O zaman gelin bu 25 Kasım’da hep beraber, hocanın, kocanın, sopanın, Tek Adam’ın şiddetle kuşattığı hayatlarımızda feminist bir Kelebek Etkisi yaratalım
O zaman gelin bu 25 Kasım’da hep beraber, hocanın, kocanın, sopanın, Tek Adam’ın şiddetle kuşattığı hayatlarımızda feminist bir Kelebek Etkisi yaratalım. Ailesi, Meclis’i, yargısı, yasası, ulaşımı, medyası, yani erkek şiddetinin tekmil alanlarını kadınların isyanıyla teşhir edip, direnişle, dayanışmayla, örgütlenmeyle kuşatalım
Tek Adam rejimi, erkek egemenliğinin cinsiyetçi, kadın düşmanı aklını, rejimin en önemli kurucu dinamiklerinden, çimentolarından birisi haline getirirken, genel olarak şiddet, özel olarak kadına yönelik şiddet, hayatın her alanında kurumsallaşıp doğallaşıyor. İktidarın 15 yıllık baskı, yasak ve engellemelerine karşı en önemli itaatsizlik kaynağı olarak görülen kadınlar, her alanda şiddetle ıslah edilmeye, şiddet karşısında savunmasız bırakılmaya çalışılıyor.
Kadınları hocaya, kocaya, sopaya ve elbette Tek Adam’a itaatkâr, “makbul” varlıklara dönüştürmeyi amaçlayanlar, bizleri bir şiddet ağının içine hapsetmek için doludizgin saldırıyor. Şiddet ağı, müftülük yasası ve Diyanet’in fetvalarıyla, müftülük yasasının hemen ardından gündeme getirilen boşanmada arabuluculuk düzenlemeleriyle, İsmailağa Cemaati’nin TV kanallarındaki kamu spotu yayınlarında buzlanarak sansürlenen kadın bedenleriyle örülüyor. Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine dair 6284 Sayılı Kanun’u hedef gösteren Yeni Akit manşetleriyle, kadınların kocalarına itaat etmelerini ibadet sayan cinsiyetçi eğitim müfredatıyla, kadın yolculara öncelikli pembe vagonlu ulaşım politikalarıyla örülüyor. Hocaya, kocaya, sopaya mecburi itaat, “isteseniz de istemeseniz de” diye tecavüz diliyle bağıran Tek Adam’a itaatin güvencesi haline getirilmek isteniyor.
Kadın düşmanlığı, bu şiddet ağının içinde bin bir suratıyla kol geziyor. “İsteseniz de istemeseniz de” diliyle, kadınları istemedikleri bir hayatın içine hapsedebileceğini sanıyor. Şort giyen, spor yapan, sigara içen, koşan, konuşan, gülen kısacası hayatı istedikleri gibi yaşamak isteyen kadınları otobüste, parkta, sokakta, işyerinde, evde tekmeleyerek ve bu erkek terörünü meşrulaştıran söylemler üreterek, kadınları itaatkâr kılacaksınız, öyle mi?
Kadın cinayetleri ve eril zihniyetin mahkemelerde de zuhur bulmuş hâli olan ceza indirimleriyle, bizi istemediğimiz bir hayatı yaşamak zorunda bırakacaksınız, öyle mi? Kadın isyanını sokaklara taşıyan kadınlara karşı engellemeler, gözaltılar, kadın vekillerin tutuklanması ve sürüp giden OHAL’le kadınları yıldıracaksınız, öyle mi? Ailede, sokakta; kamusal ve özel alanda, fiziksel, duygusal, psikolojik, cinsel ve siyasal biçimlerde kol gezen bu şiddetle, kadınları tutsak alacaksınız, öyle mi? Kadınları, medyada, ulaşımda, sağlıkta, eğitimde, ailede, sokakta, mecliste, yasada, dilde ve düşüncede erkek şiddetini yeniden ve yeniden üreten bir rejimin hocasına, kocasına, sopasına itaat ettireceksiniz, öyle mi?
Oysa tarih, askeri darbeyle başa gelip halk oylamasıyla devlet başkanlığına seçildikten sonra, 31 yıl boyunca Dominik Cumhuriyeti’nde iktidarını sürdüren diktatör Rafael Trujillo rejiminin yıkılışını tetikleyen üç kız kardeşin direniş öyküsünden bu yana tam tersini söylüyor. Minevra, Patria, Maria Teresa ve öldürülmekten kurtulan Dede Mirabal kardeşler itaat etmeyen Kelebekler’e (Las Mariposas), diktatörlüğe karşı halk direnişinin ve politik erkek şiddetine karşı feminist direnişin simgelerine nasıl dönüştüler dersiniz?
Onları 1960 yılının 25 Kasım’ında kanlı bir suikastla öldürülmeleriyle tanımış olsak da, Kelebeklerin dünyanın tüm kadınlarına ilham veren direnişi, Minevra’nın “reis Trujillo’nun” kişisel cinsel tacizine “hayır” demesiyle başladı. Orta sınıftan, Katolik eğitimi almış üç kadının, Trujillo diktatörlüğünün çimentosu haline gelen erkek şiddetine “hayır” demekle başlayan öyküsü, 1999 yılında 25 Kasım’ın BM Genel Kurulu tarafından Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul edilmesini sağladıysa, bu, onlar birer kurban oldukları için değil, öyküleri tüm kadınların direniş öyküsü olduğu içindir.*
Tarih tekrar ediyor gibi görünse olarak kabul edilmesini sağladıysa, bu, onlar birer kurban oldukları için değil, öyküleri tüm kadınların direniş öyküsü olduğu içindir.*
Tarih tekrar ediyor gibi görünse de, artık hem kadın hareketinin erkek şiddetine karşı mücadele yöntem ve araçları, hem de kadınların kendi hayatlarını savunma bilinci ve arzusu, Mirabal kardeşlerin yaşadığı çağdan bu yana çok daha güçlü. Şimdi, Kelebeklerin direniş öyküsünün devamını getirme, karşımıza çıkartılan engelleri yok ederek hayatımızı savunma vakti. Ortak direniş öykümüz bu kadar güçlenmişken, hayatımızın erkek şiddetiyle sarmalanan tüm alanlarını bir bir teşhir eden ve bizim olanı savunan kolektif feminist bir pratiği örgütlemekten kim alıkoyabilir ki bizi? Kim bizi Tek Adam’ın dayattığı gündelik erkek şiddetiyle, tekmecilerle, küçük Tayyipçiklerle dolu bir hayatı yaşamaya ikna edebilir ki? Hangi medya, hangi müftü eşit ve özgür kadınlar olarak yaşama arzumuzu erkek şiddetinin hapishanesine kapatabilir ki?
O zaman gelin bu 25 Kasım’da hep beraber, hocanın, kocanın, sopanın, Tek Adam’ın şiddetle kuşattığı hayatlarımızda feminist bir Kelebek Etkisi yaratalım. Ailesi, Meclis’i, yargısı, yasası, ulaşımı, medyası, yani erkek şiddetinin tekmil alanlarını kadınların isyanıyla teşhir edip, direnişle, dayanışmayla, örgütlenmeyle kuşatalım. Evde, işyerinde, sokakta, okulda kendi kararımız, kendi isteklerimiz ve kendi irademizle yaşayacağımız bir hayata yer açmak için, erkek şiddetini feminist özsavunmayla haklayalım. Erkeklikle yoğrulan ve erkekliği yoğuran diktatörlerin kadınların öfkesini, isyanını, gücünü ve itaatsizliğini asla alt edemeyeceğini gösteren bir kadın savunmasının, en geniş kadın direniş birliğinin temellerini daha da güçlendirelim. Erkek şiddetinin bin bir yüzüne karşı itaatsiz kelebeklerin direnişini dört bir yana yayalım ki kimse unutmasın. Hocaya, kocaya, sopaya, Tek Adam’a itaat yok çünkü kadınlar var!
*Mirabal Kardeşlerin öyküsü için “Kelebekler Zamanı” isimli film ve kitaptan yararlanılabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.