Aragon, Nazım Hikmet, Eluard, Cesar Vallejo, Neruda, Brecht ve daha birçoğunun komünist olması komünizmin siyasi arzusuyla evrensel bir adresin şiirsel arzusu arasında sıkı akrabalığın açık bir kanıtıdır
Aragon, Nazım Hikmet, Eluard, Cesar Vallejo, Neruda, Brecht ve daha birçoğunun komünist olması komünizmin siyasi arzusuyla evrensel bir adresin şiirsel arzusu arasında sıkı akrabalığın açık bir kanıtıdır
Dünyayı dolaşan filozof, bir ara verip bize düşüncelerle ilgili tutkusu kadar önemli olan şiir’le (şiir sanatı ile) ilgili sevgisini söylüyor ve belirtiyor ki bu nadir bir olaydır.
Nicolas Dutent: Şiir’i sevdiğinizde nakarat havası olan bir paradoksla telaşlanırız: Bugünün şairlerinin sayısı dünün şairleri kadar çok ve yayınları da öyle ama sizin de belirttiğiniz gibi “şiir ne yazık ki bizden uzaklaşıyor”. Burada uzaklaşan nedir? Okuyucu mu dönem mi?
Alain Badiou: Kuşkusuz dönem. “Liberalizm” adı altında esas vahşetine geri dönen kapitalizmin egemenliği zamanlarında, daha fazla kişiye ulaşmak arzusu içinde olan şiir, sadece en yoğun ama aynı zamanda en sabırlı başkaldırıyla uzlaşarak yaşayabilir. Bunu Hugo ile Rimbaud arasında olduğu gibi Lautréamont ve Vallejo, Aragon ya da Brect arasında yaptı. Bununla birlikte, zamanımız henüz bizi bunaltan egemenliğin büyüklüğünde isyan etmiş bir yenilikte değildir. Bu noktada, ara bir dönemdeyiz: Komünist geçmişin bilançosu henüz yapılmadı ve gelecek henüz tembih edilmedi. Ama çok iyi şairler var.
Platon’dan beri filozofun şiirden tedirgin olduğunu biliyoruz. Bu uyuşmazlık size iki karşılaştırma ilham ediyor: Şiir felsefe için tam olarak “bir belirtinin eşdeğeri”dir ve filozof “şairin arzu edilen bir rakibi” olarak algılanır. Şiir açısından felsefenin bu ilk kuşkusu neden oluşur? Bu anlaşmazlık aşıldı mı yoksa hala yaşıyor mu?
Platon “şiir”adı altında destan ve tiyatroyu mahkûm ediyordu. Buna, fabl’ın destansı kaydında (destansı eylemlerin taklidi ve abartılması) ya da temsilin tiyatrocu kaydı altında (şiddetli tutkuların oyuncu tarafından taklidi) “mimetik” (benzeşme) adını veriyordu. Ben de, şiirsel geleneğin duyarlı, şarkımsı, metaforik, lirik yönü açısından ve daha sert, daha sıkı tümcelenmiş, sonuçta daha düzyazı arzusunda bu düzeyde bir şeyler görüyorum. Her iki durumda da, Rimbaud’nun tüm anlamların karışıklığı karşısında olan çileci ve entelektüel bir istek türü söz konusudur. Rimbaud da gerçeğin katı uhdesine, pazarlık yaparak geri dönerek bu karışıklığı sonunda mahkûm eder. Platon’un sözünü ettiği felsefe ile şiir arasındaki “antik uyuşmazlık” şiirsel amacın bölünmesi olmuştur ve bu, esasında birbirine kötü şekilde koşan Rimbaud ve Mallarmé ikilisinden itibaren başlamıştır. Buna karşın, benim tasarladığım felsefe ise şiiri tüm şiir sanatı varlığının önemli bir koşulu olarak kabul eder.
Bir şiirde anlam çoğu kez açık ve pek sabit değildir ve kimi kez de kaybolup gider. Bu anlamın hareketliliği, saf rasyonalitenin geri çekilmesi, şiir’in “düşüncesi” gibi bir şeyi aramaya çalıştığımızda üstesinden gelinmesi gereken önemli bir zorluk mudur?
Hayır öyle düşünmüyorum. Özellikle matematikle öğrendiğimizle, uzun süredir düşüncenin anlama hiçbir şekilde indirgenmediğini biliyoruz. Çoğu kez dinsel yöne dönen yorumlama felsefesi (hermenötik) düşüncenin amacının anlamın çözülmesi olduğunu ortaya koyar. Düşüncenin normu gerçektir ve kuşkusuz ki gerçek anlamsızlık olarak da açıklanabilir. Hatta çoğu kez yaptığı da budur: Anlamda bir delik ve özellikle sağduyuda.
“Şiir hiçbir nesneyi, hiçbir nesnelliği amaçlamaz, varsaymaz ne de betimler”. Peki, şiirde geçip giden bilgi hangi türdür ve dünya hakkında deyiş nedir? Şiirde hangi düşünce eylemiyle ya da eylem düşüncesiyle işimiz vardır?
Şiir’in düşünce eylemi çoğu kez nesnelliğin, nesnel varlığın içerdiği gizemi, paradoksallığın anlamını çözmektir ve bunu yaparken de, dünyaya yolladığımız soru ya da soruları değiştirmektir. Bu eskiden bilinmeyen dil kaynaklarının keşfiyle yapılır. Böylece, dünyasal görünüşlerin anlaşmalı nesnelliğinin dilde gösterilmesi gereken bir varolmayla desteklenen bir yüzey olduğu ortaya çıkar. Matematik fizik görünür nesnelliğin formel yasalara çekildiğinde bozulduğunu gösterir ki bu yasalar sadece hesaplanmış formüllerle söylenebilir. Şiir nesnelerin varolmasının sadece eğer onları nesnellikten çıkarırsak var olduğunu gösterir ve bir şekilde, dil’in keşfedilmesinde onlara doğru bir başka şekilde “gidilir”.
Kısaca, sizin teşhis ettiğiniz felsefe ile şiir arasındaki, mümkün olan üç ilişkiyi açıklar mısınız: Kimlikçi rekabet, kanıtlayıcı uzaklık ve estetik bölgecilik.
Birinci ilişki şudur: Şiir ve felsefe dünyanın anlamını keşfetme tekelini tartışmaktadırlar. Üçüncü ilişki felsefenin bir şekilde Güzel‘in genel yasalarını bir estetik içinde açıklayarak şiir‘i dışa taşırmak istediğini iddia eder. İkinci ilişki ise şiirsel kanıtın doğası klasik metafiziğin hareket ettiği rasyonel mantıktan çok farklı bir “mantık” oluşturur. Ben ikinci ilişkiye yakınım ama şiir‘in, yaşayan yaratıcı düşünce olarak, rasyonel felsefi kanıtlama için bir koşul olduğunu, tersi olmadığını destekliyorum.
Bu denemede “şairlerin zamanı” adlı bir felsefi kategori yaratıyorsunuz. Felsefi doyum noktası ve dönemsel bir durum olarak ele alınan bu zamanın belirleyicileri nelerdir? Bu şiirsel olgu ne zaman doğar ve ölür?
Bu zaman, felsefede, felsefeyi bilime kaynak yapan pozitivizm ve felsefi seçimleri dışa taşıran ve tümüyle koşullandıran politikanın görüşüyle birlikte hüküm sürmesinden hareketle başlar. Bu aynı zamanda metafiziğin sonunun, ölümünün bildirildiği bir andır. 19. yüzyılın ve 20.yüzyıl başının da önemli bir kısmını ilgilendirir. Hegel’in ölümüyle ve Husserl ve Heidegger’in fenomenolojisi arasında felsefi yaratım ender hale gelir ve metafiziğin sonu geldiği her olayda duyurulur. Bu kısımda, şiir’in felsefeye daha önce verilmiş bütünlük, anlama ya da anlamsızlık, gerçeğin koşulları, gerçeğin varlığı, yücelik vb. ilgili işlevleri üstlendiğini düşünüyorum.
İncelemenizde Celan, Mandelstam, Caeiro, Mallarmé, Rimbaud, Hopkins, Stevens, Beck, Hikmet, Brecht ya da Pasolini gibi çok farklı şairleri ele alıyorsunuz. Şairlerin seçimi kişisel tercihlere mi yoksa ispatlayıcı bir mantığa mı dayanmaktadır?
Seçimlerimin kişisel olduğunu düşünüyorum ama bir şekilde de, tüm saydığınız şairlerin, her ne olursa olsun, çok büyük şairler olduklarını ve neden böyle olduklarının nedenlerini gösterebileceğimizi düşünüyorum. Bakın, matematik‘te olduğu kadar şiir‘de de ya da politikada büyüklüğün, önemin, felsefenin koşullarının kaydına girmiş eser olarak belirlenmiş eserlerin felsefi apaçıklığı vardır. Arşimet, Gauss ya da Galos ve Emmy Noether; Sappho, Holderlin, Rimbaud ya da Stevens; Toussaint-Louverture, Marx ya da Rosa Lüksemburg ve Mao olsun, burada, bilgi adı altında özel bir ad altında, felsefi yapının emredici bir çağrısı vardır.
Şiir ve komünizm arasında size önemli görünen bir bağı inceliyorsunuz ve geçen yüzyılda, hemen hemen tüm dünyanın dillerinde “çok büyük şairlerin” komünist olduklarını hatırlatıyorsunuz. Şiirsel etkinlikte baştan aşağı komünist olan nedir? Sizce şiirin kullandığı komünizmin hangi kanıtları en belirgindir?
Nasıl ana dil “sitesinde” bulunan insanlara yönelikse, bir ana dilin yapabileceği en şaşırtıcı keşif olan şiir de hemen herkese seslenir. Şiir seslendiği halkın nasıl görgülü bir topluluk olduğunu kabul edebilir? Ampirik olarak, bu olabilir. Bugün ise örneğin, şiir dar ve eğitimli bir halka seslenir. Ama söylemem gerekirse bu şiirin hatası değildir. Herkes için denemeye, yaratılmaya devam etmektedir ve Lautrémont’un da arzu ettiği gibi herkes tarafından yapılır. Çağdaş şiirlere ilgideki azalmayı yaratan sadece tarihsel-siyasi durumlardır. Bu nedenle, durumlar büyük ölçekte elverdiğinde, evrensel ve eşitlikçi bir yüzde şiir kendini tanır. Aragon, Nazım Hikmet, Eluard, Cesar Vallejo, Neruda, Brecht ve daha birçoğunun komünist olması komünizmin siyasi arzusuyla evrensel bir adresin şiirsel arzusu arasında sıkı akrabalığın açık bir kanıtıdır.
Yaşamınıza şiir nasıl ve ne zaman girdi? Şiirle günlük bir ilişkiniz var mı? İçinizde hangi şairler var?
Ben şiiri okula ve anneme borçluyum. Çok erken yaşlarda, sınıfta, Lafontaine’in fabllarını, Ronsard’ın içli şiirlerini, Du Bellay’ın pürüzsüz sonelerini, Lamarthe’ın Göl‘ünü, Villon’un asılanların koşuklu masallarını, Hugo’nun uyuyan Booz‘unu, Vigny’nin çoban evini ve Heredia’nın tarihi eskici dükkanını ya da Valéry’nin deniz mezarlığını öğrenmemi tembihlemelerini sevdim ve çok kez yorumladım. Ve daha sonra Nerval, Mallarmé, Rimbaud… Annem Fransızca öğretmeniydi, pek bilinmeyen ama yoğun olan Fransızca dilinde şiirin geniş repertuarlarına beni yönlendiriyordu. Sonra, geçen yüzyılın büyüklerine sıra geldi: Saint John Perse, özellikle sürgün (gurbet) ve 17 yaşında bunu şaşkın kızlara söylüyordum. Daha sonra, her şeyin zihninizde tutarlı olduğu ve nöbet tuttuğu an gelir ve tüm büyük şairler tüm dillerde yerini alır. Tüm şiir içimde ve tercihler sadece dönemseldir ya da şu ya da bu felsefi soruna yaptığı etkinin sonucu doğrultusundadır. Bitirdiğim son felsefe kitabımda (Gerçeklerin sürekliliği) sonluluğun farklı zorunlu kişilerini eleştirdiğim bölüm (tüm baskıların içimizde sonsuzluğun yolunu kestiğini ve bizi sonluluğun çarklarına soktuğunu düşünüyorum) şiirde güçlü müttefikler bulmaktadır. Burada Victor Hugo, René Char, Paul Celan, Emily Dickinson, Samuel Beckett, Mandelslam, Pessoe, Brecht titizlikle yerlerini alır… Evet, efendim Platon’un tanısını tersine çevirdim: Şiir, matematikle birlikte hasta zamanımızın yakalayabileceği gerçekleri kavramak için felsefi dilin inşasında en önemli destektir.
23 Kasım 2017
[L’Humanité gazetesindeki Fransızca orijinalinden İsmail Kılınç tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.