Erdoğan’ın ABD/AB emperyalizmi ile bugünkü çatışması Türkiye’yi emperyalizmden kopuşa değil, neoliberal sömürge kapitalizmi üzerinden emperyalist kapitalist sisteme re-entegrasyona götürebilir
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır. Erdoğan’ın ABD/AB emperyalizmi ile bugünkü çatışması Türkiye’yi emperyalizmden kopuşa değil, neoliberal sömürge kapitalizmi üzerinden emperyalist kapitalist sisteme re-entegrasyona götürebilir
Erdoğan “Kurtuluş Savaşı” söylemine kendini o kadar kaptırdı ki, “iki sarhoş”tan “Mustafa Kemal’i kaptırmam”a geldi. Kanlı Pazar’ın ajitatörünü Meclis Başkanlığı’na çıkarırken NATO’ya kafa tutuyor, ABD/AB’ye karşı Rusya’yla yakınlaşıldığı görüntüsü verilip “anti-emperyalizm” numaraları çekiliyor.
Başta CHP genel merkezi olmak üzere sosyal demokratların büyük bir bölümü ve geçmişin “Yetmez Ama Evet”ci (YAE) liberalleri bütün bu numaraları yemiş, zokayı yutmuş görünüyorlar. Erdoğan’ın Türkiye’yi “Batı kampından koparacağı”, “diktatörlüğünü kurma uğruna ülkeyi izolasyona sürükleyeceği” duygusu içinde Erdoğan’ın ABD’yi ve AB’yi karşısına almakla pek kötü bir iş yaptığını geveleyip duruyorlar. Erdoğan’ın yamaklığına soyunan yeni YAE’ci Aydınlıkçılar ve türdeşleri ise kendi konumlarını “Erdoğan’ın emperyalizmle olan çelişkisinin onu bağımsızlıkçı bir çizgi izlemeye zorladığı” palavrasının arkasına gizliyorlar.
Herkes biliyor ki “Erdoğan’ın Kurtuluş Savaşı” birinci olarak “iktidarını (ve kendini) kurtarma savaşı”, ikinci olarak “devlete tam olarak hakim olma” savaşı. Erdoğan’ın, bunları ABD ve AB emperyalizminin karşı yöndeki çabalarına rağmen yapmaya çalıştığı da bir ölçüde doğru. Ancak Erdoğan’la emperyalist merkezler arasındaki bu gerilimin iktidar ile emperyalist merkez arasında bir kopuşa neden olabileceği beklentisi tümüyle boş.
Erdoğan’ın iktidarını kurtarma mücadelesi devlete hakim olma mücadelesi biçimini kazandı. Türkiye devleti kontrgerilla eksenli sömürge tipi faşist bir devlet biçimine sahip. Bu devlet gücünü neoliberal sömürge kapitalizmini yönetme yeteneğinden alıyor. Zaten Erdoğan da bugünkü ekonomik ve siyasi gücünü neoliberal sömürge kapitalizminin sermaye birikimi modelini işletmesindeki becerisinden alıyor. Erdoğan sadece militan bir ırkçı ve mezhepçi değil, aynı zamanda militan bir neoliberal. 15 yıllık iktidarıyla neoliberalizmin hamisi oldu, neoliberalizm de onun velinimeti. Neoliberal yağma rejimi sayesinde büyük sermayeyi rekompoze etti ve bu rejimin yarattığı muazzam yoksulluğu ve proleterleştirme sürecini dilencileştirme ve bağımlılaştırma siyaseti ile sermaye adına yönetebilecek tek alternatif olduğunu gösterdi.
Dolayısıyla Erdoğan devlete hakim olma mücadelesini açık faşizme geçerek başardığı takdirde ABD ve AB ile arasındaki gerilimin (imkansız ama) politik bir kopuşa dönüşebileceğini varsaysak bile bu kopuşun neoliberal sömürge kapitalizminden kopuşa ilerlemesinin söz konusu olmadığı ortada. Neoliberal sömürge kapitalizmi modelinin ırkçı-gerici demagojiye dayanan bir açık faşist diktatörlükle sürdürülmesi, emperyalist kapitalist merkezler için ilkesel bir “sorun” değil. ABD ve Avrupa emperyalizminin, neredeyse 40 yıldır dünyanın birçok ülkesinde neoliberal sömürge kapitalizmini faşist diktatörlüklerle uygulamaya koyduğu, olgunlaştırdığı ve yürüttüğü biliniyor. Onlar için ilkesel sorunlar, Türkiye kapitalizminin küresel sömürü sistemi içerisindeki konumundaki değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkar. Bu gerçeğin tamamen farkında olan Erdoğan, açık faşizme geçişinin sonrasında ABD ve AB ile yeniden pazarlık masasına oturmayı hedeflemektedir ve bu hedefi de gerçekçidir.
Erdoğan’ın bugünlerde Rusya ve İran’la kurduğu ilişkiler nedeniyle Türkiye’yi emperyalist-kapitalist sistemden bağımsız bir başka uluslararası ilişki zeminine taşıyacağı ve böylece ABD emperyalizmine olan 70 yıllık bağımlılık ilişkisine son verebileceğini düşünmek için ise insanın özel bir uyuşturucunun etkisinde olması gerekir. Rusya da İran da uluslararası kapitalist sistemin parçalarıdır. ABD ve AB gibi eski emperyalist merkezle “çelişki halinde” olmaları, bu sistemin dışında oldukları anlamına gelmez. Rusya uluslararası kapitalist sistemin yeni emperyalist merkezlerinden biridir. İran ise Avrupa emperyalizminin çeşitli merkezleri üzerinden dünya kapitalist sistemine entegre olma çabasındaki kapitalist bir ülkedir. İki ülkenin de “anti-emperyalist bir bölgesel alternatif” peşinde olmadığı ortadadır. Sorunun esası şudur: Türkiye’nin Rusya ve İran’la kuracağı ilişkiler Türkiye kapitalizminin uluslararası kapitalizm içindeki yerini, konumunu ve bağımlılık ilişkileri kompozisyonunu dönüştürebilir mi? Bu sorunun yanıtı üzerinde kafa yormak bile gereksiz. Ne Rusya ve İran böyle bir alternatif oluşturuyorlar ne de Türkiye kapitalizminin ABD ve AB emperyalizmi ile bağları, mülkiyet ilişkileri sisteminde köklü bir değişiklik yapılmaksızın bu şekilde bir yön değişimini sağlayacak güçtedir.
Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır. Erdoğan’ın ABD/AB emperyalizmi ile bugünkü çatışması Türkiye’yi emperyalizmden kopuşa değil, neoliberal sömürge kapitalizmi üzerinden emperyalist kapitalist sisteme re-entegrasyona götürebilir. İşte bu yüzden Erdoğan açık faşizmine geçişe karşı mücadele emperyalizme ve neoliberalizme karşı mücadele olarak yürütülmek zorundadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.