Barış Akademisyenleri davaları anlamlı bir dayanışma örneği eşliğinde başladı. Gördük ki Barış Akademisyenleri’nin imzaladığı metinden “terör örgütü” çıkarma çabaları hedefine ulaşamayacak. AKP bu iddiaların altında ezilecek
Barış Akademisyenleri davaları anlamlı bir dayanışma örneği sergilenerek başladı. Gördük ki Barış Akademisyenleri’nin imzaladığı metinden “terör örgütü” çıkarma çabaları hedefine ulaşamayacak. AKP bu iddiaların altında ezilecek
İlk etapta 1128 kişilik Barış Akademisyenleri imzalı ve “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri, 2016 başında Kürt coğrafyasındaki katliamlara, operasyonlara ve sokağa çıkma yasaklarına karşı bir toplumsal çığlık işlevi gördü. Metin, Tayyip Erdoğan’ın akademisyenleri “karanlık”, “zalim”, “alçak”, “müsvedde” gibi ifadelerle hedef alması sonrası barış talebinin arkasında duran tüm toplumsal kesimleri yan yana getirdi.
Barış Akademisyenleri, iktidarın tehditlerinin ardından saldırılarının da hedefi oldu. “Terör örgütü propagandası” suçlamasıyla metne imza atan bazı akademisyenler gözaltına alındı, dördü tutuklandı, OHAL dönemiyle birlikte yüzlercesi KHK’lerle ihraç edildi.
Metnin ilk imzacılarına açılan dava zinciri ise 5 Aralık’ta başladı. Çağlayan Adliyesi önü sabah saatlerinden itibaren akademisyenlerle, gazetecilerle, üniversitelilerle, milletvekilleriyle, çeşitli ülkelerin konsoloslarıyla doldu. Soğuk havada sıcacık gülüşlerle ısınan bir buluşmaydı.
Olağanüstü koşulların olağanüstü mahkemeleri, tek bir imza metninde bulduğu “terör propagandası”nı bin parçaya bölerek yargılamak istedi. Akademisyenler ise adliye önünde yan yana geldiklerinde yalnız olmadıklarını biliyordu. Kalabalık gittikçe çoğaldı, mahkeme salonunun küçük olduğu bilgisi üzerine herkes yine de barışın sesini yükselten akademisyenlerin yanında olmak için içeri girmek istedi.
İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi koridoru tıka basa dolmaya başladı. Birer birer mahkeme salonuna alındı avukatlar, milletvekilleri, kurum temsilcileri… “Salon küçük bu yüzden mahkeme salonuna giriş bitmiştir” anonsu ile akademisyenlerin yakınları ve içeriye giremeyen gazeteciler olarak tepki gösterdik. Duruşmanın başlaması ile “Gazeteciler arasında anlaşsın, sadece iki kişiyi alacağız” açıklaması yapıldı. Ardından tartışmalar büyüdü, basından girebildiğimiz kadar kişi tepkiler üzerine içeri alındık.
Küçücük salona sığmaya çalışanlar, yerlerde oturarak davayı takip etmek isteyenler mahkeme heyetine de ilk dersi verdi: “Bakın buradayız; onlar imzalarının arkasında, biz de onların arkasındayız.”
Sıkışık bir alanda açılan ufak bir yere oturarak salonun atmosferini ve konuşmaları takip etmeye çalışmak güçtü. Heyetin sesini duymak ise imkansız…
Salonda duruşmalar devam ederken çıkışların olması ile biraz olsun rahatlayarak hakimin sözlerinin ne anlama geldiğini değerlendirmeye başladık.
Savcılığın iddialarına itiraz eden Avukat Arın Gül Yeniaras, defalarca tekrarladı adil ve bağımsız bir yargılama istediklerini. Bu durumu kayıtlara geçmeyen hakim, Yeniaras’ın ısrarını “Şüpheniz mi var zaten bağımsız bir mahkeme burası” diye yanıtladı. “Bağımsızlık” sözü ise salonda gülüşmeler ile karşılandı.
İddianamede, imzalanan metinde geçen ifadelerin tamamının gerçekdışı olduğunun belirtilmesine itiraz eden Yeniaras, iddianamenin özensiz hazırlandığını, Kürt illerinde yaşanan ölümlerin gerek insan hakları örgütleri gerek demokratik kitle örgütleri gerekse sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanan raporlarda yer aldığını belirterek “Bu havuz iddianamesidir” dedi.
5 Aralık’ta 10 akademisyenin duruşmasının görülmesinin ardından, 7 Aralık’ta da 5 farklı ağır ceza mahkemesinde 36 akademisyenin duruşması için Çağlayan Adliyesi’ndeydik. Adliyede birçok akademisyen ve dostları bir duruşmadan diğerine mekik dokudu geç saatlere kadar.
34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde gerilim, hem ayakta kimse olmaması hem de avukat bölümüne oturulmaması uyarısıyla başladı. Buna itirazlar yükselirken salona giren mahkeme heyeti “üç avukat sınırı”ndan söz etti. İtirazlara yenileri eklenirken savcı “nahoş görüntü” diyerek itirazların reddini istedi, hakim de ona uydu. Mahkeme başkanı bir başka duruşmada da salonu Hindistan’daki otobüslere benzetti.
Olağanüstü mahkemelerin Barış Akademisyenleri’ni yargılayamayacağı daha ilk duruşmada ayyuka çıktı.
Mahkemeler kendine güvenmedi çünkü “nahoş görüntü” dedikleri, hocaları arkasındaki öğrencilerinin gözünün içine bakarak yargılama korkusuydu.
Mahkemeler kendine güvenmedi çünkü tek bir metni “terör örgütü propagandası” olarak nitelendirip tek bir dosyada yargılamayı göze alamadı.
Mahkemeler kendine güvenmedi çünkü OHAL’in arkasına sığınamadığı bir yargılamada akademisyenlerin yeri yoktu.
O mahkeme salonlarındaki bizler ise gördük ki; Barış Akademisyenleri’nin imzaladığı metinden “terör örgütü” çıkarma çabaları hedefine ulaşamayacak. AKP bu iddiaların altında ezilecek.
Bu davada Türkiye’nin hemen her yerinden gelerek ortak bir tavırla hem mahkeme salonlarında hem de adliye önünde olan akademisyenler, üniversiteliler, avukatlar bu davanın bin parçaya bölünse bile bu metni sahiplenen insanları bölemeyeceğini, KHK’leri tanımadıklarını gösterdi. Daha ilk duruşmalarda böylesine bir dayanışmanın varlığı siyasi iktidarın tüm sindirme çabalarının boşa çıkacağının göstergesi. Aslında sadece bunu görmek bile bu sürecin nasıl devam edeceğine dair bir ipucu.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.