Meslektaşlarımız hapiste, çünkü gizlenmek istenen bilgileri, karanlık ilişkileri deşifre etmeye yeltendiler. Onların hapiste olması, dışarıdaki gazetecilere topluma da gözdağı vermek için. Hafıza tazeleyerek başlayalım: Bir yıl önce, Eylül ayıydı. Redhack, Enerji Bakanı ve Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın kişisel e-posta hesabını ele geçirdiğini duyurdu. İlk ‘sızıntı’ Hürriyet gazetesinin CEO’su, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’la yaptığı yazışmalardı. Gerek Albayrak, […]
Meslektaşlarımız hapiste, çünkü gizlenmek istenen bilgileri, karanlık ilişkileri deşifre etmeye yeltendiler. Onların hapiste olması, dışarıdaki gazetecilere topluma da gözdağı vermek için.
Hafıza tazeleyerek başlayalım: Bir yıl önce, Eylül ayıydı. Redhack, Enerji Bakanı ve Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın kişisel e-posta hesabını ele geçirdiğini duyurdu. İlk ‘sızıntı’ Hürriyet gazetesinin CEO’su, Aydın Doğan’ın damadı Mehmet Ali Yalçındağ’la yaptığı yazışmalardı. Gerek Albayrak, gerek Yalçındağ e-postalarının heklendiğini inkar etseler de ‘skandal’, Yalçındağ’ın Hürriyet’ten istifa etmek zorunda kalmasına neden oldu.
Wikileaks, Albayrak’a ait olduğunu iddia ettiği yaklaşık 60 bin maili sitesinde yayımladı. Medyadan bürokrasiye, yine derin bir sessizlik ve inkar havası esti… Ancak kimi bağımsız/muhalif haber siteleri, maillerin bir kısmını haberleştirmeye cesaret edebildi.
25 Aralık 2016’ta, farklı kurumlarda çalışan altı gazetecinin, polis baskınlarıyla gözaltına alındığı haberini aldık. Peki kimdi bu gazeteciler ve neyle suçlanıyorlardı?
Diken’in eski editörlerinden serbest gazeteci Tunca Öğreten, Birgün çalışanı Mahir Kanaat, DİHABER Diyarbakır Haber Şefi Ömer Çelik ve muhabiri Metin Yoksu, Yolculuk gazetesi Yazı İşleri Müdürü ve İmtiyaz Sahibi Eray Sargın ile Etkin Haber Ajansı (ETHA) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Derya Okatan. Suçlama, ‘Redhack algı ekibi’ni oluşturmaktı. Görünen tek ‘suç’ bu gazetecilerin, Redhack’in twitter’da oluşturduğu DM grubuna dahil edilmesiydi.
24 günlük gözaltı sürecinin ardından Yoksu, Sargın ve Okatan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken Öğreten, Kanaat ve Çelik tutuklandı. Die Welt muhabiri Deniz Yücel için de aynı operasyon kapsamında arama kararı çıkarıldı, ancak Yücel birkaç ay sonra teslim oldu. (Yücel’in iddianamesi halen hazırlanmadı ve yargılanmasının ayrı yapılması bekleniyor.)
Kişisel e-postada devlet sırrının ne işi var?
O gün bugündür üç meslektaşımız Silivri hapishanesinde, özgürlüklerine ve adalete kavuşmayı bekliyor. İlk duruşma 24 Ekim’de, Çağlayan Adliyesi’nde görülecek.
İyi de bir gazeteci, zaten kamuya mal olmuş ‘sızıntı haber’ kaynağını takip ediyorsa bu hapislik bir suç mudur? E-postalar sahte değilse – ki şimdiye kadar aksi ispat edilmedi– bir gazetecinin görevi, kamu yararına olan bilgiyi yayınlamak değil midir? Mesleki açıdan asıl ‘suç’ ‘Aman başımıza bir dert gelmesin’ diye başını öte yana çevirmek olabilir mi?
Kamu yararı derken, hatırlalım: Tunca Öğreten, maillerden yola çıkarak Berat Albayrak’ın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrolünü taşıyan Powertrans şirketiyle ilişkisini ortaya koyan mesajlaşmaları haberleştirdi. Öğreten tutuklandıktan yedi ay sonra açıklanan iddianamede, Albayrak’ın kişisel gmail hesabında “gerektiğinde devlet sırrı niteliğinde de olabilecek bilgiler” olduğu belirtilecekti.
Gerektiğinde? Devlet sırrı?
Demek ki Albayrak, maillerin doğruluğunu kabul ediyor. Zaten geçen hafta davaya müdahil oldu. Peki madem ‘devlet sırrı’ paylaşıyor, neden kişisel eposta hesabını kullanmış?
Hillary Clinton, kişisel e-posta hesabından devlet meselelerini idare ettiği için aylarca hakkında yazılan haberin, eleştirin haddi hesabı olmamıştı. Sonuçta o e-postalar, Demokratlar’a seçim kaybettiren en önemli hadiselerden sayılıyor.
‘Algı ekibi’nden terörist suçlamasına
Malum, dünyanın en yüksek sayıda gazeteci hapseden ülkesiyiz (Bugün hapisteki gazeteci sayısı 170, kaynak: P24). Gazeteciler, basın yoluyla işlenen ‘suçlar’dan yahut ‘algı ekibi oluşturmak’tan hapse konamadığı için, terör yaftası yapıştırılarak ucu açık, tabiri caizse ‘nereye çeksen gelir’ suçlamalarla tutuklanıyor.
Darbe girişimi sonrası bağımsız/muhalif/sol medyaya düzenlenen operasyonların pek çoğunda gazeteciler, yeterli delil olmadığı halde sırf iktidara ‘zarar’ verdiği düşünülen haberler, yorumlar yaptıkları için kodese tıkıldı. Saray medyasının dezenformasyonu ve yalan haberleriyle peşinen suçlu ilan edildi. Devlet yetkilileriyse ‘onlar gazeteci değil terörist, vatan haini, tecavüzcü, hırsız’ gibi ağır suçlamalarla kendi algı operasyonunu yapıyor.
Önce ‘Redhack algı ekibi’ olmakla itham edilen meslektaşlarımız, yedi aylık tutukluluğun sonunda ‘ortaya karışık’ örgütlere üye olmak veya üye olmamakla birlikte ‘yardımcı olmak’ suçlamalarıyla karşı karşıya. Ya delil? Neden bahsediyorsunuz! Haberler ve tvitler var, yetmez mi!?
Gazetecilere ayrıca, “Bilişim Sistemini Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme Veya Değiştirme” suçlaması yöneltildi. Ancak neyi, nasıl engelledikleri veya değiştirdiklerine dair hiçbir şey yok.
Sızdırma habercilik etik mi?
Sızdırma/sızıntı habercilik kavramı, internet çağıyla birlikte giderek daha çok karşımıza çıkar oldu. Wikileaks’ten Snowden’a, sızdırma habercilik örnekleri dünyayı salladı. En son Panama Papers’ı inceleyip haberleştiren gazeteciler, Pulitzer ödülüne layık görüldü.
Sızdırma haber, şirket, bürokrasi veya devletteki ‘bir kaynağın’ elindeki verileri medyaya gizlice vermesi demek. Bu işler, kişisel güvenlik kaygıları nedeniyle genellikle gizli kapaklı yapılıyor. Bilgi ve belgelerin gerçekten kamunun yararına olup olmadığını, kaynağın gerçek bilgi sızdırıp sızdırmadığını tespit etmekse gazetecilerin işi.
Son zamanlarda en çok rastlanan sızdırma haber biçimi, kişisel veya kurumsal hesapların heklenmesiyoluyla olabiliyor. Heklenen yüzbinlerce mail veya yazışmanın gazeteciler tarafından ayıklanıp, incelenip haberin çıkarılmasına da ‘mining’ (maden çıkarma) deniyor.
Peki güç sahibi olanların çalıntı kişisel bilgilerinden haber yapmak etik midir? Bu konuda da tartışmalar sürüyor, ancak mesele gelip yine gazeteciliğin genel kurallarına dayanıyor: Kamu yararı varsa, kaynak doğruysa, özel hayata saldırı yoksa ve haber dili uygunsa, haber yapmakta mahsur yok… Hele sözkonusu kişi veya kurumlar, gizli kapaklı iş çeviriyor, hukuk kurallarını alt üst ediyorsa bin kere haberdir.
Meslektaşlarımız hapiste, çünkü gizlenmek istenen bilgileri, karanlık ilişkileri deşifre etmeye yeltendiler. Onların hapiste olması, dışarıdaki gazetecilere ve evet, size, yani topluma da gözdağı vermek: Bu rejimden hesap soramazsın, şeffaflık bekleyemezsin, istediğini yapacak. Bu dayatmayı kabul etmek veya etmemek bize kalmış.
***
Panama Papers’te ne vardı?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.