Futbol eğlence, etkinlik ve kapsayıcılık ve birliktelik duygusu açısından mükemmel bir oyundur. Lakin mükemmel olan ne varsa çalan ve kullananlar her şeyde olduğu gibi futbolu da emekçilerden çalıp emekçilere karşı kullanmayı becermiştir. Futbol bu kişilerin, sınıfların, yönetimlerin elinde tutsak alınmış bir oyundur Beşiktaş’ın Portoyu yenmesi, bir futbol takımının, başka bir futbol takımını yenmesi değildir sadece. […]
Futbol eğlence, etkinlik ve kapsayıcılık ve birliktelik duygusu açısından mükemmel bir oyundur. Lakin mükemmel olan ne varsa çalan ve kullananlar her şeyde olduğu gibi futbolu da emekçilerden çalıp emekçilere karşı kullanmayı becermiştir. Futbol bu kişilerin, sınıfların, yönetimlerin elinde tutsak alınmış bir oyundur
Beşiktaş’ın Portoyu yenmesi, bir futbol takımının, başka bir futbol takımını yenmesi değildir sadece. Öyle olması gerekir ve beklenir ama öyle değildir işte. İçinde bulunduğumuz yaşam koşulları, ayrışmalar ve toplamda boğulma ve sıkışmışlık halinden kurtulma için bu tür müsabakaları “zafer” haline sokmak hem bir ihtiyaç hem de bir fırsat olarak kullanılmaktadır.
Öte yandan spor müsabakaları ve sonuçları on yıllardır toplumsal ve ulusal olarak gerçek nedenleri “hasır altı edilen” “ezilmişlik” veya arkada kalmışlık gerçekliğinin yarattığı hissin bertaraf edilmesi açısından ihtiyaç duyulan psikolojik etkiler de yaratmaktadır. Elbette yaratsın da istenmektedir.
Bilinir ki spor, özellikle kitlesel olması bakımından futbol, modern çağa/ sanayi toplumu ve sınıflar çatışmasına geçişle birlikte neredeyse tüm dünyada eşitsizlik, baskı, zulüm, sömürü ve adaletsizliklerin en önemli “ağrı dindirici ilaçlarından” birisi olmuştur..
Defalarca görüldüğü ve defalarca görüleceği üzere futbol, kullanım ve yönetim amaçlarına göre toplumsal yaşamın sosyoekonomik kaynaklı politik uyaran-tepki boyutundaki sinir uçlarını törpüleyerek, duyarsızlaştırma ve kabullenişe yönelik etkili bir afyon/uyuşturucu da olabilmektedir.
Daha çok da ezilen sınıfların kendilerini iyi hissetme ihtiyaçlarından birisi olarak “aidiyet bağı” oluşturma yöntemi ve o aidiyet bağı kurulan her neyse onun başarısı, yüceltilmesi, futbola özgü olarak bir takım tutma şeklinde ortaya çıkar. Ve o takımın başarıları ile söz konusu sosyal ihtiyaçlarının giderilmesi sağlanır. Bu yönetimlerin ve özellikle baskıcı, sınıflı, sömürüye dayalı rejimlerin en sık kullandıkları yönetme tekniklerinden birisidir.
Örneğin günümüzde yoksulların daha fazla yoksullaşacakları bir ekonomik düzeni sürdüren bir siyasal partiye sırf iktidar diye bağlanma ve onunla aidiyet bağı oluşturmanın bir nedeni de işte budur. Her insanın ve sınıfın buna ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı “taraftarlık” belli ölçüde giderir. Bu taraftarlığı din, etnik ve sosyal kimlik üzerinden kurmak çok kolay ve çok kullanışlı olmaktadır.
Futbolun bu denli kabul edilen bir spor olması en çok egemenlerin işine yarar. Onun içindir ki; her ülkede neredeyse tüm emekçi sınıfların ve halkların taraftar olduğu büyük takımlar ve kulüpler vardır. Bu kendiliğinden olan ve olacak bir şey değildir. Bu aynı zamanda pompalanan ve özendirilen bir durumdur.
Sınıfsal bir düzenleme, kitlesel bir yönlendirme, ekonomik bir sömürü ve politik olarak sınıfsızlaştırma aracı ve politik bir özne olarak futbol enerjinin ve bilincin meşguliyeti ve kanalize edilmesinde çok işlevsel olmuş ve olmaya devan eden bir faaliyet alanıdır.
Bu futbolun bir suçu ve özelliği değil, sadece futbolun kimin elinde olduğu ile ve futbolun hangi amaçlar için kullanılan bir araç olduğu ilgili bir sonuçtur.
Yoksa futbol eğlence, etkinlik ve kapsayıcılık ve birliktelik duygusu açısından mükemmel bir oyundur. Lakin mükemmel olan ne varsa çalan ve kullananlar her şeyde olduğu gibi futbolu da emekçilerden çalıp emekçilere karşı kendileri için kullanmayı becermiştir; futbol, bu kişi ve sınıfların / yönetimlerin elinde tutsak alınmış bir oyundur.
Ama unutmamak ve sürekli anımsamak da gerekir ki tarihsel süreçte ve başka bir açıdan bakıldığında ise futbol ulusal ve uluslararası düzeylerde emeğin ve ezilenlerin bir örgütlenme ve karşı çıkış/duruş aracıdır.
Bu bağlamda birkaç örnek vermek gerekirse; futbol, toplumsal düzlemde, etnik bir azınlığın, ulusçu bir hareketin, anti-demokratik rejimlerde merkezi iktidarın güçlendirilmesinin bir aracı olarak (Atalay, 1995:4) ortaya çıktığı gibi, sanayi toplumu sürecinde sınıfsal boyutu ile de gündeme gelmiştir. Sanayi devriminin yaşandığı ve sanayi toplumu sancılarının toplumsal hareketliliğe dönüştüğü 1850’ler sonrası İngiltere’de, futbol müsabakaları gösteri, şiddet olaylarının yaşandığı ve bunun için futbolun siyasal amaçlı kullanıldığı görülür. Bu yılların toplumsal dönüşümüne bağlı olarak gerek sınıf bilinci ve gerekse artan boş zamanlarla ilgili olarak işçiler futbol ile organik bir biçimde tanıştı. Örneğin, Manchester United, Manchesterlı dokuma işçilerinin, Liverpool, liman işçilerinin, Nothingam Forrest ise kömür işçilerinin çevresinde toplandığı futbol takımları olmuşlardır.
Yine İngiltere’de, futbol önceleri seçkin üniversitelerde aristokrat bir sınıfın oyunu, daha sonraları ise burjuva sınıfının ilgi alanına giren ve kurumlaşan bir nitelik kazanır. O zamanın profesyonel ve amatör ayrımının temelinde futbolun sınıflar arası paylaşım mücadelesi yatar. Futbolcular bir amatörlük maddesi ile çoğunlukla işçi sınıfından gelen oyuncularla, ücret karşılığı spor yapanlardan ayrılmış, dolayısı ile işçi sınıfı sahalardan uzak tutulmaya çalışılmıştır.
Avusturya da politik açıdan bir futbol tarihine sahiptir. 1918’lerde Dünya Savaşı öncesi futbolcuların çoğu işçilerden oluşuyordu. Rapid, Admira vb takımlar tipik işçi takımları olarak değerlendiriliyordu. Viyana bölgesinde futbol ile işçi sınıfının özdeşleştiği dönemlerde işçi sınıfı spora, özellikle de futbola farklı bir açıdan bakıyordu. Bu felsefe, profesyonel anlayışa karşı bedensel kazanım ve bazı amaçlarda futbolun işlevselliği ile ilgiliydi. 1919’ da Avusturya İşçi Futbol Kulüpleri Özgür Birliği kuruldu. 1924’ de Avusturya’ da profesyonel oyunculuğun başlamasından sonra amatör statüsündeki işçi sporcular kendi statülerine sahip çıkarak “genç yoldaşlarımızın sportif performansları karşılığında önlerine atılan sefil bir para uğruna iradesiz ve hiçbir hakkı olmayan gladyatörler seviyesine düşürülmesini (…) seyretmek istemiyoruz” (Bora ve ark.,1993:298) diyebilecek bir karşıtlığın oluştuğunu, bunun ise amatör-profesyonel karşıtlığı biçiminde yansıması aslında o günün koşullarında, farklı ekonomik ve sosyal kökenden gelen insanların politik çatışması ile ilgilidir. Sonuçta, Avusturya’da bir profesyonel futbol federasyonu ile bir amatör futbol federasyonu (işçi futbol federasyonu) kurulmuştur. Bu durumun bugünkü uzantısı ise profesyonel oyuncuların yer aldığı iki federal lig kümesini temsil eden Avusturya Futbol Federasyonu ve bütün amatör liglerin örgütü biçiminde Eyalet Federasyonları’dır.
Dünya ölçeğinde ise verilebilecek örneklerden birisi de İspanya’dır. Katalan halkını simgeleyen Barselona, Cumhuriyetçiliği simgeleyen Atletico Madrid ve kralcılığı simgeleyen Real Madrid politika ve futbol ilişki sürecinin görüntüleridir. Barselona “Katalan halkının bir futbol takımı suretindeki epik yücelişi” olarak tanımlanmıştır. Barselona’nın karakterini en iyi yansıtan ifade, onun “bir kulüpten öte bir şey” olduğu ifadesidir. Bu cümle kendisini devlet olarak yapılandırmayı başaramayan bir ulus olan Katalan halkının hüsran ve özlemlerinin bir spor kulübünün kahramanlıkları ile yücelişini simgeler. Bu nedenle, sportif zaferler siyasi zafermişçesine yaşanır. Yenilgiler ise hüsrandır (Bora ve ark.,1993:125-126).
Uruguay’da 1900’lü yılların ülke koşulları ve gerçeğini yansıtan futbol bölünmüşlüğü de ilginçtir. Penarol spor kulübü Cumhuriyetçileri temsil ederken Nacionel, Milliyetçileri temsil etmekteydi.
Romanya’da ise 1980’li yıllarda sistemin tıkanmışlıkları ve açmazları futbol ile gizlenmeye çalışılıyordu. Resmi kurumlar kendilerini spor kulübü ve futbol takımları ile temsil ve ediyordu. Dinamo Bükreş İç İşleri Bakanlığı ile Devlet Güvenlik İdaresi’nin, Steoua Bükreş ise Savunma Bakanlığı ve ordunun takımı olarak boy gösteriyordu.
İtalya ise 1980’li yılların sonuna doğru içine düştüğü sosyoekonomik krizden kurtulabilmek için ününü Milan kulübü başkanı olmasına borçlu olan Berlusconi’yi iktidara getirmiştir. Ticaret, sermaye ve sanayi çevrelerinin yakından tanıdığı bu kişi halk kitlelerinden oy toplamayı, futbol alanında Milan’a dolayısı ile İtalya’ ya dünya çapında bir ün kazandırmış olması sayesinde başardı (Koloğlu, 1994:77).
Memleketimizin Osmanlının son dönemlerinden başlayan ve bugünün Osmanlıspor’una uzanan futbol tarihi ilginç olduğu kadar öğretici sosyal ve politik mücadele ve yaşam alanlarından birisi olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Velhasıl gerçekten de “futbol sadece futbol değildir”…
Kaynakça:
Atalay, A. “Futbol ve Politika”, Futbol Bilim ve Teknoloji Dergisi. sayı no: 2. (Nisan 1995).
Tanıl Bora (Der.), Wolgang Reiter (Der.), Roman Horak (Der.) Futbol ve Kültürü 1993, İletişim Yayınları. İstanbul.
Koloğlu, O. “Futbolsuz Yaşayabilir miyiz?” Birikim. (Nisan 1994).
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.