiren Mısır, BM Genel Kurulu’na getiren de İİT adına Türkiye ve Yemen… Mısır’daki Sisi iktidarının bu işin pazarlamasını Erdoğan kadar iyi yapıp yapmadığının da ayrıca incelenmesi gerekir sanırız…
Aynı gazeteden Hakan Albayrak da alınan kararların arkasında durulması gerektiğini sadece laftan ibaret kalmaması gerektiğine dikkat çekiyor.[6]
Yandaş medya ve köşe yazarlarının bu meseleyi bir zafer gibi yansıtmak istemesi gayet anlaşılabilir bir durum ancak muhalif basın ve gazetecilerin iç kamuoyunun bu kadar manipüle edildiği bir konuya (haber değeri dışında) pek değinmemiş olması ilginç olsa gerek. Cumhuriyet’in, Sözcü’nün, Birgün’ün, Evrensel’in yazarlarının BM kararı sonrasında değerlendirmeleri fazlasıyla sınırlı.
Oysa AKP devleti ve yandaş medyasının “Bütün dünyayı peşimize taktık” palavrasını boşa çıkaran bazı analizler yapılabilirdi. Zira çok açık olarak görüldü ki, Filistin üzerinden herkes ABD ile kendi hesabını görme derdine düşmüş. İslam ülkelerinin yanında yer alan ülkelerin toplam sayısına bakıldığında Hristiyan veya başka dine mensup insanların çoğunlukta olduğu ülkelerin tamamı neredeyse Filistin’in yanında yer almış. Bir “haçlı seferi” mevzusu yok yani ortada.
Ayrıca hadi Almanya ve yeni başkanın atraksiyonlarıyla başka bir kulvara girmeye çalışan Fransa’yı, ABD’nin rakibi Rusya ve Çin’i bir kenara koyarsak İngiltere’nin de ABD’ye karşı olması değerlendirmeye değer değil midir? Yoksa Akif Beki’nin yazısında daha önceki Filistin kararlarına değindiği gibi mesele Filistin olunca “akan sular duruyor mu?”
Kuşkusuz Filistin mevzusu gibi özellikle coğrafyamız için “hassas” bir konuda ABD’ye rağmen bir şey yapmış bir güç karşısında düşülen psikolojik yenilgiden hemen kurtulup bir karşı düşünce geliştirmek çok kolay olmayabilir. Ayrıca Filistin davasını temsil kabiliyetinin İslamcılara geçmesiyle birlikte sol’un bu konuyla ilişkilenme sorunu yaşadığı da bir başka gerçek.
Bu meseleden de açık olarak anlaşılacağı gibi Erdoğan, kendi iktidarı için en kritik dönemeç olan başkanlık seçimleri sürecinde genel meşruiyet üzerinden hegemonyasını güçlendireceği mevzuları hiç kaçırmayacak ya da kendi yaratacak. Eğer bu konularda muhalefet çok net duruşlar sergilemekten imtina edip “yanlış anlaşılır” komplekslerine yenilirse AKP devletinin kazdığı kuyuya kendisi balıklama atlamış olacak ve bir kez daha “atı alan Üsküdar’ı geçmiş” olacaktır.
Dipnotlar:
[1] http://t24.com.tr/yazarlar/yalcin-dogan/carpitilan-bildiri-kudus-skandali,18732
[2] https://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/tarihi-pesinden-surukleyen-adam-kudus-ve-turkiye-ekseni-2041664
[3] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/melihaltinok/2017/12/23/degersiz-yalnizlik
[4] http://www.karar.com/yazarlar/mensur-akgun/gorundugunden-daha-da-onemli-bir-diplomatik-basari-5773
[5] http://www.karar.com/yazarlar/akif-beki/amerika-bitti-mi-simdi-5767
[6] http://www.karar.com/yazarlar/hakan-albayrak/kudus-meselesinde-durmak-yok-yola-devam-5765
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.