Büyükler küçükleri yener. Benim ligim senin ligini döver. Bu ulusal takımlara da yansır. Bazen istisnalar olsa da parası olan düdüğü çalar
Büyükler küçükleri yener. Benim ligim senin ligini döver. Bu ulusal takımlara da yansır. Bazen istisnalar olsa da parası olan düdüğü çalar
Avrupa’da futbolu dört ülke oynuyor ve futbol pastasından en büyük payı alıyorlar: İngiltere, İspanya, Almanya ve İtalya.
İngiltere’de XII. yüzyılda oynanmaya başlayan, “sporların kralı” denilen futbolun bugün dünyada lisanslı 265 milyon oyuncusu bulunmakta. Oynayanlar ise 1 milyardan fazla.
Küreselleşmenin en büyük simgesi olduğu kadar yarattığı finansal ve toplumsal eşitsizlik de giderek artıyor. Piyasası 12,5 milyar avro. Ekonominin önemli sektörlerinden biri.
Kapitalist sistemin yapısı olarak gösteri dünyasında kâr sağlamalı. Beyinleri de uyuşturmalı.
Ortak duygu ve simgeleri (ulus, taraftar) harekete geçiren, siyasilerin araçsallaştırdığı bir sektör.
Toplumbilimsel çözümleme yapmak gibi bir niyetimiz yok. Alanımız dışında.
Sadece kimi sayılarla Avrupa futboluna göz atıp, özellikle 1995 Bosman kararından sonra (yabancı futbolcu sayısında sınırı kaldıran ve oyuncuların dolaşımına izin veren) futbol ve getirisi aldı başını gitti, ama dört ülkenin yararına. Dört ülkenin takımları oynuyor, oyuncular para kazanıyor. Diğer ülkeler figüran. Aslan payından kalan parçalarla yetinmek zorundalar.
Adil ve eşit değil. Haksız rekabet her alanda. Dört ülkeden birkaç takım şampiyonlar ligine katılırken diğer ülkelerin şampiyonlarının önü kesiliyor. Barajı geçmeleri gerek.
Neden her ülkenin 1. lig şampiyonları katılmıyor da dört büyük ülkeden daha fazla takım katılıyor? UEFA öyle karar vermiş, çünkü gelir büyük takımlarla artıyor.
Eşitsizlik her yerde. Real Madrid katılırsa Barselona ne yapacak? Manchester katılırsa Chelsea ne yapacak? Seyirci mi gelmez, para mı kazanılmaz? Herhalde öyle.
Avrupa Ligi demenin de pek anlamı yok. Dört ülke kendi aralarında oynuyorlar ve oynasınlar.
Ayrıca tanınmamış takımların maçına kim gelir ki! Oyuncularını kimse tanımıyor ki!
Gösterinin tekeli bu ülkelerde. Parayı kazananlar da onlar. Ama borçları da giderek artıyor. Ayrıca Körfez ülkelerinin petro-dolarları gelip kulüpleri satın alıyorlar, sıcak para sağlıyorlar. Parayı değerlendirmenin bir yolu mu yoksa vergiden kaçırmanın bir yolu mu sorusu sorulabilir.
Yükselmekte olan ülkelerin piyasasına da el atıyorlar. Asya’ya, Kuzey Amerika’ya gidip gösteri maçları düzenliyorlar, kamp yapıyorlar. Aynı zamanda oyuncu satıyorlar ya da sermaye arıyorlar. Çinli bir grup Milan kulübünü satın aldı.
1996 ile 2016 yılları arasında kulüplerin gelirleri 6 kat arttı ve 2,5 milyar avrodan 17,5 milyar avroya ulaştı.
Gelir artışı özellikle özel TV kanallarının devreye girmesi ve yayın hakkını satın almasıyla artmaya başladı. Gelir artışı tanınmış oyuncu almak, oyuncu almak statları doldurmak, statları doldurmak daha fazla kulüp ürünü satmak ve mali destek (sponsor) sağlamaktır. Yeni statlar yapılıyor (arena mı demeli boğa güreşleri gibi), sponsorun adı veriliyor.
Gençleri desteklemek, altyapıyı desteklemek mi? Sporun gelişmesine katkıda bulunmak mı? O da ne demek!
Avrupa kulüplerinin gelirlerinin yüzde 34’ü yayın, yüzde 24’ü sponsorluk, yüzde 16’sı bilet satışı, yüzde 9’u UEFA’dan gelen gelir, yüzde 9’u ticari gelir ve yüzde 8’i diğer gelirlerden oluşmaktadır. Gelirlerin yarısından fazlası yayın ve sponsorluktan geliyor.
Yayın eşitsizlik yaratır, hem ligin içinde hem de ligler arasında ve genelde sporda. Kulüplerarası dağıtım az çok adil olsa da futbol sadece 1. lig değildir.
Yayından en çok gelir sağlayan İngiltere’dir: 1 milyar 984 milyon avro (20005-2015); sonra sırasıyla 866 milyon avro ile Almanya; 549 milyon avro ile İspanya; 380 milyon avro ile İtalya; 372 milyon avro ile Fransa; 309 milyon avro ile Rusya; 274 milyon avro ile Türkiye; 81 milyon avro ile İsviçre gelmektedir. Kazakistan’ın geliri 87 milyon avrodur. Hollanda ve Avusturya’nınki de yaklaşık 12 milyondur. Eşitsizlik büyük. Geliri olan topun peşinden gidiyor.
2015 yılında en fazla gelire sahip olan kulüpler dört ülkenin kulüpleridir. Eşitsizlik burada da çok önemlidir. Gelirin fazla ise iyi transferler yaparsın. Taraftar coşar, mayoları satarsın.
Avrupa’da en fazla gelir elde eden 30 kulüp (toplamda 679 kulüp var) gelirlerin yüzde 49’una sahiptir.
Sayalım en fazla geliri olanları: Real Madrid 561 milyon avro, Barcelona 521 milyon, Manchester United 484 milyon, PSG (Paris Saint Germain) 474 milyon, Bayern 461 milyon, Manchester City 449 milyon, Arsenal 413 milyon, Chelsea 388 milyon, Liverpool 325 milyon, Juventus Turin 281 milyon, B.Dortmund 258 milyon… Galatasaray 147 milyon, Leicester 134 milyon.
Farklılıklar yıllar boyu artıyor. Bu da maçlarda belirsizliği azaltıyor ve dolayısıyla şampiyonluğu dört ülkeden birisinin kazanacağı kesinleşiyor.
Büyükler küçükleri yener. Benim ligim senin ligini döver. Bu ulusal takımlara da yansır. Bazen istisnalar olsa da parası olan düdüğü çalar.
Avrupa kupalarında bakalım yarı finalistlere: 1985-1996 yılları arası, toplam 40 takımdan dört ülkeden katılan takım sayısı 16. 1997-2006 yılları ise yine toplam 40 takımdan 34’ü dört ülkeden. 2007-2016 arası ise 40 takımdan 39’u!!! Dört ülke oynar diğerleri seyreder. Yayınlar da para getirir.
Acaba şampiyonlar ligi bu ülkelerle sınırlı kalamaz mı?
Gelir arttıkça oyuncu transfer edilir ya da eldeki oyuncu tutulur. Rekabet alır başını gider ve ücretler tavan yaptığı gibi tavanı da deler geçer. Nerede duracağı belli değildir. İşte PSG’ye gelen Neymar 220 milyon! Yine PSG’ye gelen Kylian Mbappé 180 milyon avro!
En pahalı futbolcularda bu zengin dört ülkede. İngiltere’de futbolcuların toplam piyasa değeri 4.400 milyon avro! Sonra sırasıyla İspanya 3.250, İtalya 2.560, Almanya 2.340, Fransa 1.560, Rusya 895, Portekiz 823, Hollanda 582, Belçika 529, Ukrayna 374, Yunanistan 313, Romanya 173 milyon avro ile gelmektedir.
Türkiye’nin yeri de fena değildir: 947 milyon.Yabancı futbolculara iyi para ödüyoruz, özellikle yaşlananlara.
Tabii gelir artışı, transfer ücretlerinin artışı derken kulüplerde borçlanıyor. UEFA 2011 yılında finansal fair-play olayını yarattı. Kulüpler 3 yılda 30 milyondan fazla açığa sahip olamaz dendi. İşe yaradı ve borçlanma azaldı. 2009 yılında borç tutarı 1 milyar 163 milyon avrodan 2015 yılında 305 milyon avroya geriledi. Borçlar gelirlerin yüzde 65’ini oluştururken bu oran 2015’de yüzde 40’a geriledi. 30 kulüpten 4’ünün bütçesi dengede. Yine de bu fair-play eşitsizliği azaltmıyor. İsteyen istediği tutarda transfer yapıyor. Ağaların eli tutulmuyor.
Gençler, altyapı unutulmuyor gibi yapılıyor. Avrupa kupalarında oynayan takımlarda, altyapıdan gelen oyuncular için kota denendi. En az 4 oyuncu olsun dendi. Zorunluluk değil, öneri olunca “Kim gençleri alıp yetiştirecek” denildi. Kısa vade daha çok gelir sağlıyor. Uzun soluklu işlere zaman yok.
Cepler hemen dolmalı.
Yetiştiren takım yok mu? Var ve iyi de para kazanıyorlar. Ülke ülke amatör ligleri dolaş, gençleri bul ve sat. Porto, Benfica, Monaco, Ajax gibi kulüpler gençleri bulup yetiştiriyorlar ve sonra satıyorlar.
Bir ara ücret tavanı getirilsin denildi (salary cup). Uygulaması zor. Kim uygulayacak? Herkes işinden memnun.
Bakın ne kadar harcıyorlar kulüpler transfere. Dört ülkenin transferlerinin toplamı 2010 yılında 1,5 milyar avro iken 2016 yılında 5,9 milyara yükseldi.
En pahalı 200 transfer için ödenen para 2012 yılında 1,8 milyar avro iken bu sayı 2014’te 3 milyara, 2015 yılında 3,4 milyara ulaştı.
Yabancı yatırımcıların da işe girmesiyle rekabet kızıştı. Haksız rekabet ortada. 60 bin üyeli Profesyonel Futbolcular Dernekleri Uluslararası Federasyonu -FİFPro- bu haksız rekabeti, eşitsizliği dile getirip piyasanın uçtuğunu ve gerçeklerden koptuğunu açıklıyor.
Ücret eşitsizliği sadece kulüpler arası değil kulüp içinde de var ve rahatsızlık yaratıyor. Örneğin Fransa’da 2011 yılında en iyi ücrete sahip 20 oyuncunun aylık geliri (brüt) 220.000 ila 375.000 avro iken 2014 yılında bu miktar 250.000 ila 1,5 milyon avroya çıktı.
Gelir AYLIK… Dikkat edelim.
1998-2009 yılları arası Fransa 1. liginde oynayan futbolcunun ortalama ücretini 1998 yılını temel yıl alıp 100 kabul edersek 2003’te 120,5 ‘e ve 2019 ‘da 166,9’a çıkarken, 2. ligde bu sayılar sırasıyla 31,5 milyondan 2003’te 35,3’e ve 2019’da 36,2’ye çıkar. Adımını attın mı 1. lige, kazanç bol. Bir de tanınmış takıma gidersen köşe oldun demek.
Ünlü İngiliz futbolcu Gary Lineker’in ünlü bir sözü vardır: “Futbol basit bir oyundur. 22 kişi 90 dakika boyunca bir topun peşinden koşarlar ve sonunda Almanlar kazanır”.
Şimdi Almanlar değil, zenginler kazanmaktadır. Hem de haksız şekilde.
Kaynaklar:
alternativeconomiques.fr; lecofoote-monsite.com;lefigaro.fr; lesechos-etudes.fr; businesscoot.com; lacroix.fr; sports.gouv.tr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.