Türkiye futbolunun, futbol dışındaki başka işlerin ve ilişkilerin aracı olmaktan çıkarılması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır
Türkiye futbolunun, futbol dışındaki başka işlerin ve ilişkilerin aracı olmaktan çıkarılması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır. Galatasaray, Galatasaraylılık düşüncesine ve değerlerine pek uygun davranmayarak ya da çürümüş futbol gerçekliğine uygun ve hatta biraz da ihanet ederek kokuşmuş futbol piyasasına, koşullarına ve ilişkilerine onay veren ve hatta içinde yer alan bir tavır içine girmiştir
Galatasaray yönetiminin, futbol takımı teknik direktörü Tudor’un görevine son vererek, yerine, “yine ve yeniden” Fatih Terim’i tercih etmesi spor medyası başta olmak üzere tüm medyada ciddi haber ve tartışma konusu oldu.
Bu nasıl bir “güç”tür ki; dördüncü kez kendisini tercih ettirebiliyor? Ya da Galatasaray yönetimi ve Dursun Özbek nasıl bir spor yönetimi anlayışı veya hesabı içinde ki; üç beş ay önce milli takımdan herkesin üzerinde hemfikir olduğu şekilde gönderilen bir kişiyi yeniden gündeme taşıyor?
Meselenin daha başka boyutları da vardır kuşkusuz. Ama meselenin herkesin anlaması ve görmesi gereken iki farklı yönü de vardır.
Birincisi Galatasaray tarihsel olarak ortaya koyduğu ve varlık nedeni olarak sergilediği davranışlar “okul” olma geleneği, sorumluluğu ve gerekçesi ile genelde entelektüel boyutları olan, yenilikçi, farklı ve ön açan şekillerde olmuştur.
İşte bu nedenle Fatih Terim vakası, Galatasaraylılık uzgörüsüyle çelişmektedir.
Somutlarsak; bir göreve dördüncü kez gelmek ve getirilmek sadece başarıdan kaynaklanan bir olgu veya durum olamaz. Eğer öyle olsaydı üç kez gitmiş/gönderilmiş olunmazdı.
Elbette mesele birilerinin gidip, diğerlerinin gelmesi değildir. Mesele birilerinin sürekli gelmesi ve sürekli gidiyor olmasıdır. Oysa gelgitlerin hiç olmazsa bir sistematiğinin ve nedenselliğinin olması gerektiği açıktır.
Örneğin Derwall diye bir adam Galatasaray’a dört kez gelmedi. Bir kez geldi. Ama o bir kez gelişiyle çehreyi değiştirdi. Çünkü anlayışı değiştirdi.Ve hatta Türkiye’nin dünya üçüncülüğünün temellerini Galatasaray’da attı.
Peki, dördüncü kez gelen futbol adına hangi çehreyi ve anlayışı değiştirdi veya geliştirdi?
İşte tam da bu bağlamda Türkiye futbolunun, futbol dışındaki başka işlerin ve ilişkilerin aracı olmaktan çıkarılması gerektiği bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Galatasaray, Galatasaraylılık düşüncesine ve değerlerine pek uygun davranmayarak ya da çürümüş futbol gerçekliğine uygun ve hatta biraz da ihanet ederek kokuşmuş futbol piyasasına, koşullarına ve ilişkilerine onay veren ve hatta içinde yer alan bir tavır içine girmiştir.
Galatasaray’ın daha önce de bu konularda benzer epey defosu vardır. En azından Metin Kurt gibi bir futbolcusunu sırf “solculuk yaptığı” için kulüpte barındırmadığını ama buna mukabil Mehmet Ağar gibi kişilerin kulüpteki etkinliklerini ve elbette FETÖ’cü futbolcuların yoğunluğunu not ederken, Tevfik Fikretlerden gelen bir Galatasaray ekolünü ve Metin Oktayların,Gündüz Kılıçların futbol takımını da not etmeden geçmemek gerek.
Özetle Galatasaray’ı, “Fatih Terim”in Galatasaray’ı olmaya tercih eden bir çizgiye yönelmiş olması Galatasaraylılık adına uygun ve doğru bir yönelim değildir. Elbette sistemin aktörlerinden çok fazla şey beklemek doğru değil ama Galatasaray dümenini biraz daha sola-insana-çalışana doğru kıracak bir kulüp olmalıdır.
İşin ve mevcut vakanın ikinci yönü şudur veya şu olmalıdır. Daha önceki yazılarda taraftar profili ve rolü ile ilgili bazı değinmelerde bulunulmuş olunsa da, Fatih Terim’in tekrar göreve getirilmesi ile ilgili olarak sosyal medya başta olmak üzere bazı yazılı medya organlarında bazı taraftarların bu işe bozulduğu, karşı olduğu üzerine yazılar yer almaktadır.
Hangi taraftar isyandadır? Gerçekten isyan edecek derecede karşı olan taraftar var mıdır? Varsa kabullenmeyen, isyan eden, karşı çıkan bu taraftarlar nerededirler? Keşke eleştiren, karşı olma gerekçelerini akılcı birer taraftar olarak ortaya koyabilen kişi sayısı, alkışlayan, davet eden, naralar atarak gösteriler yapan taraftar sayısıyla kıyaslanmayacak kadar çok olsaydı.
Karşı çıkan taraftar sayısı ile bu koşullara çanak tutan “çıldıran” taraftar sayısına iyi bakmak ve söz konusu iki farklı taraftar profilini ve nicelliğini birbirinden ayırarak iyi okumak gerek.
Bugün adı geçen kişi, aynı spor kulübünün/şirketinin ilgili işkolunda dördüncü kez tekrar sahne alıyorsa, mesele sahne almasına neden olan koşullar ve ilişkiler değildir sadece. Bu olguyu sadece çürümüş spor ilişkileri ile açıklamak yetmez. Çünkü spor ilişkileri dediğimiz şey, yönetsel üstyapı ilişkilerini ilgilendiren bir tanımlamadır daha çok. O işlerin ne olduğu ve nasıl yürüdüğü bilinmektedir zaten.
Bir şirket bir adamı üç kez gönderir ve dördüncü kez davet eder mi? Ya da etmek zorunda kalır mı? Şirketler böyle mi yönetilir? Kulüp yöneticileri şirketlerini böyle mi yönetmektedirler?
Meselenin bir de çürümüş taraftar profili vardır. Yani onbinlerce, yüzbinlerce kişinin varlığının ne anlama geldiğinin ve rolünün ne olduğuna da bakmak gerek. Sporun ve özellikle futbolun popülist ve lumpen tüketicisi konuma gelmiş/getirilmiş kitlelerden söz ediyoruz. Asıl sorun ve sistemin çürümüşlüğüne neden değil ama devamını sağlayan büyük bir kitleselliktir bu sözünü ettiğimiz. Sistemin çürümesini ateşleyen üst yapı ilişkileridir ama bu ateşin sönmemesini ve yok ederek sürmesini sağlayan işte bu çürümüş kitleselliktir.
Unutulmaması gereken şey sömürgeci ekonomik ve sosyal sistemin devamı ancak tüketenlerin tüketmeye devam etmesi ile tüketen ve tüketme alışkanlıklarının artması ile sürdürülebilir.
Tüketiciler kendi ihtiyaçları kadar değil, pompalanan ve yönlendirilen şekilde tüketmeye devam ettikleri sürece hayat egemenlerin istediği biçimde ve düzende devam eder.
Dolayısıyla ya üretim araçlarını ele geçirirsin, ya da o üretim araçları sahiplerinin istediği gibi tüketmezsin.
Başka yolu yok.. Sporda da durum budur.
Taraftar kulübün ve takımın parçası olmadığı sürece kulübün ve takımı yönetenlerin tüketicisi olur. Ne verirlerse onu tüketirler. Taraftar ne verirlerse onu tüketmemeyi öğrenmek zorundadır. Taraftar araç olmamayı, nefer olmamayı, biat etmemeyi öğrenmek zorundadır!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.