Mesele Kürdistan ve Katalonya’ya desteğin nasıl verileceğidir. Elbette gerici-burjuva önderlikler desteklenmeyecek. Destek ezilen halkların ilerici-devrimci dinamiklerini güçlendirecek şekilde verilmeli
Mesele Kürdistan ve Katalonya’ya desteğin nasıl verileceğidir. Elbette gerici-burjuva önderlikler desteklenmeyecek. Destek ezilen halkların ilerici-devrimci dinamiklerini güçlendirecek şekilde verilmeli. Ezilen ulusun haklarını savunmadan, ezen ve ezilen ulusların işçi sınıfları arasında karşılıklı güven ve sınıfsal dayanışmanın sağlanması da imkânsızdır. Çözümün devrimci bir yolda ilerlemesi, halklar arasında militan kitlesel bir dayanışma sürecinden geçiyor
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ve Katalonya’da tarihsel gelişmeler yaşanıyor. Ezilen halkların asırlık “ulusal bağımsızlık” özlemleri bu sefer de parlamenter yollarla dile getirildi. Ne var ki her iki ülkedeki “bağımsızlık girişimleri” de ulusal baskı ve egemen devlet şiddetiyle yanıtlandı. Sosyalist hareket ise düşük seviyedeki bir desteği saymazsak ya karşı tavır takındı ya da kararsız kalıp sessizliğe gömüldü. Bunun yanında “egemen ulus şovenizmindeki” dikkat çekici bir yükseliş de mutlaka ciddiye alınmalı. Referandumun KBY’de demokratik olmadığı, Kürt halkının ulusal özlemlerini istismar eden Barzani’nin gerici çıkarlarını temsil ettiği, Bölge’de emperyalist bir oyun oynandığı eleştirileri yapıldı. Yine benzer şekilde Katalonya Özerk Bölgesi’nde, şımarık Katalan burjuvazisinin önderliğinde gerçekleşen bağımsızlık ilanının ezilen halkların ve proleter sınıfların çıkarlarını temsil etmediği dile getirildi…
Bunlar hiç yabana atılacak eleştiriler değil. Ancak fazlasıyla egemen sınıflara ve gerici önderliklere odaklandığı, ezilen halkların tarihsel mücadele geleneğini görmezden geldiği de ortada. “Referandum” ve “parlamenter bağımsızlık ilanı” gibi en temel barışçıl, demokratik hakkın kullanılmasına teşebbüsün bile, bir kez daha, burjuvazinin despotluğunu, emperyalist birleştirici kurumların ikiyüzlülüğünü gözler önüne serdi. Burjuva demokrasisi, emperyalist hegemonya, egemen ulus şovenizmi krizdedir ve en basit demokratik girişim bile bu krizi derinleştirmektedir.
Savaşın, şiddetin, yıkımın, parçalanmanın, kamplaşmanın, kutuplaşmanın, sömürünün, sömürgeciliğin, yoksulluk ve sefaletin kol gezdiği dünyamızda eşitlikçi ve özgürlükçü bir ortak yaşam nasıl tesis edilecek? “Ulusların kaderini tayin hakkının” sosyalist savunusu buna nasıl hizmet edecek? “Ulusların kaderini tayin hakkının” sosyalist savunusu sayesinde, en kötü şartlarda bile halkların özgürlüğü, eşitliği ve proletarya enternasyonalizmi için yaratıcı çözümlere tarih boyunca defalarca tanık olduk. Ancak “sovyetler birliği” süreciyle ulusal sorunun çözümüne en parlak deneyimleri kazandıran Ekim Devrimi‘nin yeri başkadır. Kürdistan ve Katalonya sorunlarının yakıcılığını koruduğu bugünlerde devrimin derslerinin eleştirel bir değerlendirmesi yararlı olacaktır.
Daha Ekim Devrimi’nin ilk günlerinde sosyalizm birbirinden parlak çözümleri uygarlıklar sahnesine çıkarırken, “kendi kaderini tayin hakkı”nın “burjuva savunusu” kaçınılmaz bir açmazın içine düşmüştü. Emperyalist savaş ve sömürgecilik sisteminin yeniden yapılanması, özgürlük ve eşitlik adına burjuvazinin ezilen uluslara verecek hiçbir şeyi olmadığını göstermişti. “Uluslararası emperyalist işbölümü” ulusların eşitliğini tümden ulaşılmaz kılmıştı. Emperyalist boyundurukla toplumsal devrim arasına sıkışan burjuva ulusal hareketlerin iflası kaçınılmaz olmuştu.
Ekim Devrimi “ulusal hakların” içeriğini genişletmiş; “ayrılma hakkı”nın yanına “ulusların eşitliğini” koymuştur. Devrimin emperyalist savaşa, içsavaşa ve parçalanmaya yanıtı, sovyetler birliği devrimci süreciyle ezilen ulusları sosyalist bir düzende bir araya getirme başarısıdır. Eşitlik sözde kalmamış, sanayi ve tarım ulusları arasındaki bölünme ve ayrımcılığı ortadan kaldırıp eşitliği sağlayacak temeller de atılmıştır. Üstelik bununla da yetinilmemiş, sürece proleter bir içerik kazandıracak tüm girişimlerde bulunulmuştur. Devrimin ilk yıllarında “özerklik” anlayışı basit bir siyasal yönetim modeli olmaktan öte toplumsaldır; daha çok “yerelleşme”, yerel dinamiklerin örgütlenmesi anlamında kullanılmıştır. Ezilen halkların kültür, dil, çalışma ve barınma haklarının yanında eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarının örgütlenmesi temel alınmıştır. Asırlık eşitsizlikler, özellikle kadın hakları önemli ölçüde “anayasal güvenceye” alınmıştır.
Öncelikle Ulusların kaderini tayin hakkı, siyasal bir ayrılma hakkıydı ve “önderlikleri” gerici ve burjuva bile olsa devrim bu talepleri desteklendi. Örneğin Batı sınırlarında, Polonya, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya bağımsız cumhuriyetler olarak tanındı. Ancak bağımsızlıklarını sosyalizmle kazanan bu ülkelerin
burjuva yönetimlerine karşı işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi özel olarak örgütlendi ve desteklendi. Kızıl Ordu, sendikal hareket ve komünist partiler bu sürecin kurucu örgütlerindendi. Ukrayna gibi başından sovyet sosyalist cumhuriyeti olarak kurulan ülkelerde ise ulusal hakların örgütlenmesine özel önem gösterildi. Ukrayna dilinin desteklenmesi ve devlet görevlilerine Ukrayna dilini konuşmaları şart koşuldu. Gürcistan gibi kimi ülkeleri sovyet sosyalist bir cumhuriyet olarak tanımanın ötesinde, burada “azınlık” konumunda bulunan Çerkez halklarının haklarının güvenceye alınmasına özen gösterildi. Abhazya, Yugo-Osetya, Acaristan özerk cumhuriyetleri olmak üzere üç özerk bölge oluşturuldu. Dahası Volga’da 400 bin Alman’ın sovyetik tarzda örgütlenmiş özerk bir işçi komünü kurmasına yardım edildi.
Müslüman Asya halkları için tarihsel bir özgürlük ve eşitlik çağrısı yapıldı:
“Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan, Kırgız, [Kazaklar] ve Şartlar, Transkafkasyalı Türkler ve Tatarlar, Kafkasya Çeçenleri ve Dağlıları ve çarlar tarafından, Rusya’nın zorbaları tarafından camileri, ibadethaneleri yerle bir edilmiş, inançları, töreleri ayaklar altına alınmış herkes! İnanç, örf ve adetleriniz, milli ve kültürel kurumlarınız şu andan itibaren serbest ve dokunulmazdır. Kendi milli hayatınızı tam bir özgürlük içinde düzenleyin. Bu sizin hakkınızdır. Biliniz ki sizin haklarınız tıpkı tüm Rusya halklarınınki gibi devrimin ve onun organları olan İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri’nin güçlü koruması altındadır.”
Savaşın sona erdiği tüm sınırlarda, gerici mollaların ve burjuva ulusalcı hareketlerin etkisinin kırılmasına devrimci bir kitle seferberliği temelinde özek sovyet sosyalist cumhuriyetlerinin kurulmasına ağırlık verildi. Lenin’in, “Türkistan halklarıyla yoldaşlık ilişkilerinin kurulması, Rus emperyalizminin bütün izlerinin silinmesi”, milli bir grubun diğer bir milli grup üzerinde tüm eşitsizlik ve ayrıcalıklara son verilmesi” çağrısı Bolşevik politikanın içtenliğini yansıtıyordu.
‘Egemen ulus şovenizmine ölümüne savaş ilan ediyorum. Bu melun ve berbat kötü dişten kurtulur kurtulmaz, tüm sağlıklı dişlerimle yiyeceğim onu. Sovyetler Birliği Merkezi Yürütme Komitesi’ne sırasıyla şu unsurların başkanlık etmesi gerekliliğinde mutlak surette ısrarcı olunmalıdır: Rus, Ukraynalı, Gürcü vs. Mutlak Surette! Saygılarımla. Lenin.’
(Egemen Ulus Şovenizmiyle Mücadele Üzerine Kısa Not, 6 Ekim 1922)
Kendi kaderini tayin hakkı bir çözüm ilkesi olarak kabul edilse de uygulamada ciddi sorunlar da çıkıyordu. Bunlardan biri de “egemen ulus şovenizmi”dir. Lenin’in son mücadelesi “Büyük Rus şovenizmine” karşı mücadeledir. Ezilen hakların sosyalist birliğinin ve proleter dayanışmanın önünde engel olarak görüyordu. Parti yönetiminde “merkezileşmeye/bütünleşmeye” daha fazla vurgu yapanlarla “yerelleşmeye/özerkleşmeye” daha fazla yapan eğilimler arasında sert tartışmalar çıkıyordu. Lenin, “yerelleşme/özerkleşme” eğilimini temsil ediyor; ezilen halkların “gönüllü birliğine” dayanmayan merkezileşme girişimlerinin yaratacağı tehlikelere, olası bölünme ve parçalanmalara dikkat çekiyordu.
Yine bir emperyalist savaş, içsavaş ve parçalanmalar konjonktüründe Kürdistan ve Katalonya sorununu tartışıyoruz. Ortadoğu’da yine yerel-bölgesel-sınırötesi savaşlar sistemin tek güvencesi. Bölgesel gerici güçler hareket halinde. Bağımsızlık referandumundan sonra yaşananlar gerici-burjuva önderliklerin ulusal sorunun özgürlükçü, eşitlikçi çözümü için yapacak bir şeylerinin olmadığını bir kez daha gösterdi. Kürt uluslaşma sürecindeki tıkanmaların ABD emperyalizmi ya da Türkiye faşizminin desteğiyle çözülemeyeceği zaten yılların Barzani’si tarafından bilinen bir gerçeklikti. Önderlik çürümesinin geldiği kaçınılmaz nokta politik kriz ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 25 yıldır elde ettiği kazanımlarda dramatik bir gerileme yaşanması; iç parçalanmaların pekişmesidir. “Bağımsızlık Referandumunda” kaybeden kendi kaderini tayin ilkesi ya da ezilen halkın “bağımsızlık” özlemi değil, halka güven ilkesinden sapan gerici-burjuva önderliktir. Ortadoğu’da ezilen halklar üzerindeki ulusal baskıya son verilmesi, ulusların özgürlüğüne ve eşitliğine dayanan sosyalist bir Ortadoğu’nun inşası hala devrimci bir görev olarak durmaktadır. Ve adı savaşlar ve ulusal sorunlarla anılan bu topraklarda kendi kaderini tayin ilkesi hala yol göstericidir.
Franko faşizmine karşı isyan ve direniş gelenekleriyle ezilen halkların onurlu tarihindeki yerini alan Katalonya halkı, ulusların özgürlüğü ve eşitliği mücadelesinde yeni bir dönüm noktasında bulunuyor. “Bağımsızlık İlanı” sonrası merkezi iktidarın saldırıları karşısında çareyi bel bağladığı AB emperyalizmine sığınmakta arayan Katalonya Özerk Yönetim Başkanı Puigdemont, burjuva ulusal önderliğin iflasının kişileşmiş halidir. Ne acıklıdır ki tıpkı Barzani gibi Puigdemont da bel bağladıkları emperyalist güçler tarafından desteklenmediler. Sistem kapitalist sınırlar içinde bile halkların devrimci inisiyatifinin önünü açabilecek bir “çatlağa” izin vermedi. “Bağımsızlık cüretini” ulusal baskı, savaş ve faşist saldırılarla yanıtladı. Bu saldırıların, “bağımsızlık girişimlerini “emperyalist oyunun bir parçası” olarak gören “egemen ulus şovenizminin” kendisiyle yüzleşmesini gerektiren sonuçlar doğurduğu da açıktır.
Kürdistan ve Katalonya desteklenmeli; ancak elbette destek gerici-burjuva önderlikleri değil, ezilen halkların ilerici-devrimci dinamiklerini güçlendirecek şekilde verilmelidir. Ezilen ulusun haklarını savunmadan, ezen ve ezilen ulusların işçi sınıfları arasında karşılıklı güven ve sınıfsal dayanışmanın sağlanması da imkansızdır. Çözümün devrimci bir yolda ilerlemesi, halklar arasında militan kitlesel bir dayanışma sürecinden geçiyor.
Kaynaklar:
Edward Hallet Carr, Sovyet Rusya Tarihi / Bolşevik Tarihi, Metis Yayınları
Slavoj Zizek, Lenin 2017, Ayrıntı Yayınları
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.