Ukrayna ve Polonya’da yaşayan Yahudi halkının son yıllarda Neo-Nazi etkinliklerden duydukları rahatsızlığı sık sık yüksek sesle dile getirmeleri boşuna değil
Rusya Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na Nazizm’in yüceltilmesinin kınanmasını ve ırk ayrımcılığıyla mücadeleyi isteyen bir tasarı sundu. ABD ve Ukrayna tasarıya “hayır” oyu verdi. ABD’nin “hayır” oyunun nedeni “ifade özgürlüğünü kısıtlamak istememe” olarak açıklandı
Varşova’da Polonya Bağımsızlık Günü kutlaması örtüsü altında düzenlenen faşist yürüyüşe 60 bin kişinin katılması ve yürüyüş boyunca Neo-Nazi sembollerin açıktan kullanılması ve Neo-Nazi sloganlarının son derece rahat atılması Batı kamuoyunda tartışmalara yol açtı.
Yürüyüş hakkında yazan New York Times editoryası, bu gösterinin aşırı sağcı milliyetçilerin ve ırkçıların slogan ve sembolleriyle dolu olduğunu belirtti ve bu akımın Avrupa’da ve Amerika’da giderek daha fazla görünür ve iddialı hale geldiğini gündeme getirdi. (Torches and Hate on the March in Poland, Nov 14)
Editorya açık ırkçı sembol ve sloganlara rağmen bu gösteride sadece gösteriye karşı bir protesto yapmak isteyen demokrasi yanlılarının gözaltına alınmasına ve Polonya hükümetinin aşırılıkçılığı kınamasına rağmen gösteriyi bir “yurtseverlik eylemi” olarak sahiplenmesine dikkat çekti.
Editorya Amerika ve Avrupa’da bu hareketlerin güçlenmesinde ve meşruiyet kazanmasında en fazla son dönem etkinliğini arttıran milliyetçi ve popülist lider ve yönetimlerin payı olduğunu ileri sürerken; buna örnek olarak Trump’ın Charlottesville’deki ırkçı şiddeti mazur gören yumuşak tutumunu ve Polonya’daki iktidar partisinin yargıyı ve basını kontrol altına alma girişimlerini, İslam ve göçmen karşıtı sert ve ayrımcı söylemlerini ve bu gösteriyi sahiplenmesini verdi.
Editorya, Varşova’da gözler önüne serilen iğrenç sloganların ve bunları mazur gören Polonya hükümeti ve benzer bir tutum sergileyen Trump yönetimi gibi iktidarların tutumlarından ötürü sürekli eleştirilmesini öneriyor; Batı’da bu hareketlerin yükselişte olduğunu, ancak güçlü temelleri bulunmadığını ileri sürüyor ve Fransa örneğinin gösterdiği gibi bu hareketlerin geriletilebileceğini düşünüyor.
Trump’ın başkanlığa aday olmasından itibaren kararlı bir Trump karşıtı yayın çizgisi geliştiren New York Times’ın neo-faşist hareketlere karşı yaklaşımındaki esas kaygının bu vesileyle Trump’a vurmak olduğu anlaşılıyor; çünkü Polonya ve Ukrayna’da neo-faşist grupları mazur gören, onlara geniş yaşam alanı açan hükümetler New York Times’ın arkasında çok güçlü durduğu ve toz kondurmadığı Demokrat Obama döneminde ABD’den çok ciddi destek aldılar ve bu kesinlikle Trump’a özgü bir yaklaşım değil.
Ukrayna’da neo-faşistleri hükümete ortak eden Maidan Darbesi döneminde ABD’de Obama yönetimi vardı. Neo-faşist hareketin kimi lider kadroları o dönem Washington’da itibar görüp, ağırlanıyorlardı. Bu yaklaşıma uygun olarak New York Times sayfalarında da defalarca “Rus saldırganlığına karşı savaşan vatansever Ukraynalılar” olarak yüceltildiler. Faşist militanlara Ukrayna Ordusu’nun üniformasının giydirilmesinin ardından bu güçleri finanse eden, eğiten ve silahlandıran Obama yönetimine bağlı ABD askeri güçleriydi.
Öyle ki, Sovyetler Birliği’nden Amerika’ya çocukluğunda göç etmiş yazar Lev Golinkin iki ay önce The Hill’de Trump yönetiminin Ukrayna’yı silahlandırmak için girişimlerde bulunması üzerine yazdığı yazıda, Ukrayna’yı silahlandırmada ısrarın bu ülkedeki Neo-Nazi etkinliklerinin boyutlarını tartışmayı gerektirdiğini yazdı. Kendisi de katı bir Rusya yönetimi karşıtı olan Golinkin yazısında, Batı’da bazı yorumcuların Ukrayna’da Neo-Nazi etkinliğinin olmadığı, bunun bir Putin propagandası olduğu yönünde savunma yaptıklarını, ancak bunun doğru olmadığını dile getirdi. (The reality of neo-Nazis in Ukraine is far from Kremlin propaganda, 11/09/17)
Golinkin yazısında, Ukrayna’da etkin olan Neo-Nazi grupların varlığını Rusya propagandası gerekçesiyle reddetmenin Batı’da da yükselişte olan ırkçılık gerçeğine de gözleri kapamak olduğunu vurgularken, Ukrayna’daki silahlı Neo-Nazı grupların etkinliğine ilişkin BBC, New York Times, Guardian, Telegraph, Reuters gibi ana akım Batı medyasının önemli temsilcilerinin yaptığı haberlerden örnekler veriyor ve tümü ana akım Batı basınına ait olan bu haberlere “nasıl Rus propagandası denilebilir?” sorusunu soruyordu.
Ukrayna’daki silahlı faşist örgüt Azov Taburu’nun liderlerinden Andriy Biletsky’nin daha önce İngiltere’nin Telegraph gazetesinde yayınlanan söyleşisinde ifade ettiği görüşleri aktaran Golinkin, Biletsky’nin Azov’dan önce “Ukrayna Yurtseverleri” isimli örgütün kurucusu olduğu bilgisini veriyor. “Ukrayna Yurtseverliği”nin niteliği Golinkin’in aktardığı Biletsky’nin aşağıdaki sözlerinde tam ifadesini buluyor:
“Ukrayna’nın misyonu, dünyanın beyaz ırklarının Sami ırklara karşı varlıklarını sürdürebilmek için verdikleri son kutsal savaşa liderlik etmektir.”
Ukrayna “vatanseverliği” ya da “yurtseverliği” adı altında senelerdir beslenip büyütülen, ABD ve AB eliyle Ukrayna hükümetine ortak edilen, ABD tarafından Ukrayna Ordusu’nun içine Ulusal Muhafız adı altında yerleştirilen ve ABD tarafından eğitilip donatılan faşist güçlerin kendilerine yüklediği misyon bu sözlerde ifadesini bulmaktadır; ama bu güçler misyonu Rusça konuşan Ukraynalılara karşı savaşarak yerine getirmektedirler.
Golinkin, Azov Taburu ve diğer faşist gruplar hakkındaki işkence yapma ve kötü muamelede bulunma suçlamalarını gündeme getiren kurumların Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) olduğunu, Azov’un Fransa ve Brezilya’da yürüttüğü örgütlenme faaliyetlerini Simon Wiesenthal Center’ın ortaya çıkardığını ve Azov’un resmi internet sitesinde Nazi Toplama Kamplarındaki faşist muhafızların ve bugünkü Neo-Nazilerin kullandığı sembollerle aynı sembolleri kullandığının görüldüğünü söylüyor ve bir kez daha soruyor, “bunlar nasıl Rus propagandası olabilir?”
Golinkin’in bir başka vurgusu meselenin farklı bir boyutuna ışık tutuyor. Golinkin, ABD’de Charlottesville’de kullandıkları şiddetle gündeme gelen Amerikalı Neo-Nazilerle Azov Taburu ve Ukrayna’daki diğer grupların kullandıkları sembollerin de aynı Neo-Nazi sembolleri olduğunu, ancak bu grupların ABD’de yarattığı tehlikelere dikkat çekenlerin önemli kısmının Ukrayna söz konusu olduğunda farklı tutum aldığının altını çiziyor ve “milyarlarca dolar dış yardım gönderdiğimiz bir ulusu neden aynı standartlarla değerlendirmemeliyiz?” sorusunu soruyor.
Golinkin, Charlottesville hakkında ana akım Batı basınında yapılan haberlerin “propaganda” olarak kabul edilmesinin çok zor olduğunu belirtirken, “kesinlikle bir Kremlin silahı olmayan” Radio Free Europa’un geçtiğimiz ay verdiği bir haberde, Ukrayna’da 20 bin göstericinin 1930’ların Nazi yandaşı etnik temizlik ve kitle katliamlarından sorumlu “Ukrayna İsyancı Ordusu”nun sloganları ve sembolleriyle yürüdüğünü, hareketin faşist liderlerini yücelten konuşmalar yaptığını aktarıyor ve bu durum karşısındaki sessizliğe işaret ediyor.
Guardian gazetesine geçtiğimiz hafta Varşova’da düzenlenen faşist gösteriyle ilgili bir yazı yazan Christian Davies New York Times editoryasıyla aynı görüşte, ona göre de gösteriyi düzenleyen grupların kökleri 1930’ların faşist hareketlerine dayansa da, gösteride bazı Neo-Nazi gruplar yer alsa da gösteriye katılan asıl çoğunluğun bu gruplarla bağlantısı sınırlıydı. (‘More girls, fewer skinheads’: Poland’s far right wrestles with changing image, Nov 18)
Yazıda görüşlerine yer verilen Varşova’da yaşayan bir Siyaset Bilim profesörü Rafal Pankovski aynı zamanda “Bir Daha Asla” ismini taşıyan ırkçılık karşıtı bir grup üyesi. Pankovski ise Batı kamuoyunda Neo-Nazi etkinliğini küçük göstermeye çalışan genel yaklaşımın aksine önemli bir noktaya dikkat çekiyor. Ona göre, Neo-Nazilerden farklı yaklaşıma sahip olsalar dahi katılımcı kitlenin Neo-Nazi sembol ve sloganlar karşısındaki sessizliği tehlikenin ta kendisidir. Bu gösteriye çocuklarıyla birlikte katılan göstericilerin bu sembol ve sloganlardan herhangi bir rahatsızlık duymaması asıl tehlikedir. Pankovski, tutucu sağ ile “aşırı sağ” arasındaki ayrımların bu eylemde olduğu gibi belirsizleşmesinin demokratik toplumlar açısından asıl tehlikeyi oluşturduğunu düşünüyor.
Pankovski, “bu yürüyüş bir aşırı sağ kabarma değil, aşırı sağın politik düşüncelerinin ana akım Polonya söylemine sızmasıdır” diyor. Acaba öyle mi? Bu sadece bir sızıntı mı? Princeton Üniversitesi’nde Tarih Profesörü olan Jan T. Gross Polonya’daki Yahudilerin tarihi üzerine çalışmalar yapıyor. Polonya’da gerçekleşmiş Yahudi katliamları hakkında araştırmaları ve bu konuda bir kitabı bulunan Gross, “Anti-semitizm Polonya milliyetçiliğinde derin kökleri olan yerleşik bir unsurdur” diyor. (Poles Cry for ‘Pure Blood’ Again, New York Times, Nov 16)
Gross, Varşova’daki gösteriyi iki neo-faşist örgütün düzenlediğini ve az sayıdaki cesaretli kadının bu gösteriye karşı durmaya çalıştığını, “Faşizmi Durduralım” pankartı açan kadınların saldırıya uğrayıp gözaltına alındığını aktardıktan sonra soruyor, “bu kadınlar yürüyüşe faşist diyerek durumu abarttılar mı, ya da gerçekten Polonya’da faşizmin yeniden canlanışını mı izliyoruz?” Gross’un kendi sorusuna yanıtı şudur: “Ben kadınlara inanıyorum.”
Polonya’da göçmen karşıtlığının sadece bir yılda yüzde 25’ten yüzde 75’e yükseldiğini, bu yükselişin nedeninin doğrudan hükümet eliyle aylar boyunca geliştirilen göçmen karşıtı büyük kampanyalar olduğunu vurgulayan Gross, yürüyüş sırasında, “göçmenler dışarı”, “İslam’a hayır”, “burada Müslümanları istemiyoruz” sloganlarının atıldığını ancak geçen yıl Polonya’ya sadece 1475 göçmen başvurusu yapıldığını ve bunların ezici çoğunluğunun Rusya ve Ukrayna’dan geldiği bilgisini veriyor.
İki savaş arası dönemde Polonya’da büyük Yahudi katliamları gerçekleştiren faşist unsurların rehabilitasyonu konusunda örnekler veren ve soykırımda katledilen Yahudilerin yarısının Polonya Yahudisi olduğunu söyleyen Gross, Polonya yöneticilerinin cini şişeden çıkardıklarını düşünüyor ve soruyor: “Liderlerin bu sözcük ve fikirlerin öldürücü olabileceğini anlamaları için daha ne kadar ölüm gerekiyor?”
Varşova’daki yürüyüş dikkatlerin yeniden son yıllarda Avrupa’da yükselişte olan ırkçılık ve Neo-Nazi hareketler üzerine çevrilmesine neden oldu. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Polonya’da Yahudi katliamlarında belirleyici merkezlerden biri olan Auschwitz Kampı’nda yaşananları geniş kitlelere aktarmak ve bu konuda duyarlılık yaratmak için çalışmalar yapan Auschwitz Memorial sözcüsü Batosz Bartyzel Haaretz’e Varşova’daki yürüyüş hakkındaki tartışmalar üzerine bir yazı yazdı.
Bartyzel yazısında gruplarının 13 Kasım günü yaptığı toplantıda benimsediği yeni kararı aktarıyor; kararda grubun ırkçı ve anti-semitik yaklaşımlarda, agresif milliyetçilikte yeni bir canlanma yaşandığını korkuyla gözlemlediği belirtiliyor ve tüm Avrupa hükümetlerine bunları engellemek için kararlı bir tutum ve etkili önlemler alma çağrısı yapılıyor. (Auschwitz Responds: We Reject Accusations We Downplay Jews’ Suffering Due to ‘Nationalist Bias’, Nov 20)
Bu tartışmalar devam ederken, Rusya Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na Nazizm’in yüceltilmesinin kınanmasını ve ırk ayrımcılığıyla mücadeleyi isteyen bir tasarı sundu. Tasarı 125 “Evet” oyuna karşı 2 “Hayır” oyu ve 51 çekimser oyla kabul edildi. Çekimser kalan ülkeler arasında Avrupa Birliği ülkeleri, Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda, Türkiye ve Libya da bulunurken; ABD ve Ukrayna tasarıya “hayır” oyu verdi. ABD’nin “hayır” oyunun nedeni “ifade özgürlüğünü kısıtlamak istememe” olarak açıklandı.
Amerikan yöneticilerinin Nazi seviciliği yeni değil, 2. Paylaşım Savaşı’nın erken aşamalarında üst düzey ABD yöneticileri mesela bir sonraki Başkan Truman Nazi Almanya’sının Sovyetleri istila etme girişiminden mutluluk duyuyordu. Truman şöyle diyordu: “Her ne kadar Hitler’in zaferini görmek istemesem de, eğer Rusya kazanmaya başlarsa biz Almanya’yı desteklemeliyiz ve bu onlara öldürebildikleri kadar Rus öldürme yolunu açmalı.”
Batı emperyalizmi Sovyetler ve komünizm düşmanlığı nedeniyle 20. Yüzyılda Hitler’den Franco’ya, Kenan Evren’den Pinochet’e pek çok faşist iktidarın oluşumuna ve yerleşmesine önemli katkılar sundu. Günümüz dünyasında “komünizm tehlikesi” yok ama üstesinden gelmeleri çok zor olan toplumsal ve ekonomik sorunlar ve dünya belirli noktalarında gelişen jeopolitik çatışmalar var. Faşist hareketlere sunulan desteğin arkasında esas olarak bu iki alanda oynayabileceği rollere ilişkin beklentiler bulunuyor. Orta ve Doğu Avrupa’da kitlelerin Rusya karşıtlığı temelinde mobilize edilmesinde Neo-Faşist hareketlerin en etkili unsurlar olduğu “Maidan Devrimi” esnasında ikna edici bir biçimde gözler önüne serildi.
Polonya hükümetinin Varşova’daki gösteriyi düzenleyen faşist gençlik örgütlerinin üyelerinden derleyeceği 40 bin kişilik paramiliter örgütün kuruluş gerekçesi Polonya Ordusu’na ek olarak “Rus saldırganlığına karşı koyacak güç ihtiyacı”dır. Rusya’ya karşı desteklenen ve önü açılan bu güçlerin koşullar farklılaştığında, belirli bir güç kapasitesinin üzerine çıktıklarında ne tür yönelişlere sahip olabilecekleri hakkında 20. Yüzyıl’ın kanlı bölge tarihi çok önemli veriler sunuyor.
Ukrayna ve Polonya’da faşist güçlerin derin köklere sahip oldukları ve aldıkları destekle son yıllarda yükselişe geçtikleri iyi biliniyor. Tarihsel deneyimleri dikkate alındığında bu ülkelerde yaşayan Yahudi halkının son yıllarda Neo-Nazi etkinliklerden duydukları rahatsızlığı sık sık yüksek sesle dile getirmeleri boşuna değil.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.