Her seferinde şunu hatırlayalım yeter. Bu sokakların gerçek sahibi ,o sokaklarda hakları için mücadele eden bizleriz. Biz bu sokaklarda özgürleştik, sokaklar da bizimle özgürleşti. Yasak ne ki!
Her seferinde şunu hatırlayalım yeter. Bu sokakların gerçek sahibi ,o sokaklarda hakları için mücadele eden bizleriz. Biz bu sokaklarda özgürleştik, sokaklar da bizimle özgürleşti. Yasak ne ki!
Karayı kaldırın, maviyi koyun, umudumu yitirmedim
Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde
Eliniz beyazken uzatın isterim
Karayı kaldırın, sevgiyi koyun, umudumu yitirmedim.
Gülten Akın
Umudumuzu yitirelim diye ne kadar karanlık varsa çöküyor üstümüze. Tam diyoruz biraz nefes alacağız, haydi bir karanlık daha.
İnadımız, yan yana gülüşlerimiz şimdiye kadar hep cesaret oldu bize. Bir kahvaltı sohbeti bile yetti yeniden umutlarımızı tazelemeye. Derken birdenbire karanlık olmuş mavi.
Ne yapsak yasak denilen günlerden geçiyoruz uzunca süredir. Mesela “hava kararınca türkü söylemek yasak” diye bir şey koydular önümüze. Daha neye yasak denilecek diye aklımızı zorlarken yaratıcılıkta sınır tanımadılar.
Bu kadar çok yasak varken bizim de yaratıcılığımızın sınırlarını zorluyorlar elbette. Her yeni yasak yeni bir direniş biçiminin filizlenmesinin habercisi oluyor haliyle.
Biz kadınlar için atacak tek bir geri adım yok. Yıllar içinde itinayla bir bir saldırdılar haklarımıza, hayatlarımıza. İtaat ettiremeyince çılgına döndüler. Evde kocaya, sevgiliye, babaya, kardeşe itaat etmeyen kadınlar, polisi/devleti gelince de geri durmadı elbet.
Geçen seneki 25 Kasım sürecini Ankara’dan doğru anımsayalım. OHAL’in başkenti Ankara’da 25 Kasım günü polisin eyleme saldıramadığını ve ardından ise üzerindeki kırmızı montla aynı renge boyanan yüzünü ve kadınların meydan okuyuşunu çok iyi anımsıyoruz. Ne vardı ki bu eylemden bir yıl sonra kadınlara bu eylemi bir facebook iletisi hatırlatınca mutlu oluyorlardı? Biraz o sürecin nasıl olgunlaştığını paylaşayım o zaman sizinle.
Ankara sokaklarında inanılmaz bir baskının olduğu günlerden geçiyorduk. Sokakta ne yapılmak istense şiddetle bastırılmaya çalışıldı, herkesin kafası bir miktar karışık, biraz da gerginlik vardı. 25 Kasım haftası geldi çattı. Ne yapacağız da “bu abluka dağıtılacak” diye düşünürken bir cadı kazanı kaynatma fikri geldi aklımıza. Bir şarkı yazdık yasaklarla dalga geçen, tenceremizi aldık çıktık sokağa. Polis “Müzik yapamazsınız, yasak! Üç kişi yan yana gelirse müdahale ederiz” saldırmakla tehdit etti.
Derken dağıldık sokağa. Önce birkaç figürle başladık, sonra şarkı geldi peşinden, gerginliğimiz sesimizden belli. Eyleme başlamış olmanın vermiş olduğu huzur vardı hepimizin yüzünde, gerginlik hemen neşeye bıraktı yerini. Bir polis yaklaştı arkamızdan bir şeyler söylemeye çabaladı, dinlemiyoruz tabi. Sağa sola bakıyorlar, tüm sokak bizi izliyor. Eylemin içinde olan olmayan herkeste aynı ferahlama ve coşku. Şarkı söyleye söyleye geçiyoruz Konur’u. Çevik yığını bir ileri, iki geri bizi takip ediyor. Amirler şaşkın, amirler şok! Polis yığını dibimizde, kırmızı suratlı amirin telsizi elinde, hiçbir şey söyleyemeden geliyorlar arkamızdan. Şarkı sürdükçe etraftan alkışlar ve gülümsemeler eşlik ediyor yürüyüşümüze. Şarkı bitiyor, 25 Kasım çağrısı yapılıyor. Bir kadın çıkıp durumu özetliyor: “O yasak, bu yasak, şu yasak. Aman da vali, aman da OHAL.”
Tam olarak ruh halimiz bu olsa gerek ki eylem bitmek bilmedi. Sokaktan ayrılıyoruz, bu sefer Halkevi Genel Merkezi’nin camlarından şarkı söylemeye devam ediyoruz. Bir kısmımız binanın girişindeki kafede şarkı söylemeye devam ediyor. Sanki hiç bitmeyen bir şarkı, gün boyunca hatta ay boyunca hepimizin kulağında kalıyor, diline dolanıyor.
Yani biz öyle bir nefes alıyoruz ki, o nefesin derinliğiyle aylarca OHAL’i unutup da devam ediyoruz eylemlere. Karayı kaldırıyoruz, maviyi koyuyoruz neşemizle…
Ne zaman yapamazsınız deseler aldırmıyoruz. “Konur yasak! Kolej yasak! Sakarya yasak!” Bakınız: Kadınlar 25 Kasım’da sokakta, 8 Mart’ta sokakta, kadın düşmanı yasalara karşı sokakta. Üstelik de yasak denilen her yerde sokakta! OHAL koşullarında dahi Türkiye’nin yirmiden fazla noktasında aynı anda sokağa çıkacak kadar da örgütlü. Hem sadece sokaktaki yasağa karşı değil, yaşamlarına yönelik her türlü müdahaleye karşı ayakta!.
Yine bu yıl 25 Kasım’a giderken kadınların tüm kazanılmış haklarına saldıran, makbul kadınlar yaratmaya çalışan, istihdam paketleriyle güvencesizliği hak gören medeni hakları, müftüye emanet eden, boşanma davamızı arabulucuya göndermek isteyen, kendi özgün kadın düşmanlığını ve gericiliğini inşa eden bu tek adam rejimine kendi özgünlüğüne yakışır eylemlerle cevap vermek güzel olmaz mı?
Her seferinde şunu hatırlayalım yeter. Bu sokakların gerçek sahibi ,o sokaklarda hakları için mücadele eden bizleriz. Biz bu sokaklarda özgürleştik, sokaklar da bizimle özgürleşti. Yasak ne ki! Kaç kere yasak dendi bize:
Bu saatte hiçbir yere gidemezsin.
Bu etek çok kısa giyemezsin.
Bu çocuğu gözüm tutmadı, görüşemezsin.
Yuvanı yıkamazsın.
Evlenmeden aynı evde yaşayamazsın.
Bu iş erkek işi, sen yapamazsın.
Yani? Ne oldu ? Sonucu hepimiz biliyoruz. O kalıptan bu kalıba koymaya çalıştılar ama hiçbirine sığmadık.
Yine sığmıyoruz! Haydi o zaman sokağa taşma vakti. 25 Kasım’da sokağa!
KADINLAR YİNE YASAĞI DELDİ: “ELLER HAVAYA, 25 KASIM’DA KADINLAR SOKAĞA”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.