Yargıtay’ın bozma kararına uyularak Özgecan’ın katillerinden Fatih Gökçe’nin beraatine karar verilirse bu ülkede yaşayan kadınların yaşamları benzer saldırılara daha açık hale getirilecektir
Yargıtay’ın bozma kararına uyularak Özgecan’ın katillerinden Fatih Gökçe’nin beraatine karar verilirse bu ülkede yaşayan kadınların yaşamları benzer saldırılara daha açık hale getirilecektir. Erkek yargı böyle bir kararla suç işleme potansiyelinde olan erkeklere açıkça, “Cinsel saldırı suçunda delilleri yok et! Beraat et!” demektedir
İki yıl önce, 11 Şubat 2015’te Tarsus’ta genç bir kadın bindiği toplu taşıma aracında tecavüze uğradıktan sonra, delilleri yok etmek isteyen üç erkek tarafından katledildi, nitelikli cinsel saldırı suçunu gizlemek için cesedi yakıldı. Bu kadın Türkiye’deki kadın isyanının adı Özgecan Aslan’dı. Suçun faillerinden biri ise Fatih Gökçe.
Cinayetten ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası onanan Fatih Gökçe hakkında nitelikli cinsel saldırı suçundan kurulan hüküm Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin yaptığı inceleme sonucunda şu gerekçeyle bozuldu:
– Sanığın, üzerine atılı bulunan suçlamayı inkar ettiği, diğer sanık Ahmet Suphi’nin soruşturma aşamasında kollukta, Cumhuriyet savcılığında ve Sulh Ceza Hakimliği’nde alınan ifade ve savunmalarında, sanık Fatih’in, maktuleye cinsel saldırıda bulunduğuna ilişkin herhangi bir iddia ve beyanda bulunmadığı, maktulenin cesedi üzerinde yapılan otopsi ve inceleme sonuçları ile dosyada mevcut delillere göre sanık Fatih’in savunmasının aksine maktuleye cinsel saldırıda bulunduğuna ilişkin mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla; bu suçtan beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, sanık Ahmet Suphi’nin kovuşturma aşamasında geliştirdiği savunmasına itibar edilerek varsayıma dayalı olarak yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,
– Kabule göre; sanık hakkında TCK’nun 102/2. maddesi ile belirlenen temel ceza, suçun beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlendiği gerekçesiyle aynı Kanunun 102/3 (a) ve (e) bentleri uygulanmak suretiyle arttırılmış ise de; maddenin gerekçesine bakıldığında suçun yetiştirme yurdu, ceza infaz kurumu, öğrenci yurdu, okul pansiyonu ve hastane gibi insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmesi halinde (e) bendi ile artırım yapılabileceği, somut olayda sanığın cinsel saldırı eylemini gerçekleştirdiği kabul edilen minibüsün insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamlardan sayılamayacağı bu nedenle (e) bendinin uygulanma koşullarının bulunmadığının gözetilmemesi…
Bozma kararı sonrası Fatih Gökçe, 12 Eylül’de Tarsus 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden yargılanmaya başlandı. Davanın görüleceği salonun küçük olması bahane edilerek konunun muhatabı ve mağduru olan kadınların mahkeme salonuna girişi engellenmek istendi, ancak tüm engellemelere rağmen dava kadın örgütleri tarafından takip edildi. Davaya pek çok ilden katılan baro avukatları ile gönüllü kadın avukatların tamamı mahkemenin Yargıtay kararına direnmesini talep etti.
Yargıtay’ın Fatih Gökçe hakkındaki bozma kararlarına dönüp de, mahkemeden direnme kararı vermesini talep eden avukatların beyanlarını da esas alarak bir değerlendirme yapacak olursak, Yargıtay’ın bozma kararına uyulması davanın direk muhatabı olan, bu ülkede yaşayan kadınlar açısından kabul edilemez bir karar olacaktır. Yargıtay bozma kararında “maktuleye cinsel saldırıda bulunduğuna ilişkin herhangi bir iddia ve beyanda bulunmadığı, maktulenin cesedi üzerinde yapılan otopsi ve inceleme sonuçları ile dosyada mevcut delillere göre sanık Fatih’in savunmasının aksine maktuleye cinsel saldırıda bulunduğuna ilişkin mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla” demektedir.
Zaten Özgecan’ın cesedi otopside cinsel saldırıya kanıt bulunamayacak şekilde sanık Fatih Gökçe tarafından yakılmıştır. Yeterli bulunmayan kanıtlar zaten Fatih Gökçe tarafından yok edilmiştir. Bir insan işlemediği bir suçun kanıtlarını neden yok etmek ister? Ya da kendisinin işlemediği bir suçta, neden cinsel istismar delillerini yok etmeye yönelik bir biçimde bir kadının cesedini yakar? Fatih Gökçe’nin kararttığı delilleri ortaya çıkarmak, cinsel saldırıyı ispat etmek olayın mağdurlarının görevi midir? Böyle bir karar bilime de hayatın doğal akışına da terstir ve tamamen erkek aklın ürünüdür. Erkek aklın ürünüdür, çünkü eğer bozma kararına uyularak Fatih Gökçe’nin beraatine karar verilirse bu ülkede yaşayan kadınların yaşamları benzer saldırılara daha açık hale getirilecektir. Benzer suçu işleyen erkeklere örnek olacak, başka kadınların da bu şekilde katledilmesinin önünü açacaktır. Erkek yargı böyle bir kararla suç işleme potansiyelinde olan erkeklere açıkça, “Cinsel saldırı suçunda delilleri yok et! Beraat et!” demektedir. Kaldı ki pek çok davada sanık, Yargıtay kararlarını örnek göstererek beraat etmektedir.
Yargıtay’ın “somut olayda sanığın cinsel saldırı eylemini gerçekleştirdiği kabul edilen minibüsün insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamlardan sayılamayacağı” yönündeki kararı da bu ülkenin gerçeklerinden uzak, hele ki kadınların ulaşım olanağı gerçeklerinden uzak bir gözle verilmiş bir karardır. Bu göz erkek aklın, erkek devletin ve erkek yargının gözüdür. Kadın gözü olsaydı eğer, Özgecan’ın (gelir düzeyi yüksek olmayan, özel araç sahibi olmayan, bursla okuyan genç bir kadının) hele de Tarsus açısından baktığında o saatte TOK otobüsüne binmek dışında başka bir seçeneği olmadığını gören bir pencereden bakardı. Kadın gözü olsaydı böyle bir kararın, Özgecan katliamından sonra toplu taşıma araçlarına karşı güvensizlik duyan, gece sokağa çıkma hakkı ihlal edilen biz kadınların hayatlarını daha da kısıtlamak olduğunu gören bir pencereden bakardı.
Özgecan için nasıl oluyordu da katledildiği minibüs “insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamlar”dan sayılmıyordu. Bu karara göre Özgecan gibi bir genç kadın eğer ki özel aracı yoksa (ki özel aracımızla yolda giderken dahi gericilikten beslenen eril şiddetin bin bir türlü hali ile karşı karşıya oluyoruz çok zaman) sokağa çıkmamalıydı, hatta belki okula gitmemeliydi. Eğer yerel mahkeme Yargıtay kararına direnmez ve beraat kararı verirse bu açıkça tüm kadınlara “toplu taşıma araçlarına binme” demek olacaktır. Bu da kadınların kamusal alanda kendini var etme hakkının ihlal edilmesi, sokağa çıkma hakkının, özgürlüklerinin gaspıdır.
Özgecan Aslan’ın her gün yüzlerce kadının kullandığı bir toplu taşıma aracında katledilmesinden sonra zaten kadınların toplu taşıma araçlarına güveni daha da azalmıştır. Kaldı ki Özgecan Aslan’dan sonra Ankara’da bu kez belediye otobüsünde bir kadın nitelikli cinsel saldırıya uğramış, öldürülmekten son anda kurtulmuştur. Geç saatlerde kadınlar tek başına toplu taşıma araçlarına binmekten tedirgin olmakta, son yolcu olmamak için çoğu zaman önceki duraklarda inmek zorunda kalmaktadır. Bütün kadınlar bu olayın mağdurudur ve bu davanın tarafıdır. Bu davadan çıkacak beraat kararı kadına yönelik benzer saldırıların önünü açacaktır.
Özgecan Aslan’ın ve erkek şiddeti ile katledilen tüm kadınların faili/kaynağına baktığımızda erkeği cezasız bırakan, tahrik indirimleri ile ödüllendiren yargı kararları, kadını yok sayan, erkekliği yücelten, kadını aile içine hapseden kadın düşmanı politikalardır. Bu nedenledir ki Fatih Gökçe savunmasında pişkince “Tecavüz benim en hassas olduğum konudur. Ben bir kadına tecavüz etmeyi bırak, küfür bile edilmesine dayanamam. Boşandığımda çok ağır tahrik altındaydım. Eşime bile bir şey yapmadım. Ben kimseyi incitemem” diyebilmiştir. Çünkü eşine karşı suç işleme cesaretini iktidarın kadın düşmanı aile politikalarından almaktadır. Bu nedenle kadın cinayetleri politiktir.
Katledilen kadınların asıl faili, kadın erkek eşitliğini yok sayan, kadının erkeğe itaatini ibadet sayan gericilikten beslenen eril zihniyettir. Bu nedenle kadın erkek eşitliğini yok sayan AKP’nin kendi eliyle kurduğu sözde kadın örgütü KADEM de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da bu davanın muhatabı da müdahili de olamaz. KADEM ile doldurulan mahkeme salonuna alınmak istenmeyen, eşitliği ve kadın özgürlüğünü savunan kadın örgütleri bu davanın muhatabıdır ve müdahillik talepleri kabul edilmelidir.
Yargıtay kararına uyup, beraat kararı vermek biz kadınların yaşam hakkını, sokağa çıkma hakkını, seyahat hakkını ve en temel özgürlüklerini ihlal edecektir. Zaten Özgecan’dan sonra gericilikten beslenen erkek şiddeti iyice artmış ve her gün farklı formlarda karşımıza çıkmaya başlamıştır. Bazen şort giyen kadına tekme atan, bazen spor yapan hamile kadını döven formları ile kaşımıza çıkan gerici eril saldırılar, evinde şort giyen kadını apartman yöneticisine şikayet edecek kadar zıvanadan çıkmış durumdadır. Bu nedenle Özgecan için adalet demek tüm kadınlar için adalet demektir. Çünkü Özgecan’ın katledilmesinden sonra çıkan kadın isyanı aslında kadınların evde, işte, sokakta, kamusal ve özel alanlarda uğradığı erkek şiddetine karşı biriken öfkenin açığa çıkması değil midir? Öyleyse özel ve kamusal alanlarda tam eşitlik sağlanana kadar, kadın değerleri ile donatılmış bir toplum inşa edilene kadar isyan da dinmeyecektir. 29 Eylül’de Tarsus Adliyesi’nde görülecek olan davaya sahip çıkmak, yaşamımızı kuşatmaya çalışan gerici-eril saldırılar karşısında yaşam hakkımıza, ulaşım hakkımıza ve özgürlüklerimize sahip çıkmak, kadın isyanımıza sahip çıkmak demektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.