Toplumun neredeyse tüm kesimlerinin sinir uçlarına dokunan eğitimde gericiliğe karşı geliştirilecek bir laik bilimsel eğitim hareketi geniş kesimlerin ilgisini çekmeye adaydır
Toplumun neredeyse tüm kesimlerinin sinir uçlarına dokunan eğitimde gericiliğe karşı geliştirilecek bir laik bilimsel eğitim hareketi geniş kesimlerin ilgisini çekmeye adaydır. Yeter ki bu konuda sol ısrarcı ve kapsayıcı bir mücadele programı ortaya koyabilsin
Erdoğan siyasette tansiyonu sürekli yüksek tutmayı tercih ediyor. Böylece tabanında sürekli tehditlerle boğuştuğu, sürekli birtakım tehditleri savuşturduğu algısı yaratarak soğumaya yüz tutan taraftarlığı ısıtmaya çalışıyor. Bu taktiğin ekmeğini çok defa yemişliği de var. Ancak yüksek tansiyon siyasetinin ekmeğini Erdoğan yerken, bedelini halk ödüyor, hem de ağır ödüyor. Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da, bodrumlarda yaşanan katliamlar ve 15 Temmuz’da darbe girişimindeki ölümler bu siyasetin bedelleridir. İç siyasette gerilim sınırlarına dayandığında dış siyaseti devreye sokuyor; sonra tersini yaparak durumun sürekliliğini sağlamaya çalışıyor.
Geçen ay Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel’e yönelik “Sen kimsin ki Türkiye’nin Cumhurbaşkanına konuşuyorsun, sen Türkiye’nin Dışişleri Bakanı ile konuş. Haddini bil. Kalkıp bize ders vermeye kalkıyor. Senin siyasetteki geçmişin ne, kaç yaşındasın?” çıkışı yaparak Almanya ile ardından AB’ye yayılan bir gerilimi başlatmıştı. Bir dönem her sıkışıklığını aşmakta faydalandığı ve davetlerini ikiletmeden icabet eden Merkel’i karşısına aldı. Buradan kendi tabanındaki gavur alerjisini (Şimdilerde Erdoğan’ın borazanlığını yapan Aydınlık’a göre ise “anti emperyalizm”i) kaşıyarak desteğini canlı tutmaya çalışıyor. Ancak “papaz her zaman pilav yemez” lafı gerçekmiş ki gerilim Almanya sınırlarını aşıp AB ile gerilime dönüştü. 39 yaşındaki Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Macron’un “Bildiğiniz gibi, küresel sahneye çıkmak aslında o kadar da havalı bir şey değil. Erdoğan ile her 10 günde bir konuşması gereken benim” sözlerine, Erdoğan “Eyy Macron, sen kimsin, senin siyasetteki geçmişin ne, kaç yaşındasın” gibi üstten cümlelerle saldırmadı. Aksine, “yarabbi çok şükür” misali “Ben o dergiye verilende bir olumsuzluk değil, tam aksine Türkiye’nin Cumhurbaşkanı ile görüşmenin onlar için bir artı değer olduğunu düşünürüm” diyerek alttan aldı. Mustafa Kemal’i ders kitaplarından sildiren lider, iddiasının aksine yedi düvelle birden -bırakın savaşı- polemik bile yapamıyor. İktidara gelişinde ve devamında güçlü desteğini aldığı batılı dostlarının desteği bitti. Can düşmanlığında karşılıklı tutum içerisinde olduğu Rusya, İran ve Suriye ile ise (her ne kadar çaktırmamaya çalışsa da) aynı ittifakın içerisine düşmüş durumda. Başta Başbakan olmak üzere AKP Hükümet üyelerinin bile hakkında bilgi sahibi olmadığı, herhangi bir stratejiye dayandığı şüpheli bir dış politika ile bölgesinde nasıl siyaset sürdüreceği de şüpheli bir iktidarın hezeyanlarını izliyoruz. AB ile yaşanacak bir kopuş ağır ekonomik sorunlara neden olabilir.
Partideki “metal yorgunluğunu” giderme hamlelerinin musluk başlarını tutanları değiştirme amacına dönük olduğunu Tarım Bakanı Fakıbaba, “benden önce yolsuzluklar varmış. Bu geride kaldı, ben bunun takipçisiyim. Erkek olan şimdi yolsuzluk yapsın, göreyim bakayım” sözüyle itiraf etmiş oldu. Fakıbaba’dan önceki Tarım Bakanları ise AKP’nin ağır topları Mehdi Eker ve Faruk Çelik. ‘Metal Yorgunluğu’nu gidermenin yolu iştahı kabarık hırslı yeni kadroların önünü açmak, o da güçlenmiş eskilerin duvarına tosluyor.
Yargı yılı açılmadan Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın karşısında “rükuya vardığı” fotoğrafının basına düşmesi, ardından adli yıl açılışında Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in itiraf gibi konuşması yargının içine düştüğü durumun belgeleri oldular. Cirit, “hakimlik ve savcılık mesleğini icra edenlerin yaklaşık 1/3’ünün terörist faaliyetlerin odağında yer alması, halkın gözünde yargıya olan güveni elbette sarsacak bir durumdur” dedikten sonra nasıl yapılacağını söylemeden, yargıya güvenin arttırılması gerektiğini söyledi. Geçen yıl Saray’da yapılan ve yargıçların Erdoğan’ı ayakta alkışladığı ve karşısında cübbelerini iliklemeye çabaladığı için eleştirilen adli yıl açılış töreni bu yıl Yargıtay’da yapıldı ama Erdoğan katılmadı. Mesaj açık: Yargı Erdoğan’a tabi, Erdoğan yargıya değil.
İktidar tıkanmışlığını ve çürümüşlüğünü gericilik uygulamalarını hızlandırarak aşmaya çalışıyorlar. Kadın düşmanlığı, eğitimde gericilik, mezhepçilik, milliyetçilik uygulamalarının her biri ‘eskisi’ kadar safları sıklaştıramadığı gibi direnişleri de beraberinde getiriyor.
Eğitimde gericilik uygulamaları AKP’nin gelecek kuşakları kazanmasını sağlayamasa da bir kuşağı sakatlama olasılığı yüksektir. İşçiye düşman, kadına düşman, Kürde düşman, Aleviye düşman, bilime düşman, hak ve özgürlüklere düşman bu çürümüş iktidarı sadece eğitimde gericilik uygulamaları (İmam hatipleştirme, gerici müfredat vs) ile kurtarmaları mümkün olmasa da ısrarlarını sürdürüyorlar. Eğitim yoluyla yeni bir tarih bilinci, yeni bir değerler sistemi inşa etmeye çalışıyorlar. 2017 müfredatında buna dönük niyetlerini açıkça ortaya koymuşlar. Mustafa Kemal’in müfredattan önemli oranda çıkartılıp yerine Erdoğan’ın konması*; İslamcı hizipler arası iktidar ortaklığının bozulup, çatışmaya dönüştüğü 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasının bir “Kurtuluş Savaşı” olarak sunulma çabası; evrim teorisinin yerine yaradılış inancının geçirilmesi; kadın hakları yerine erkeklerin lütfunun konması; yurttaşlık esasının yerine din-mezhep esasının öğretilmesi (ateist ve diğer dinlerden birileriyle evliliğin yasak ilan edilmesi); şeriatın, cihatçılığın olumlanması vb… değişiklikler AKP’ye desteği arttırmaktan/genişletmekten çok gericiliğin kontrolden çıktığının resmidir. Daha önce devreye sokulan imam hatip okulları kampanyasının önemli bir hamle olarak sunulmasına rağmen yeterince rağbet görmemesi AKP seçmeninin de eğitim politikalarına kuşkuyla baktığının göstergesidir. Üstelik imam hatiplerin üniversite sınavlarında en başarısız liseler olması (yüzde 18’i yerleşebildi) bu kuşkuları arttıracak faktörlerdir. Yeni uygulamada daha yüksek nüfuslu birçok mahallede lise yokken nüfusu 5 binin üzerinde olan yerlere imam hatip zorunluluğu getirilmesi (daha önce 50 bindi) ve diğer liselerin açılma şartlarının zorlaştırılması; kısaca eğitimde laik ve bilimsel kriterlerin dışlanması toplumda AKP’ye desteği arttırmamakta aksine laik kesimlerinin itirazlarının da etkisiyle hoşnutsuzluğu beslemektedir.
Toplumun neredeyse tüm kesimlerinin sinir uçlarına dokunan eğitimde gericiliğe karşı geliştirilecek bir laik, bilimsel eğitim hareketi geniş kesimlerin ilgisini çekmeye adaydır. Yeter ki bu konuda sol ısrarcı ve kapsayıcı bir mücadele programı ortaya koyabilsin. Laik bilimsel eğitimin savunulması özellikle sosyal demokratlarda görülen “sağ kitleleri ürkütürüz” fobisine kurban edilmemelidir. Aksine kararlı bir hareket geniş kitlelerin dikkatini çekip etkileyebilir. Yeni öğretim yılı başlarken ayakları okullara ve mahallere basan laik, bilimsel eğitim hareketi, hem AKP’nin hem de muhalefetin yeni Gezisi olmaya adaydır.
CHP’nin düzenlediği Adalet Kurultayı, dinamik bir muhalefetin yaratacağı imkanları göremeyen, bunun sorumluluğunun altına girme iddiasını ortaya koyamayan bir tarzda gerçekleştirilerek, Adalet Yürüyüşü’nün yarattığı olumlu atmosferi ilerletmek bir yana soğutan şekilde sonuçlandı. Karşısındaki diktatörlük inşasının programıyla çatışmayan, diktatörlük adımlarıyla kavga etmeyi göze almadan durdurabileceğine dair boş bir inançla atılan adımlar kitlelerde güvensizliğe neden olmaktadır. Adalet Kurultayı’nda Kılıçdaroğlu’na halkın ilgisi, Adalet Yürüyüşü’ndeki ilginin çok altındaydı. Kamp alanındaki kitlenin davranışları, paylaşımcı duygunun zayıflığı çeşitli sıkıntılara neden oldu. Çanakkale Kampı’ndaki ruh, Gezi Parkı’ndaki paylaşımcılık ve kader ortaklığına yaklaşmadığı gibi, Adalet Yürüyüşü’ndeki duyguya da çok uzaktı. Kısacası Gezi kadındı, gençlikti, paylaşımdı, mücadele idi, Adalet Yürüyüşü de biraz öyle ancak Kurultay bunlardan yoksundu. Adalet Yürüyüşü tabandı ve soldu; Adalet Kurultayı tavandı ve sağdı. CHP’yi etkili bir aktör haline getiren eylemdi, etkisini zayıflatan ise söylemleri.
Geçen gündem yazısının tekrarı olması pahasına tekrar vurgulamakta fayda var: Diktatörlük karşıtı en geniş kesimlere önderlik edilmesi ancak işçileri, kadınları, gençleri, Alevileri, Kürtleri kapsayan sol bir programla mümkün olabilir. Bu talepleri birleştirici tarzda ele alan güçlü, dinamik bir sol muhalefet hareketi ancak en geniş diktatörlük karşıtı kesimleri etkileyebilir. Sağın etkisindeki kitlelere önderlik etmek sağ söylem benimsenerek değil, aksine solun diktatörlük karşısında siyasal iddia ortaya koyabilmesi ile mümkündür.
Bitmiş bir siyaset, çürümüş bir iktidar neyle ve nasıl ayakta tutulur, bu Erdoğan’ın sorunu. Bitmiş bir siyaset ve çürümüş bir iktidar nasıl çöpe atılır bu da muhalefetin sorunu.
Dipnot:
* İki siyasetçi arasındaki farkın en veciz ifadesi: Mustafa Kemal’in şiarı “Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” iken, Erdoğan’ın şiarı “dindar ve kindar nesiller yetiştirmek.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.