“Mağdur” olmayı reddederek mücadelesini tiyatro ile sürdürmeye, öğretmenlik yapamasa da çocuklardan kopmadan onlara masal anlatmaya başladı, daha sonra da büyüklere…
“Bir kervan mantığıyla yola çıkacağız. 5 Ekim ‘Dünya Öğretmenler Günü’nde Adana’dan başlayacağımız bu yolculuğun yol haritasını Eğitim-Sen şubeleri ile görüşerek planladık. Kıyı şeridi boyunca devam edecek olan bu yolculuğumuz süresince sırasıyla illerde ve şubelerde her gün bir oyun oynayacağız”
KHK ile görevinden ihraç edilen kamu emekçilerine dair hazırladığımız dosyada on birinci öykü Antakya’nın ihraç edilen tek Eğitim-Sen’lisi Duygu Şahlar’ın.
Antakya’nın KHK ile ihraç edilen tek Eğitim-Sen’lisi o. Adı daha önce açığa alınan 950 kişilik listenin içinde yoktu. “Bunu unutmuşuz” diye adını bir başka KHK listesine yazdılar. Kentte açığa alınan diğer arkadaşları görevlerine iade edilirken, o ihraç edildi. “Mağdur” olmayı reddederek mücadelesini tiyatro ile sürdürmeye, öğretmenlik yapamasa da çocuklardan kopmadan onlara masal anlatmaya başladı, daha sonra da büyüklere…
Şimdi 5 Ekim’de Adana’dan başlayarak Türkiye’yi dolaşmaya hazırlanıyor. Tiyatrocu, öğretmen Duygu Şahlar, 35 kenti dolaşacak. Memleketi Adana’dan başlayıp, görev yaparken ihraç edildiği Antakya’ya kadar dolaşacak.
KHK’lı memleketin masalcısı Şahlar’la öğretmenlik hayatını, ihraç edildiğinde neler yaşadığını, mücadeleyi ve tiyatro yolculuğunu konuştuk…
Öğretmenliğe başlayışını, öğretmenlik hayatını anlatır mısın? Neler yaptın, neler yapıyordun?
Merhaba. İnsanın kendini anlatmasının zor olduğunu düşünürdüm ve gerçekten de zor şu an. Fakat gerekliliğini hissedeceğim hiç aklıma gelmezdi çünkü “onlar” bizim hikayelerimizi dinlemek istemiyorlar. KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesiyim. Muhalefet hareketine nasıl dahil olduğumu düşündüm de… Muhalif olmamak mümkün mü? Başka bir şansımız yok ki… Doğup da içine düştüğümüz dünyanın haline bakın. Hal böyle iken aslında çocukken başlıyoruz, “hadi ordan!” demeye. Çocukken mahalledeki zorba çocuklara, büyüdüğümde “üst kattaki” zorbalara… Okulda laf atan erkeklere, büyüdüğümüzde patriyarkaya…
Üniversitenin ilk yıllarından beri bu mesleği başka bir bakış, başka bir dokunuş mümkün diyerek yapmaya çalıştığıma inanıyorum. Bizler insan yetiştiriyoruz ve ben de insanca yaşam isteyen bir bireyim. Hiçbir zaman her şeyi paranın hallettiği bir dünyanın bir parçası olmadım ki öğretmenliğin karşılığı asla bu değildi. Öğrenciliğimde de gönüllü olarak sürekli hastanede yatan çocuklar için animasyon, tiyatro yaptım bunun ile ilgili özel bir teşekkür almıştım, yine üniversitede bir dönem onur öğrencisi olmuşum ki mezun olduktan iki sene sonra haberim oldu. Öğretmenliğim süresince de aynı şekilde dezavantajlı çocukların yanında oldum gücüm yettiğince. Ali İsmail Korkmaz Vakfı’nda tiyatro öğretmenliği de yaptım, Halkevleri Ahmet Atakan Kütüphanesi’nde gönüllü öğretmenlik de.
Bütün bunları şu yüzden anlatıyorum, bir zamanlar yaptığım gönüllü işler “onurlu” bulunurken konjonktür değişince “milli birliğe tehdit” oldu demek ki… ne demekse?
Metalara ve mevkilere değil, dayanışmaya ve gönüllülüğe inandım. 10 yıllık meslek hayatımda dağın başındaki tuvaletsiz okulda da çalıştım, şehir merkezinde imkânları fazla olan bir okulda da. Mesleğimi ve yaşamımı bu değerlerin üzerine kurdum.
Antakya’da soruşturma, açığa alma ve ihraç sürecinin ilginç bir öyküsü var. Kendi yaşadıkların üzerinden özetle anlatır mısın?
Görevimden neden uzaklaştırıldığımı açıkçası bilmiyorum. Antakya’da ilk başta yaklaşık 950 kişi açığa alındı, o dönemde açığa alınmamıştım. Sonra birden bire bir KHK ile hukuk ve adalet, insan hakları kavramlarıyla hiçbir şekilde örtüşmeyen bir karar ile görevimden ihraç edildim. Açığa alınan arkadaşlarımın hepsi göreve döndü. Eğitim-Sen Antakya Şubesi’nde bir tek ben ihraç edildim. İhraç edildiğim KHK’nin ilk gerekçesi şu idi ve sanırım ben bu maddeyle ilişkili bulunmuştum:
“Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan ve ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.”
Ne yapmış olabileceğimi bu maddeye bakarak bulmaya çalışıyorum. Çok komik değil mi? Darbelerin bu ülkenin aydınlarına, vicdanlı insanlarına neler yaptığını görerek okuyarak dinleyerek bu günlere geldik biz. Laik, bilimsel, parasız bir eğitim için mücadele ettim ve her zaman bunu savundum. Bu muydu milli güvenlik tehdidi? Devletin milli güvenliğinin tehdit edilmesi benim yaptığım işlerle değil; düşünmeyen, sorgulamayan, kindar nesillerin yetiştirilmesi ile olur. Evrimi müfredattan çıkarmak ile olur… Ki bizlerin görevlerini yapamaz hale getirilmesi çabası buna zemin oluşturmayacak mı? Ben sadece devlet bünyesinde bir öğretmen olmaktan değil, her türlü “sigortalı, güvenceli iş üretme” alanlarından ihraç edildim. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, çünkü biliyoruz artık KHK’lerin ne yaptığını. Belki de başka bir yol, biçim bulunabilir, deneyelim. Yeterince aramadık. “KHK mağduru” diyorlar bize mesela. Biz mağdur değiliz, onlar çaresiz. Bu yüzden saldırıyorlar. Bu yüzden de belki de bizim atılmamız lafı güzaf. Yıllardır bu ülkede insanların üzerine bombalar yağıyor, panzer çarpıyor bir eve gece yarısı, çocuklara tecavüz ediliyor… Önce nefret etmeden yaşamayı öğrenmenin bir yolunu bulmalıyız beraberce.
İhraç edildiğinde okuldan çalışma arkadaşlarının ve öğrencilerinin, mücadele arkadaşlarının ve ailenin tepkileri ne oldu?
Herkes şaşkınlıkla karşıladı. Öğrencilerim 5-6 yaşlarında oldukları için bunu anlamada zorluk çektiler. Benimle duygusal ve güvenli bir bağ kurdukları için onları bırakıp gittiğimi sandılar. Çok küçük oldukları için durumu onlara anlatamayacağımdan başka bir şehre gitmek zorunda olduğumu söyledim. En büyük gülümsemeyi yapma oyunu oynadık beraber. “Sen de ağla belki ağlarsan seni göndermezler di mi?” dedi bir öğrencim. Bazen cevap veremiyoruz onların temiz kalbinden çıkan sorulara… Büyümelerini bekliyorum, karşılıklı konuşabilmek, neden gittiğimizi onlara anlatabilmek için… Velilerim çok öfkeli, çünkü bu mağduriyet sadece şahsımın değil bir nesilin mağduriyeti olarak tarihe geçecek. Meslektaşlarımla vedalaşmadık çünkü geri döneceğimi biliyoruz. Ailem ise, her aile gibi, kaygılar diz boyu ama yanımdalar her zaman.
İhraçtan sonra hayatın maddi ve sosyal olarak nasıl değişti?
Uzun bir hikaye başladı benim için. Neredeyse bir yıl olacak. Yaşadığım şehri değiştirmek zorunda kaldım. Şimdi Adana’da yaşıyorum. Bunun dışında benim için çok değişen bir şey olmadı. Sadece bir parça konfor eksikliği (gülüyor); dostlar, arkadaşlar el ele tutuşup atlıyoruz engellerden. Üniversiteden beri ilgilendiğim tiyatro yetişti imdadıma. Adana’da Akustik Kültür’de çalışmalar yapıyoruz. Müzik, tiyatro, masal, söyleşi elimizden geldiğince üretmeye çalışıyoruz.
Bir öykü atölyesi kurduk. Çocuk kitapları, masallar okuyorduk, sonra orda denk geldiğimiz bir çocuk hikâyesini anlatmayı denedim çocuklara. Eğlenceli bir gündü, anlatmaya devam ettim. “Ee hadi büyüklere de anlatayım” dedim, anlattım. O da eğlenceli oldu. Çocuklara, büyüklere masallar anlatıyorum bir süredir. Daha yolun başındayım elbette, öğrenerek, deneyerek, biraz da cesaret belki de. Devam ediyoruz yolumuza. Dostlar var bu süreçte hayat kurtaran, el ele tutuştuğumuz. Praksis, Şubadap Çocuk, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Eğitim-Sen, Halkevleri… Dayanışmamız çok büyük yani, sırtım yere gelmez.
Düşünüyorum da; bir sene boyunca sınıfta ortalama 25 çocukla geçiyordu, şimdi bir günde o kadar çocukla buluşuyorum nerdeyse. İyi oldu şimdi diye sormak istiyorum üst kattakilere? (Gülüyor)
KHK’lara karşı mücadele konusunda ne düşünüyorsun? Toplumsal muhalefet, genel olarak nasıl bir sınav veriyor?
İktidardakiler sadece kendileri gibi düşünen bir Türkiye çabasındalar. Bir darbe girişimi oldu ve iktidar sallanan koltuklarının faturasını yaptıkları faaliyetleri sevmeyen, tasvip etmeyen bütün insanlara kesti. KESK üyeleri, akademisyenler ve sosyalistler bu ülkenin onurlu insanlarıdır. Daha yaşanılır bir dünyanın tohumları onlar ektiler, sivil postallarıyla bu değerleri ezemezler. Yapılan bu bilinçli hamleler korkuyu yaymak, mutsuzluğu içselleştirmek içindir.
Tabii ki üreteceğim, düşüneceğim ve sorgulayacağım. Vicdanen ve ahlaken var olan deneyimimi olabildiğince eğitimde fırsat eşitsizliği nedeniyle mağduriyet yaşayan çocuklarla paylaşmayı seçtim. Ben de, sendikam olan Eğitim-Sen de tam da bu değerlerin üzerinde duruyor. OHAL koşullarında yaşıyoruz uzun bir süredir, baskıyı iliklerimize kadar hissediyoruz. Elinde sopası ile korku dolaşıp duruyor üzerimizde. Fakat yine de umutsuz konuşamayacak kadar dayanışma örnekleri gördüm, bir araya gelen insanları gördüm, inatla yaşamlarına sahip çıkan insanlar gördüm. Korku elbette var; reddedilmesi, yok sayılması gereken bir duygu değildir korku. Ona rağmen devam edebilmek bizleri insan yapıyor belki de…
Sendikalar, muhalefet örgütleri bu süreçte yok olmadılar. Aksine bütün baskılara, sürgünlere, KHK’lere rağmen hala varlığını hissedebiliyoruz. Atıldık, sürüldük, tutuklandık ama rezil olmadık, birbirimize düşmedik, ayrılmadık, yenilmedik. Elbette şöyle bir gerçek de var; dayanışma demek sadece maddi konuda birbirimizin elinden tutmak değildir. Eğitim-Sen ile beraber mümkün olduğunca yeni yollar bulmalıyız, sürdürülebilir dayanışma yolları aramalıyız diye düşünüyorum. Direnmenin, mücadele etmenin yolları sonsuz bence. Birlikte biraz da buraya kafa yormalıyız diye düşünüyorum.
Nuriye ve Semih hepimizin içinde bir umut oldu. Gülen yüzleriyle bir anıtın önünde günlerce direndiler. Yaptıkları eylem, iktidardakilerin bize yaşatmak istedikleri hayatın apaçık gösterilmesiydi aslında. Evet, bizi açlığa mahkûm etmek istiyorlar, onlar da bunu herkesin suratına çarptı. Şairin de dediği gibi “açlık çoğunluktadır”…
Yakında “masal” anlatmak üzere Türkiye’yi dolaşmaya başlıyorsunuz. Böylesi bir tiyatro fikri nereden çıktı? Ne yaptınız, ne yapacaksınız, nasıl reaksiyon aldınız?
Yaklaşık bir yılı aşkın bir süredir OHAL ile yönetilen ülkemizde, binlerce kişi KHK’ler ile işlerinden atıldı, yüzlerce kişi tutuklandı, sokağa çıkmak bile neredeyse izne tabi tutuldu. Bu süreç geriye işinden atılan, uzaklaştırılan yüzlerce öğretmen, akademisyen ve onların hikâyelerini bıraktı. Bu hikâyelerin hepsi oldukça değerli. Ben de bir hikâye anlatmaya başladım. Önceleri buluşmalarda anlattığım bir masal iken şimdi böyle bir projeye dönüştü. “Bi’şey Anlatıcam” dedik adına da. Çünkü anlatmanın bir yolu hep bulunur…
Anlattığım masalın ilk gösterimlerden sonra, birlikte harekete geçtiğim dostlarla bir fikir oluştu. KHK’liler ve KHK’li olmayanlar ile bir araya gelmek, “buradayız hala” demek için, umudu büyütmek için yola çıkıyoruz. Üç arkadaş düşüyoruz yola. Amacımız Eğitim-Sen’in olduğu (mümkün olduğunca) bütün illerde, şubelerde bu oyunu oynamak, mücadelenin içinde, dışında; gelenle, gelmeyenle bir arada olabilmek. Her koyun kendi bacağından asılmaz aslında ya da her kahkaha paylaşılmalı. Ben bu yüzden bu yolculuğu bir görev olarak görüyorum.
Göç yolda belli olur
Yolculuk boyunca bu hikâyeyi görebilmek, sohbetlerimizi kayıt altına almak istiyoruz. Bu yüzden bir video-günlük çekmek istiyoruz. Gündüzleri sohbetler, akşamları masal. Ne çıkacak biz de merak ediyoruz açıkçası.
Bir kervan mantığıyla yola çıkacağız. 5 Ekim “Dünya Öğretmenler Günü”nde Adana’dan başlayacağımız bu yolculuğun yol haritasını Eğitim-Sen şubeleri ile görüşerek planladık. Kıyı şeridi boyunca devam edecek olan bu yolculuğumuz süresince sırasıyla illerde ve şubelerde her gün bir oyun oynayacağız. Adana’dan başlayacak olan bu serüven 18 Kasım’da son görev yaptığım ilde yani Antakya’da son bulacak. Şimdilik yaklaşık 35 nokta gözüküyor. Artabilir de azalabilir de… Göç yolda belli olur derler, gidiyoruz bakalım.
Gittiğimiz yerlerde muhalif sanat yapan dostlarımızla, KHK ile işinden atılmış dostların bu biçimdeki çabalarıyla ortaklaşmak bizi elbette mutlu edecek. Yolculuk sonunda bir iletişim ağı kurabilirsek, birlikte yola devam edebilirsek ne mutlu bize.
Mesleğe dönmeyi düşünüyor musun? Ne öngörüyorsun?
Mesleğime geri dönmek isterim. Elbette bırakmayacağız okulları, sınıfları yok öyle.
Ama şimdi de durum vahim değildir belki de o kadar, çocuklar her yerde, insanlar her yerde… Mücadele her yerde, her durumda devam eder. Sürekliliğimiz ve hareket aşındıracak bu kayaları.
Hem biz işlerimizden atıldık ama işini yapamayan, yıllardır atanmayan öğretmenler var. Onları n’apcaz? Herkesle el ele tutuşmak zorundayız. Yeni görevimiz bu bence.
Yolumuz çok uzun. En güzel 100 metresini koştular bizden önce, biz bu yolun şimdilik 5 bin kilometresini dolaşacağız. KHK denen naneye bir nanik yapacağız. Yolda buluşacağız.
Ve elbette, mutlaka, kesinlikle geri döneceğiz.
Diğer söyleşiler:
***
15 Temmuz ‘darbe girişimi’ sonrası pek çok insanın işinden atılacağı tahmin ediliyordu. Fethullah Gülen Cemaati’yle ilişkilendirilen binlerce kişiden ‘intikam’ alınacağını tahmin etmek güç değildi. Başlangıçta da öyle oldu. Silahlı kuvvetler ve emniyet başta olmak üzere pek çok kamu kurumundan on binlerce insanın işine son verildi. Ve elbette hükümet ‘Allah’ın lütfu’ saydığı bu darbeyi FETÖ konusuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan ‘solculara’ karşı kullanmaktan çekinmedi. Net bir rakam olmasa da başta Eğitim-Sen üyesi öğretmenler olmak üzere 4000 civarı ‘solcu’ kamu görevlisinin işine de son verildi.
Fethullahçı nitelemesiyle işinden atılan on binlerce insan (sayının 150 bine ulaştığı söyleniyor) ve bunların örgütlü olduğu kamu sendikaları nerdeyse hiç direniş göstermeden duruma rıza gösterirken, konuyla hiç ilgisi olmadığı halde işlerinden atılan ‘solcu’ çalışanlar ve sendikaları işlerine geri dönebilmek için çaba göstermeye başladılar. Özellikle KESK’e bağlı sendikalar atılan üyeleriyle ekonomik dayanışma gösterdiler, haksız ihraçlarla ilgili -yetersiz de olsa- kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Özellikle görevlerinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın bir yıla yaklaşan oturma eylemleri ve açlık grevleri, Veli Saçılık ve Acun Karadağ’ın her gün gözaltına alınma pahasına yükselttikleri ‘Yüksel Direnişi’ haksız ihraçların gündemde kalmasını sağladı.
İhraç edilen insanların sadece sayıdan ibaret olmadığını, günlük yaşamları, geçindirmek zorunda oldukları aileleri olduğu, bir kenarda beklemekle günlük yaşamlarını sürdüremeyecekleri Veli Saçılık ve onunla birlikte yerlerde sürüklenen annesi Kezban Saçılık’ın söyledikleriyle yeniden gündeme geldi.
Biz de Mersin’de bir kısmı arkadaşımız olan, bir kısmıyla uzaktan tanıştığımız, bir kısmını ise hiç tanımadığımız haksızlığa uğramış insanlarla konuştuk. İhraçların günlük yaşamlarına, aile ilişkilerine, ekonomilerine olan etkilerini öğrenmeye çalıştık. Dostlarının, akrabalarının, komşularının, iş arkadaşlarının onlara nasıl davrandığını öğrenmeye çalıştık. Örgütlü oldukları sendikaların süreci nasıl yönettiğini, yeterince dayanışma gösterilip gösterilmediğini, işlerine geri dönmeleri için nelerin yapılabileceğini tartıştık. Çabamızın işe dönmelerine küçük bir katkı olması dileğiyle…
Ethem Dinçer & İlban Duyan
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.