“Nürnberg Davası’nın belgeselini izlesinler. Onlar da ‘bana verilen emirleri uyguladım’ diyorlardı. Böyle kurtulabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar”
Yüksel Direnişi’nin birinci yılına ilişkin söyleşilerimizde, Semih Özakça ve Veli Saçılık’ın ardından bu kez de mikrofonu İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Adnan Vural’a uzattık. Vural’ın Yüksel’de direnişçilere şiddet uygulayan polislere bir tavsiyesi var: “[Hitler dönemi suçlularının yargılandığı] Nürnberg Davası’nın belgeselini izlesinler. Onlar da ‘bana verilen emirleri uyguladım’ diyorlardı. Böyle kurtulabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar”
9 Kasım’da İnsan Hakları Derneği (İHD) üyeleri, birinci yılını geride bırakan Yüksel Direnişi’nde yaşanan hak ihlalleriyle ilgili basın açıklaması yapmak için Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya gelmiş fakat polis saldırısı nedeniyle açıklama yapılamamıştı.
Yüksel Direnişi’nde hak ihlallerini raporlayan İHD’nin Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Adnan Vural, bilançonun ağır olduğunu, direnişçilerin bir yıldır her gün gözaltına alınmasından başka, 500’ü aşkın kişinin gözaltına alındığını ve Yüksel’de işkencenin sokağa taştığını belirtiyor.
“Direnmek ve hakkını aramak insani bir iştir” diyen Vural, 17’sindeki mahkemeye toplumsal muhalefetin yoğun bir katılım göstermesi gerektiğini söylüyor.
*
21 Temmuz’da OHAL ilan edildi ve OHAL’le birlikte aslında uzun zamandır yaşanan hak ihlalleri de arttı. Şöyle başlasak, Türkiye’de genel olarak yaşanan insan hakları ihlallerinin çerçevesini çizmenizi istesek?
21 Temmuz’da, 2016’da başlayan OHAL’le beraber ciddi anlamda insan hakları ihlalleri yaşandı. Sizler de görmüşsünüzdür birçok alanda yaşandı. Özellikle gösteri ve yürüyüşler yasaklandı. Eleştiri hakkı bile, bir direnme hakkı bile şiddetle karşılandı OHAL’le beraber yasaklandı. Şuanda da OHAL’in kapsamı genişletilerek toplumun tüm kesimlerine yayılan bir şiddet dalgası var. Toplanma ve gösteri yürüyüş hakkı Anayasa’da belirtilir, bunun için izin almaya gerek yoktur ama bir kişinin bile sesini çıkarması şiddetle gözaltına alınması, ardından davalar açılmasına kadar gidebiliyor.
Ombudsmanla bir toplantıya katılmıştık. Açtıkları siteye çok fazla başvuru almışlar. Açtıkları siteyi öven, hak ihlallerinin artmasından sevinen bir ombusdmandan bahsediyoruz. Bizim de OHAL’den sonra başvuru sayımız yüzde 300 artmıştır. Çok net söylüyorum bunu ve bu her kesimden, cezaevlerinden tutun, çocuk cezaevlerine, çocuklara, kadınlara yönelik şiddet o kadar çok arttı ki.
Yüksel Direnişi birinci yılını geride bıraktı. İHD, Yüksel Direnişi’nde yaşanan hak ihlallerine ilişkin bir rapor hazırlayıp İnsan Hakları Anıtı önünde basın açıklamasıyla paylaşacaktı fakat polis saldırarak İHD üyelerini gözaltına aldı…
Genel başkanımız da gözaltına alındı, evet.
Bu rapordan biraz bahseder misiniz? Yüksel’de ne gibi hak ihlalleri yaşandı?
Nuriye Gülmen, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde açığa alınan bir akademisyen arkadaşımızdı. 9 Kasım’da Yüksel’de hukuki, hiçbir şiddet olmayan bir eylem yaptı, hakkını aradı. Tek talebi vardı: İşimi geri istiyorum. 9 Kasım’da başlayan eyleme arkasından Acun Karadağ, Semih Özakça; dört gün sonra da Veli Saçılık katıldı. Bu eylem sivil itaatsizlik eylemine dönüştü aslında, olması gereken bir eylemdi. Çok güzel ses getirdi. Dalga dalga yayılmaya başladıktan sonra 23 Ocak tarihinde, yanılmıyorsam 685 sayılı KHK’yle bir OHAL Komisyonu kuruldu. Direnişler arttığı için, artık çok ses getirdiği için. Yüksel Direnişi sayesinde bu komisyon kuruldu. 23 Ocak diyoruz ama Temmuz 2017’ye kadar kadar hiçbir işlem yapmadı. Nuriye ve Semih’in açlık grevi hala devam ediyor. Hayatları tehlikede, hayatları söz konusu, ölümleri söz konusu. Hâlâ OHAL Komisyonu’ndan bir karar çıkmadı.
Nuriye ve Semih açlık greviyle beraber aslında dünyanın da gündemi oldular. Anayasa’nın 15’inci maddesine göre masumiyet karinesini savunmak gerekirken, masumiyet karinesini çiğneyen bir İçişleri Bakanlığı’yla karşılaştık. Ne yaptı? Terörist ilan etti. Terörist ilan ettikten sonra 21 Mayıs’ta gözaltına alındı arkadaşlarımız 23 Mayıs’ta da tutuklandılar. Ondan sonra arkadaşların tutukluluğu üzerine Yüksel Direnişi değişik katılımlarla, değişik desteklerle gerçekten görkemli bir hal aldı aslına bakarsanız. Kurumların desteklemesi insanların bire bir eyleme katılmasıyla beraber… Açlık grevine bir de Semih’in özgürlüğünü isteyen, Semih’in açlığını paylaşmak isteyen Esra da katıldı. Esra da hâlâ açlık grevine devam etmekte.
Baktığımızda Semih 20 Ekim’de tahliye ediliyor ama Veli Saçılık, Esra, Acun, Nazife Onay, Nazan Bozkurt, Erdoğan Canpolat, Abidin Sırma hakkında “Yasadışı terör örgütüne üye olmak ve propaganda”dan dava açıldı. Nazife Onay ve Abidin Sırma tutuklandı, daha sonraki mahkemede de iki arkadaşımız serbest bırakıldı ama Nazife İstanbul’daki davasından kaynaklı şuan hâlâ tutuklu ve ceza evinde.
Bilanço çok ilginç aslında arkadaşlar. Beş kez 2911’den dava açılmış, beş kez sadece. Bir yılda Yüksel direnişlerinin açıklamalarında tam 230 kez müdahale edilmiş. Şu sayı birinci yıl dönümü için geçerli, daha hâlâ devam ediyor çünkü. Bu müdahaleler sonucunda toplam 632 kişi işkence ve kötü muameleye maruz kaldı sokakta. Müdahale sonucunda 586 gözaltı işlemi gerçekleşti. Bahsettiğim 586 aslında birey sayısıdır. Çünkü Veli birden çok gözaltına alınmıştır, İlker birden çok gözaltına alınmıştır, bu bahsettiğimiz kişi sayısıdır. Bu çok önemli bir sayı ve ayrıca 10 binleri bulan ciddi para cezaları var. Yüksel Direnişi’de Nuriye, Semih ve diğer arkadaşların avukatlığını yapan 16 avukat gözaltına alındı ve şuan hala içerideler en son da biliyorsunuz ÇHD Genel Başkanı, Nuriye ve Semih’in avukatı olan Selçuk Kozağaçlı şuan hala gözaltındadır. Selçuk 8 Kasım’da gözaltına alındı. 8 Kasım’dan beri gözaltı hala devam ediyor, duyumlarımıza göre bu Pazartesi mahkemeye çıkarılma durumu var, bunu da bekliyoruz.[Bu söyleşinin ardından Selçuk Kozağaçlı çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı]
“OHAL’in resmini görebilmek için Yüksel’e bakmak yeterli”
27 Mayıs’tan beri aslında çok da komik bir şey var. OHAL’in resmini görebilmek için Yüksel’in kendisine bakmak yeterli. İnsan Hakları Anıtı 27 Mayıs’tan beridir gözaltına alınmış durumda, demir bariyerlerle orası çevrilmiş, bir de karakol kuruldu oraya biliyorsunuz. Güvenlik nedeniyle bunu yaptığını söyleyendi, kolluk güçleri ve valilik tarafından. Valilik görüşmemizde de “Biz oraya bir saldırı olasılığı için önlem alıyoruz” dedi fakat bir bakıyorsunuz oradaki güvenlik güçlerinin de hayatları tehlikeye atılıyor valilik tarafından. Çünkü oraya saldırı için bir zemin hazırlamış durumda. Bir karakol var bariyerle çevrilmiş durumda, sokak daracık hale getirilmiş. Bu aslında bahsettiği saldırıyı daha da katmerleştirecek bir durum. Valiliğin bu kararı aslında keyfi, kendi yasalarını çiğneyen bir karar.
“Polis amiri ‘OHAL’den kaynaklı canımın istediğini yaparım’ diyor”
Kolluk güçleri orada kanunsuz emirler uyguluyor. Emirleri uyguladıklarını söylüyorlar aslında kanunsuz emirleri uyguluyorlar. Biz İnsan Haklar Derneği olarak bu kanunsuz emirleri uygulayanlar hakkında da suç duyurularımızı yapacağız, hepsini tespit etmiş durumdayız. En son biliyorsunuz birinci yılı açıklayacağımız 9’unda genel başkanımız dahil olmak üzere yöneticilerimiz gözaltına alındılar. Bu gözaltı tamamen hukuksuz.
Polis amirinin söylediği çok ilginç bir şey var. “Evet hakkınız” diyor “Anayasal hakkınız ama ben de OHAL’den kaynaklı canımın istediğini yaparım” diyor. Şimdi canımın istediğini yaparım demek hesap vermeyeceği anlamına gelmez. Çünkü işkencede zaman aşımı yok, zaman aşımı olmayacak. Ve bu insanlar kaç yıl geçerse geçsin yargılanacaklar. Türkiye kamuoyu bile Yüksel Direnişi’nde şiddet uygulayan polisleri tanıyor vaziyette. Kendi kayıtlarını silemeyecekler. MOBESE hep tepemizde. Orada yapılan işkencenin somut kanıtları var, her gün yayınlanıyor. Her gün burada çekim yapan gazetecilik yapan arkadaşlarımız bunları görüntülüyorlar.
İşkencenin boyutu çok net ortada. Yüksel’e baktığımızda “OHAL’i anlarız” dedik ya gerçekten işkenceyi sokağa taşıma halidir bu. Düşünün insanlar haklarını arıyor. OHAL’den kaynaklı KHK’ler ile atılıyor ama birileri de vicdanen o iki insanın ölmemesi, işlerine geri dönmesi için orada eyleme geliyor ve her gün işkenceye maruz kalıyor. Bunları sayılarla ifade etmek yanlış ama bakın sokaktan geçilmiyor bile. Sokakta birisi yanlışlıkla alkışladığında plastik mermilerle kovalanıyor. Esnafın üzerine gazlar sıkılıyor. Yani “esnaf şikayetçi” diyorlardı ya vali böyle bir açıklama yapmıştı, aslında esnafın kimden şikayetçi olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Biz çünkü esnafı da dolaşıyoruz. Esnafla da sohbet ediyoruz. Oradaki insanlarla da sohbet ediyoruz. Dolayısıyla Ankara’dakiler, Yüksel’dekiler, bu işi bilenler bilir toplumun diğer kesimleri buna inanmasın, diye atılan yalanlar bir gün kendilerine çok ters tepecek.
Güvence veriyoruz. Biz onlara güvence veriyoruz. Kanunsuz emir uygulamayın. Ama Yüksel’de bazen öyle günler oluyor ki polis bile olduğunu düşünmediğimiz insanlar, tipler var orada gözaltına alanlar, darp edenler. Çünkü bir amir olarak bildiğim bir insan var. “Yapma” dediğinde “Karışma lan” diyorsa bir polis amirinin üstünde kim bu kişi?
Kanunsuz emirlere uyduğunuzda suç işliyorsunuz. Bundan vazgeçin! Çünkü kanunsuz emirleri uygulayanların bakın şu an birçoğu yok. Amirleri yok ortada. Neden? Kanunsuz emir verdikleri için yargılanıyorlar. Bir dönem FETÖ’cüler vardı. Mesela benim işkencecimin, bana sokakta işkence yapan adamın İHD’de olduğum için bana başvurusu var. Bunları söylemek hoş değil ama böyle. Onun hakkını da arayacağız tabi. Onun hakkını da arıyoruz. Aramak zorundayız. Biz böyle bakmak zorundayız, biz insan haklarına bir hak aramaya böyle bakıyoruz. “Öfkeli değiliz”… Çok öfkeliyiz ama bu öfkemiz onların yaptığı insanlık dışı muameleyedir, sokaktaki muamaleye öfkemiz var. Ama asla ve asla onların bile zarar görmesini istemeyiz.
Bu emri verenler ve uygulayanlar gerçekten mahkemelerde bunun cezasını göreceklerdir. Yakalarını bırakmayacaklardır, orada dayak yiyenler de, orada kötü muameleye maruz kalanlar da. Toplumun nezdinde zaten şuanda mahkum durumdalar. Ben İHD’li olduğum için polislerin çoğu bana şunu der mesela “Hocam biz emir kuluyuz.” “Emir kulu değilsiniz, siz vicdansızsınız” derim her defasında. Çünkü bir vicdanla yapılmalı meslek. “Şimdi git şunu öldür” dediğinde gidip öldürecekler mi? Bu mudur emir kulu olmak? “Git öldür kafasını kır” demek. Ama görüyor, orada insanlar suç işlemiyor.
Ben onlara bir öneri de bulunuyorum, Yüksel’deki güvenlik görevlilerine. Nürnberg Davaları’nın belgeselini izlesinler. Onlar da “Emir kuluyuz” diyorlardı. “Biz emir kuluyduk verilen emri yapıyorduk” diyorlardı. Biz sorduğumuzda “Emir kuluyuz” diyenler bundan kaçacaklarını düşünmesinler. Kaçamayacaklar, ‘emir kulu’ olmak insanlıktan çıkmak değildir. Bunun altını çizmek lazım. Gerçekten bazı görüntüler insanlıktan çıkma görüntüleridir. Veli Saçılık’ın kopan kolunun omuz başının kırılması bir emri yerine getirmek değildir. Bir işkencedir. Gerçekten bir hırsla, zarar verme duygusuyla yapılan bir şeydir. Bunun adı çok basit, işkencedir. Tekrarlıyorum, işkencede zaman aşımı diye bir şey olmaz.
“Yüksel Direnişi üzerinden topluma gözdağı verilmeye çalışılıyor”
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Yüksel Direnişi’nin birinci yılında gözaltına alınıyor – 9 Kasım 2017
Geçen gün yapacağınız açıklamaya saldırı olduğundan bahsettik. Sadece insan haklarına yönelik bir saldırı değil aynı zaman da insan hakları savunucularına yönelik de bir saldırıdan bahsediyoruz. Neden insan haklarını savunulmaz bir hale getirmeye çalışıyorlar?
İnsan hakları savunucuları her koşulda, insan haklarının gereği olan haklarını savunmak zorundadır. Bunun için de çok bedel ödemiştir. Onlarca üyemiz öldürülmüştür, gözaltına alınmıştır ve hâlâ cezaevinde olan onlarca arkadaşımız var. İnsan hakları kolay kolay yenilmez. İnsan hakları süreci her türlü baskı politikasının dışında düşünülmek zorundadır. Burada yapılan şey aslında bizim üzerimizden topluma bir gözdağı, korku vermek amaçlıdır.
Yüksel’deki şiddetin görünür olması bir yandan devletin işine geliyor. “Bakın biz bunları yaparız, sizi her gün döver, gözaltına alırız” demeye çalışıyor. Yüksel direnişleri üzerinden topluma da bir gözdağı verilmeye çalışılıyor. Bu verilen gözdağı ters tepecektir. Bunun uluslararası sorumluluğu, altına attıkları imzalar bağlayıcıdır. “Bunları askıya aldım, OHAL nedeniyle” diyemez. Biliyorsunuz bu insanlar “Darbeyi lehimize çevirdik” dedi, “Allah’ın lütfu” dedi. Böyle bir durumda OHAL denilen şeyin ne kadar anlamsız olduğu; toplumun tüm kesimlerinin, muhalefet değil sadece, toplumun kendisinden olmayan tüm kesimlerini cendereye almak için olduğu ortaya çıkıyor. Tamamen suskun bir toplum istiyorlar ama toplum haklarını aramaya devam ediyor. İnsanlar haklarını aramaya devam ediyor. Dolayısıyla bir yerde hak arayışı varsa, insan hakları temsilcileri de gözlemcileri de olacak, insan hakları savunucuları susmayacaklar.
Biraz geriye doğru döneceğim. En son Adalet ve Dışişleri Bakanlığı Nuriye ve Semih’in dosyasını OHAL Komisyonu’nda öne çekilmesi yönünde görüş bildirdi. Fakat OHAL Komisyonu, siz de belirttiniz, bir yıldan beri hiçbir şey yapmadı. Şuan Nuriye ve Semih’in dosyalarına ilişkin yapılan bir şey var mı sizin bildiğiniz?
Bizim elimizde malesef somut hiçbir şey yok. Somut veri olsa duyurulurdu. Ama gerçekten birazcık vicdanlı hareket etmeleri gerekiyor. İki tane insanın hayatı söz konusu. Bir kişinin ölümü demek dünyanın ölümü demek. İki kişi öldüğünde düşünemez insan, bunun gerisini düşünmek bile korkunç geliyor insana.
OHAL Komisyonu göstermelik bir komisyon olmadığını ispat etmek zorundadır. Çünkü AİHM bu dosyaların çoğunu geri çevirdi. Kendiniz çözün dedi. Hükümetin önüne bir görev koydu. Haklılığımızı biliyorlar. Haklıyız, KHK’liler olarak haklıyız. Hepimiz hukuksuz bir şekilde işten atıldık. Bu hukukun gereği olarak da hakkımızı arayacağız. Hukuki bir karar vermelerini bekliyoruz. Bütün KHK ile atılmış arkadaşların işlerine geri dönmelerini istiyoruz.
Bakın, Yüksel’in tek talebi vardır: Bir devrim, sosyalizm başka bir şey değil. Bir hak aramanın çok hakı bir yerinde işimizi geri istiyoruzdur. Çalışma hakkı denen bir hak var. Ve bu insanlar, KHK ile atılan insanların tamamı “İşimizi geri istiyoruz” dışında hiçbir slogan atmadılar.
Direnme hakkı kutsal bir haktır, İnsan Hakları Derneği olarak biz direnme hakkını savunan bir örgütüz, insanlar direndiler, direndiklerinde bile polise yönelik bir tek şiddetleri bile yoktur. Polise şiddet uygulanan bir vaka yoktur. Dolayısıyla komisyonun bir an önce haksız ve hukuksuzca KHK’lerle atılmış arkadaşlarımızın tamamını işe geri döndürmesi gerekiyor.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, Nuriye ve Semih’i kastederek “Bunları destekleyecek olursanız bunlar ölür” dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da “bunlar”ın terör örgütü üyesi olduklarını söyleyip kitapçık bastırmıştı. Bu açıklamalarla neyi amaçlıyorlar?
Başından da belirttim aslında Nuriye ve Semih’e “terörist”demek Anayasa ihlalidir, 15. Madde ihlalidir, yani suçsuzluk karinesi. Siz, bir insanı yargılamadan terörist muamelesi yapıyorsanız suç işliyorsunuz ve bunu da bakan olarak işliyorsunuz. Dolayısıyla Süleyman Soylu suç işliyor. Bu insanların hayatlarını savunmak öncelikle bütün insanların, insanlık adına herkesin savunması gereken bir durum. Mahkeme tahliye etti Semih’i. Çünkü haklarında somut hiçbir delil olmadığını kendileri de biliyor. Uydurma gerekçelerle şuan itirafçılar arıyorlar hâlâ. Nuriye ve Semih’in mahkemesini Sincan’da izledik. İtirafçı oturmuş, inanılmaz bir kurgu, hikaye koymuşlar önüne; kendisinin bile inanamayacağı şeyler söylüyor. Hakimin sorduğu soruya bile üç dakika önce söylediğini yalanlayan ifadelerle cevap verdi mesela.
Bir insan hakkını aramak için açlık grevi yapar. Açlık grevi hiç bir literatürde bir suç olarak kabul edilmez. Bir hak arayışıdır. Ve Nuriye ve Semih’in tek talebi var, çok basit, çok net bir talep: “İşimizi geri istiyoruz. İşimizi verin.” Ve işlerine döndüklerinde zaten açlık grevi bitecektir. Hiçbir şekilde bu arkadaşlarımızın ölmek gibi bir kurguları yok. Yaşamak için yapıyorlar bunu. Bu mücadeleyi yaşamak için yapıyorlar. Gerçekten baktığımızda KHK’ler ile atılmış olan insanlar için bir ışık oldular bu çıkışlarıyla. Dolayısıyla bunları kriminalize etmek, suçlu ilan etmek devletin kendi yasalarını çiğnemesidir. Çünkü topluma empoze edilen öyle bir şey var ki… Hükümet yetkilisinden herhangi birisi bir çuval yalan söyler, maalesef ki toplumun büyük bir kesimi de onu beş çuvala çıkaracak kadar da önyargısı var. Böyle krimanilize ederek toplumu ikiye böldüler.
“Düşünün ki burjuva hukukunun işleme girmesini istiyoruz”
Şu an baktığımızda şiddetin boyutları inanılmaz. İçeride dışarıda savaş senaryoları yapıyoruz. Bunlar korkunç şeyler. Biz insan hakları savunucuları her zaman barıştan, kardeşlikten yanayız. Halkların kendi temsilinden, kendi renkleriyle var olmasından yanayız. Ama ne oluyor, duruma bakar mısınız? Kendi Anayasası’nı çiğnemiş bir İçişleri Bakanı’yla, bir Başbakan’la, bir Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız. Düşünün ki burjuva hukukunun işleme girmesini istiyoruz. Kendi anayasalarına, kendi imzaları olan bu meclisin çıkardığı bir Anayasa’ya uymalarını bekliyoruz. Bundan daha doğal hakkımız yok herhalde. Atla deve değil yani açıkçası. İstediğimiz tek şey Anayasa’ya uygun hareket etmeleri. İnsanları terörize etmemeleri gerekiyor. İnsanlara terörist demek suçtur. Mahkemece kanıtlanmamış, hiçbir şey söylenemez bu konuda. Dünyaya mal olmuş bir şeyden bahsediyoruz.
Ama tecavüzcülerin, tacizcilerin sokakta dolaştığını da biz biliyoruz bu OHAL ile beraber. Vakıfların ne iş yaptığını gördük. Buna ilişkin bir dava, ciddi bir şey var mı; yargılama, mahkeme var mı? Yok! Ama hakkını arayan ve sadece “İşimi istiyorum, ekmeğimi istiyorum” diyen insanları ne hale getirdiler. Her gün sokakta dayak atıyorlar, işkence yapıyorlar daha doğrusu. Bu akil bir adamın, devlet yöneten aklın ürünü olamaz. Bu, kusura bakmasınlar ama bu sokak ağzıdır artık. Bu sokak ağzıyla hareket ettiklerinde devlet yönetemezler. Devleti yönetemedikleri de bir komisyonun iki kişinin dosyasına bakamamasından belli. Bu devletin ayıbıdır. Kurmak için OHAL KHK’si ile karar alıyorsun ve bunun herhangi somut bir şeyi yok.
Direnme hakkının kutsal bir hak olduğunu söylediniz az önce ama aynı zamanda OHAL koşullarında bir baskı tablosu da çizdiniz. Nasıl olacak?
Bir defa kendisi için bir ihlal varsa bunu dillendirmekten korkmaması gerekiyor. Çünkü onur meselesidir. Siz kendinize karşı bir haksızlık hissettiğinizde bunu duyurmalısınız. Duyurduğunuz zaman toplumsallaşabilir. Toplumun hak isteme arayışının kitleselleşmesinden tüm sistemler tarafından korkulur. Sistem korkar. Korkan sistemde bir adalet duygusu varsa, bir hukuk duygusu varsa “Biz yanlış yapmışız” der geri adım atar. Çünkü bu, sistemi yıkmaz aslında, bu kişinin kendi haklarını almasıdır.
Biz de arkadaşlarımızla direnişlerine sahip çıkacağız sonuna kadar. Yüksel değil sadece, bütün hak arayışlarında gerçekten haklarını aradıklarında insan hakları savunucuları onların yanlarında olacaktır. Hiçbir şekilde hakkını aradığınız için size ceza veremezler. Sizi dövemezler. İnsanlar kaç gündür dövülüyor… Dövülseler bile hakkını aramak kadar onurlu bir şey yoktur. Bizim insanlığımızdan vazgeçmememiz lazım. Direnmek ve hakkını aramak bir insani iştir, onurlu bir görevdir. Her bireyin bunu yapabilme gücü de var. Kimse kendini güçsüz olarak görmesin.
Siz de KHK ile ihraç edilmiş birisiniz. İşe geri döneceğinize inanıyor musunuz?
Ben 682 nolu KHK ile atıldım. Aslında daha önce de Sendika.Org’ta bir arkadaşımız yazmıştı, tatilde olduğum bir günde, böyle hani tatili nasıl uzatsam, rapor mu alsam izin mi alsam diye uğraşıyordum, sağ olsunlar iznimi uzattılar. Şuan hala kendimi ücretli izinli hissediyorum. Çünkü inanıyorum döneceğim. Benim uzun meslek hayatım olmasına rağmen herhangi bir mülkiyeti olmayan bir insanım. Devlet sayesinde büyük bir ihtimalle toplu bir para alacağız belki bir mülkiyetimiz olacak. Bu konuda da teşekkür ediyorum. Biz döneceğiz. Başka yolu yok.
Yaşanılabilir, hepimizin yaşayabileceği, hepimizin birbirinin hakkını koruyabileceği, birbirimizin hakkına saygı gösterebileceği, bir ülke hayal ediyoruz. Mesela benim en büyük hayalim İHD’ye ya da buna benzer çocuk hakları, kadın hakları derneklerine ihtiyaç duyulmayacağı bir dünya aslında özlemimiz. Onun için çaba sarf etmeye çalışıyoruz, umarım başarılı oluruz hep birlikte.
Peki Adnan Vural nasıl direniyor, neler yapıyor?
Adnan Vural şöyle direniyor… Ne yapıyoruz? Genel insan hakları bağlamında çalışıyoruz. İHD’nin genel merkezinde çalışıyorum, özellikle çocuk hakları ile ilgili çalışıyorum. Ama fırsat buldukça da Yüksel direnişindeyim. Çok dayak yedik. Oradan kaynaklı sağlık sorunları da yaşadık. Hâlâ devam ediyor. Her gün orada olmaya çalışıyoruz. Mümkün olduğunca burada olduğumuz sürece Yüksel’de direnişte olmaya devam ediyoruz. Ama aynı zamanda şunu yapıyorum, gerçekten bu KHK hukuksuzluğunu insan hakları bağlamında da sizin gibi dostlarla anlatarak KHK’li arkadaşların birazcık moral üstünlüğünü ele geçirmesi için uğraşıyoruz. Onlarla dayanışma yoldaşlık ilişkisi ile bunu yapmaya çalışıyoruz. Umarız bunu sadece beraber olduğumuz, tanıdığımız KHK’liler ile değil de hepsiyle yapabiliriz. KHK ile atılan tüm insanların bir araya gelebileceği bir şey yapmak gerekiyor, bunun için uğraş vermek gerekiyor. Hangi görüşten olursa olsun. Dini yapısı, bulunduğu yer, cinsiyeti ne olursa olsun aslında hepsini bir araya getirmek gibi bir telaşımız var. Bunun içinde uğraşıyoruz. Önümüzdeki dönemde de buna yönelik İnsan Hakları Haftasına gireceğimiz dönemlerde kampanyalar yapacağız. Kampanyayı hep birlikte büyüteceğiz. Toplumun tüm kesimleri ile büyütmeyi düşünüyoruz. Hem Yüksel’deki ablukanın dağıtılması gerçekten Türkiye’de ciddi anlamda artan hak ihlallerine karşı insan hakları dolayısı ile ve Türkiye’nin de imza attığı sözleşmeleri hatırlatarak büyük bir kampanya yapmayı düşünüyoruz. Bu konuda da mağdurların hakkını aramak isteyenlere, herkese kapımız açık. Bu konuda internet sitemize bile başvurabilirler.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Sonuç olarak Nuriye ve Semih’in hayatlarına sahip çıkmak gerekiyor. Yüksel direnişine sahip çıkmak gerekiyor. Çünkü işini istiyor bu insanlar sadece başka bir şey istemiyorlar. Bu insanları yaşatmak hepimizin boynunun borcu. 17’sindeki mahkemeye de gerçekten yoğun bir katılım gerekiyor. Kurum temsilcilerinin de katılımı gerekiyor. Nuriye’yi de alabilmek için aramıza daha doğru düzgün bir yaşanılabilir bir hayat sunabilmek için mahkemeye herkesi davet ediyorum.
Söyleşi: Edip Mert Arslan, Bora Balcı
http://sendika62.org/2017/11/semih-ozakca-ile-soylesi-bir-adim-daha-attigimizda-kazanacagiz/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.