Yağan yağmurun bir kısmı buharlaşır, bir kısmı toprak altına gider, bir kısmı yüzeyde akar. Kimyasal gübrelerle toprağın kalınlığını, killeşmesini azaltırsanız, toprak geçirgenliğini kaybeder. Betonlaştıran kim, kimyasal gübreyi öneren ve satanlar kim? İklim değişikliğinin sorumlusu kim ise doğal felaketlerin sorumlusu da odur Eskiler “Nerede o eski kışlar! Karın boyu iki metreyi geçerdi. Artık mevsimler de kayboldu. Ne […]
Yağan yağmurun bir kısmı buharlaşır, bir kısmı toprak altına gider, bir kısmı yüzeyde akar. Kimyasal gübrelerle toprağın kalınlığını, killeşmesini azaltırsanız, toprak geçirgenliğini kaybeder. Betonlaştıran kim, kimyasal gübreyi öneren ve satanlar kim? İklim değişikliğinin sorumlusu kim ise doğal felaketlerin sorumlusu da odur
Eskiler “Nerede o eski kışlar! Karın boyu iki metreyi geçerdi. Artık mevsimler de kayboldu. Ne kış kaldı ne bahar” derlerdi. Şimdi biz aynı şeyleri söylemeye devam ediyoruz. Çocuklarımız ve torunlarımız da acaba aynı şeyleri söyleyecekler mi?
Doğal felaketler artıyor mu? Bu artışın arkasında ne var? İnsan mı? Doğayı katletmeye devam eden kapitalist sistem mi? Felaketler olağan mı? Eskiden bu kadar olmazdı, sıklığı, süresi, tehlikesi mi giderek artıyor? Yoksa dünya intikam mı alıyor? Ya da bu afetler her zaman dünyada olan afetler de, biz mi abartıyoruz? Yoksa medya olayları şişirip mahşer gününün yaklaştığını mı söylüyor?
Felaket tellallığı gelir sağlıyor ve tellallığı yapanların arkasında da sigorta şirketleri var.
Kimileri zaten “Eski uygarlıklarda dünyanın sonunun geleceğini söylemişlerdi” diyor. Tarih veriyorlar kimi kez. Kimileri de “Neyse biz kurtulduk. Bize uğramadı” diyerek avunuyor.
İklim değişikliği ve doğal felaketlerin arttığı konusunda karşı düşüncelerde yok değil. Bunlar dünyanın yaşadığı ve yaşayacağı olaylar diyorlar. Tartışma halen sürüyor.
Ama kesin bir şey var ki doğayı mahverderseniz intikamını alıyor. İnsan ders almalı demekle de olmuyor.
Bir gün olmuyor ki dünyanın bir yerinden doğal felaket haberi gelmesin. En son Jose ve Maria adlı kasırgalar Karayipler’deki adaları vurdu ve arkasından ABD’de Miami kıyılarında can ve mal kaybına yol açtı. Meksika’da art arda gelen depremler yüzlerce insanın kaybına yol açtı.
AFAD tanım vermiş, “En geniş anlamıyla insanlara zarar veren olaylara ‘doğal afet’ denir” diye. Katil, doğal afet mi diye soruyor insan. Öyle ya, insanlara zarar veriyor. Bu da tam bir tanım felaketi.
Doğal felaket doğa kökenli bir olayın insan ve yaşadığı çevreye zarar vermesi, ki kimi zaman bu zarar onarılmayacak düzeyde olabilir ve insanlar göç etmek zorunda kalır.
Biz çok kafa yormayalım tanımlarla. Kısa bilgiler verip üzerinde düşünelim.
Tabii ki doğal afete karşı koymak zor, ama vereceği zararlara en aza indirebiliriz ya da çevreye vereceğimiz zararı azaltıp belirli afetlerin önüne geçebiliriz.
Doğal afetleri iklimsel ve dünyasal olarak kabaca ikiye ayırabiliriz. İklimsel kasırga gibi, deprem dünyadan, yerküreden kaynaklanan gibi.
Biyolojik (salgın, böcek istilası), iklimsel (aşırı sıcaklık, kuraklık, yangın), jeolojik (deprem, heyelan, yanardağ patlaması), hidrolojik (sel, nemli toprakların kayması), meteoroljik (kasırga, fırtına, çığ, hortum), teknolojik (sanayi tesisi patlaması, yangını) doğal felaketler gibi ayrımlar da yapılmaktadır.
İstatistiki açıdan ele aldığımızda ise sel %34 ile ilk sırada yer almaktadır. Sonra sırasıyla fırtına (%25,7), salgın (%14), deprem (%8), heyelan (%4,9), aşırı sıcaklık (%4,4), yangın (%3,5), kuraklık (%3), yanardağ patlaması (%1,6), tsunami (%0,5) ve böcek istilası (%0,5) gelmektedir.
Yani sel, fırtına, salgın ve deprem en çok karşılaştığımız olaylar ve son yıllardaki doğal felaketler de bunu gösteriyor. Zaten doğal afetlerin %60’ı sel ve fırtınadan oluşuyor.
Tabii ki her ülkenin konumu bu doğal felaketlere uğrayıp uğramayacağında etkili oluyor. Ülkemiz büyük ölçüde deprem kuşağında iken okyanusta adalar kasırga gibi felaketlerle karşı karşıya gelmektedir.
2016 yılında 327 doğal felaket meydana gelmiş, ama bunun 191’i doğal ve 136’sı insana bağlı ortaya çıkan felaketler. 11 bin kişi yaşamını kaybetmiş. Zarar 175 milyar dolar. 128 doğal felaketle Asya kıtası birinci sırada. Birleşmiş Milletler’e göre her yıl 211 milyon kişi doğrudan doğal felaketlerden etkileniyor.
Savaş ve çatışmalardan beş kat fazla!
Genelde zararları sigorta şirketleri ölçüyor. Görevleri zaten ama kimi zaman ölçme sigortanın yani sermayenin yararına oluyor. Şirketler doğal felaketlerin kendisini değil insanları etkileyen olayları ölçüyor. Belirli bir eşiği geçen olaylar ele alınıyor. Gelişmekte olan ülkelerde sigorta fazla gelişmediğinden zarar tam olarak bilinemiyor.
Gelelim esas konuya. Doğal felaketlerin kaynağında insanın payı nedir? Özellikle iklim değişikliğine neden olan kapitalizmin payı nedir?
Bugün önemli zararlara neden olan bir doğal felaket, örneğin 1900 yılında aynı zararlara yol açar mıydı? Tabii ki hayır. Nüfus artışı, kentleşme, sanayileşme, çevreye verilen zarar aynı değil.
Olaya belki şu açıdan bakmakta yarar var: Yukarıda doğal felaketlerin kısa bir sınıflamasını vermiştik. Örneğin yanardağ patlaması, depremler, tsunami gibi olaylarda insan etkinliğinin payı hemen hemen yoktur. Burada önemli olan bu felaketleri bilimsel olarak öngörmeyi sağlamak ve gerekli önlemleri alarak zararı en aza indirmektir.
Biz 1999 depreminden bu dersi hâlâ alamadık.
İstanbul’un her yerini rant uğruna betona dönüştürmek doğal felakete davetiye çıkarmak değil midir? Yaşadık ve yaşıyoruz.
Felaketlerin bir kısmı da iklim değişikliğine neden olarak insanın doğal felaketleri hazırlaması.
Belçika’da Louvain Üniversitesi’ne bağlı CRED’e (Felaketlerin Epidemiyolojik Araştırma Merkezi) göre felaketlerin %70’i iklim değişikliğine bağlı ve son 20 yıl önceye göre artış iki kat fazla.
Sanayi Devrimi’nden bu yana giderek artan sera etkili gazlarla sıcaklığı artıran insan yaşamını tehlikeye atıyor. Buzulların erimesi, okyanusta sıcaklığın artması kasırgalara yol açıyor. Kimi yerde yağışlar artıp sellere, baskınlara yol açarken kimi yerde ise kuraklık insan yaşamını etkiliyor.
Ormanların, sulak alanların, biyoçeşitliliğin yok edilmesi çevre felaketlerine neden oluyor.
Gözü kâr hırsıyla kaplı sermaye gelişmekte olan ülkelerin tarım alanlarını ele geçirerek, tek kültürle, biyoyakıtla, genetiği değiştirilmiş organizmalarla, yerli tohum yasaklarıyla tarımı katlediyor, insanları felakete sürüklüyor.
Endonezya’da, Filipinler’de palmiye yağı üretmek için ormanları yok eden sistem felakete yol açmaktadır.
Bunlar da doğal felaket değil midir?
Dünyada süregiden savaşlar emperyalizmin yarattığı doğal felaket sayılmaz mı?
Yeraltında kaya gazı araştırmak yeraltının doğal yapısını değiştirip felakete yol açmaz mı? Bunu yapanlar çok uluslu şirketler değil mi?
Yağan yağmurun bir kısmı buharlaşır, bir kısmı toprak altına gider, bir kısmı yüzeyde akar. Doğayı betonlaştırp, asfaltlaştırıp doğal çevrimi değiştirirseniz sellere yol açarsınız. Kimyasal gübrelerle toprağın kalınlığını, killeşmesini azaltırsanız, toprak geçirgenliğini kaybeder. Yeraltı suyu oluşmaz, akıntılar fazlalaşıp erozyonla toprakları kaybedip felakete yol açarsınız.
Betonlaştıran kim, kimyasal gübreyi öneren ve satanlar kim?
İklim değişikliğinin sorumlusu kim ise doğal felaketlerin sorumlusu da odur.
Sorun da budur.
Doğal felaketten en çok zarar görenler, gelişmekte olan fakir ülkelerdir. Zenginler çok etkilenmezler. Deniz, okyanus yükselmesi karşısında Hollanda şimdiden önlem almaya çalışırken Bangladeş kasırgaların, sellerin verdiği zararları karşılayamamaktadır.
Kapitalist sistemin doğayı kısa vadeli görüşle sömürmesi iklim değişikliğine yol açmakta ve sonuçta süresi, sıklığı, önemi giderek artan doğal felaketlere neden olmaktadır. Kendi iradesi dışında yaratılan bu felaketlerden gelişmekte olan ülkeler de daha fazla etkilenmektedir.
Olay, kader değildir.
Kapitalizm gezegenin hayatta kalmasıyla bağdaşmaz derken gezegeni kurtarmanın yolu bu sistemi değiştirmekten geçiyor.
Doğaya karşı gelmek değil, doğayı mahvetmek değil, doğayla birlikte yaşamak söz konusudur.
Felaket tellallığını yayan ve yararlanan sistemi değiştirmek doğayı kazanmak olacaktır.
Kaynaklar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.