Adalet hareketi, şimdiden kendini aşan özne işlevini yerine getirmiştir. Adalet hareketi, öncesi, sırası ve sonrası ile; bütün varlığı ve pratiği ile Türkiye ilericiliği ve emekçileri için bir kazanımdır. Artık cephaneliğimizde yeniden, yeni bir deneyim ve donanım mevcuttur
Adalet hareketi, şimdiden kendini aşan özne işlevini yerine getirmiştir. Adalet hareketi, öncesi, sırası ve sonrası ile; bütün varlığı ve pratiği ile Türkiye ilericiliği ve emekçileri için bir kazanımdır. Artık cephaneliğimizde yeniden, yeni bir deneyim ve donanım mevcuttur
Ölümsüzlüğün sınırlarında 175. günlerini geride bırakan iki eğitim emekçisi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için…
“Hareket” vurgusunu özellikle başlığa çıkardım. Yürüyüş, Miting, Kurultay vb. eylemlilikler dizisini yalıtık, tepkisel, mevzi birer organizasyon olarak değil de yeni bir stratejinin cisimlenişi olarak değerlendirmek gerekiyor. Adalet hareketine evrilen kucaklayıcı o ilk adımın irdelenmesi, sanıyorum aydınlık yarınlar açısından faydalı. Seçim sandığının güvenirliği tartışmalı iken ve sadece sandığı bekleyerek muhalefet yürütülemez ve ülkeye katkı sağlanmış olunmaz.
16 Nisan 2017 anayasa değişiklik referandumundan sonra ülkemizde toplumun çeşitli ve yaygın kesimlerinin ilgisini çeken bir haklı etkinliktir adalet eylemi… Eylemi tarihi zirveye ulaştıran destekte, toplumdaki derin adalet susuzluğunun dışa vurumunu mutlaka kaydetmeliyim.
CHP Genel Başkanı sıfatı ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Suriye’de B. Esat karşıtı şeriatçılara silah taşıyan MİT TIR’ları haberini yapan milletvekilleri Enis Berberoğlu’nun gazetecilik faaliyetinden dolayı casuslukla suçlanarak tutuklanması üzerine “bıçak kemiğe dayandı” diyerek ve adeta “ferman sarayın yollar bizimdir” tavrı içinde 15 Haziran 2017 Anakara Güvenpark’ta başlayıp 9 Temmuz’da İstanbul/Maltepe’deki mitingle son bulan yaklaşık 450 km’lik yürüyüş kararı adaletin toplumsal bir talebe dönüşmesine yol açmıştır. Tek başına çıktığı yolculuğu çığ gibi büyüyerek milyonlarla tamamlamıştır. Kendi partisini sansürleme pahasına, daha doğrusu dar örgüt bencilliğine düşmeden toplumun her kesimini mıknatıs gibi kendisine çeken bir kavramın etrafında yatayına genişleyen politizasyona ivme katmıştır. Kılıçdaroğlu bütün naiflikleri ve gizemleriyle, kaba, kavgacı, aşağılayıcı ve dışlayıcı; kötü kalpli, kendini beğenmiş, sığ görüşlü ve zehir dilli bir iktidar karşısında sabırlı, ölçülü, seviyeli, güler yüzlü ve mütevazı kişiliği ile topluma olumlu ve umutlu bir resim çizmiş; sıradan, samimi, yurtsever her insanı heyecanlandırmıştır. Kitlesel, barışçı, meşru, kapsayıcı bir eylem dizisi lekesiz kotarılmış ve disiplinle yönetilmiştir. Çirkin kışkırtma, tehdit ve saldırganlıklar, soğukkanlı ve olgun bir tutumla boşa çıkartılmıştır.
Kılıçdaroğlu’ndan bağımsız adalet talebinin toplumda büyük bir yankı uyandırmasına, destek bulmasına, toplumsal bir dalgaya dönüşmesine sebep nedir?
Kılıçdaroğlu’ndan bağımsız derken, Kılıçdaroğlu’nun rolünü yadsımayı kastetmiyorum. Kılıçdaroğlu’nun, gecikmişliğine rağmen -zira Ergenekon operasyonlarında gösterilmesi gereken çıkışı doğru yöntemle, doğru gündemle ortaya koyması başarıdaki payı elbette artırmıştır. Kastettiğim Kılıçdaroğlu’nun uluslararası güçlerin planlamalarına bağlı harekete geçtiği ve düzen içi çözümlerin peşinde koştuğu yollu eleştirilerle adalet duyarlılığına kayıtsız kalmak, kusur bulmak hatta karşısında durmaktır. Burjuvazinin her zaman yedeğinde birden çok almaşık tuttuğunu reddedemeyiz. Sosyalist bakış açısından esas olan hangi almaşık olursa olsun, eninde-sonunda burjuvaziyi kökten silmektir. Kuşkusuz paralel AKP’cilik oynayanlara ya da AKP’nin akıl hocalığı ile avunanlara sözümüz yoktur. Böylelerinin AKP’den önce ve AKP’den çok CHP’ye yüklenmeleri doğaldır. RTE’nin hamisi emperyalist kuvvetlerce üstünün çizilmesi, düne kadar RTE’nin ikizi olan FETÖ’ye ve Kürt siyasetçilerine kol-kanat geriliyor iddiaları Adalet hareketinin yumuşak karnıdır. Gerçi devletin kozmik odasını basıp gizli bilgi/belgeleri güle-oynaya etrafa saçarken dünyaya karşı “milli sırları” koruma yükümlülüğü duymayanlar, bilakis şeffaflık adına gururlananlar; Kılıçdaroğlu’nu yabancı yayın organlarına yazdığı makalelerde ülkeyi dışarıya şikayet, sırları deşifre, milli çıkarlara, itibara ihanet etmekle itham ederken düştükleri tutarsızlığı, gülünçlüğü pişkinlikle geçiştirecek kadar çifte standartlı ve şerbetli gözükmektedirler.
Ne yazık; “devrimin güncelliği”, “felaketin eşiğinde”, “toplumsal kriz” tahlilleri yapıp esas faaliyetinizi ideolojik mücadele ile sınırlar, bir parti olduğunuzu unutursanız, kendince harekete geçenler her zaman olacaktır. Devrimci objektiviteyi okumak, devrimcilik için gerekli ama yeterli değildir. Hayatın hiçbir alanı boşluk tanımaz. Deniyorsa ki, solun gücü, çapı, yapısı henüz büyük kitle eylemlerini kaldıracak düzeyde değil, o halde devrim davası karşısında aczinizi itiraf ediyorsunuz. Bunu kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, her eylemi mahkum etmek, uzağında durmak için gerekçe, mazeret üretmekte ustalaşmış, kendinden menkul “doğru”nun muhafızlığını, başka bir deyişle öyle de olur-böyle de olur ikircimliği üzerinden olumsuzluğun felsefesini yapan solun kadim pasifistleri ve kitle tapınıcıları için hiçbir zaman yeterli güce ulaşılmış olunmayacaktır. Güçsüzlük, ılıman su solculuğunun rehavet hastalığı türündendir. Siyaseten örgütlenmek ya da örgütü büyütmek pratik mücadelenin konusudur; aslında mücadele ve örgüt, yumurta-tavuk gibidir. Salt örgütlenmek için örgütlenilmez ya da örgütlenmek söylevlerle ve yazma-çizmeden ibaret etkinliklerle gerçekleşmez. Bunlarla birlikte örgüt bir amaç için sürekli çalışan araçtır; örgütü amacı uğruna yürüttüğü çalışma besler. Kılıçdaroğlu, hem dipten dibe kaynayan hoşnutsuzluğu algılamış, hem de toplumsal muhalefete kıvılcım olmuştur, toplumsal muhalefete kanal açmıştır. Toplumsal muhalefete önderlik edebiliyorsa, eleştirel sola söylüyorum, sizin rolünüzü çalmış olmamaktadır. Görüntü verip sol kenara çekilmek de her bir konuda demeç devrimciliğinden öteye geçmeyen kolaycılıklar da sola hizmet etmez.
Kılıçdaroğlu öncelikle görece yeni-tip bir eylem tarzı ile yola çıkmıştır. Beni en çok bu yönü etkilemektedir. Çünkü bir taraftan kimi eylem tarzlarını o denli sık kullandık ki laçkalaştırdık, diğer taraftan da üretim sürecinde etkili kimi eylem tarzlarını devreye sokacak kudretten yoksun kaldık. Kısa bir alıntıyla açmak isterim. “M. Gandi, örnek olsun, vücudunu silaha çevirerek tek başına ölüm yolculuğu ile ülkesini kurtuluşa taşıyan bir eylemlilik çığırını nasıl başlatabilmişse, emekçi örgütlerinin yöneticileri de, önderliklerinin hakkını vermek tarihsel sorumluluğu ile başbaşalar. Toplumların tarihlerinde öyle dönemeç noktaları vardır ki ancak uç eylemlerle aşılır. Uç eylem, bıçağı bilemek gibidir. Uç eylem sendika önderliklerinin (toplumsal öncülerin diye okuyabilirsiniz, b.n.) tribünlerden sahaya inmesidir. Sendika önderlikleri işçi sınıfı arkalarından gelecek mi diye düşünmeden bu adımı atmalıdırlar. Dönem, deyim yerindeyse kahramanlara ihtiyaç duyulan bir dönemdir. kahramanlar sonu trajik de olsa toplumların önünü açan ileri çıkışların simgesidirler.” (Durmuş Tiryaki, Daha Fazla Eylem, Özgür Ülke Gazetesi, Sayı 204, 17 Kasım 1994)
Yanlış anlaşılmasın; Kılıçdaroğlu’na bir empozede bulunduğum iddiası yok. Tamamen tesadüf ya da basitçe söylersem yüreği halk için çarpanlar bir gün bir şekilde aklın yolunda kendiliğinden buluşuyorlar. Aklın yolunun sağa çekilmesine, sağdan kemirilmesine karşı uyanık olmak da bizatihi adalet arayışının parçasıdır. Sosyalizme mistik bir inanç beslemek, hadi küçümsemeyelim ama dönüştürücü bir enerji içermez. Doğaldır ki, adaletsizliğin sorumlusu/kaynağı bu düzen, bu düzenin koruyucu/uygulayıcı aleti de bu hükümettir. Hükümeti hedef tahtasına oturtmadan, tahta perdenin arka tarafıyla mücadele etmiş olunmaz. Gündelik, somut, kısa erimli her bir talep ve sorun üzerinde şekillenen formülasyonlara, programlara, mücadelelere, tahta perdenin öteki tarafına uzanan, “arka”yı teşhir eden ön yüz ya da “volan kayışı” gözüyle bakmak gerekir. Bu nedenle verili durumda AKP düzenini zayıflatan, gerileten her çaba saygındır.
1994 yılında, başta “son komünist devleti” yıkmakla övünen Tansu Çiller koalisyon hükümeti vardı. 24 Ocak 1979 Kararları benzeri 5 Nisan 1994 Kararları alınmış; tek taraflı Gümrük Birliği antlaşması imzalanmış, KİT’lerdeki işçilere sıfır zam bütçeye konmuş, kamuya ait her şeye koyu bir düşmanlıkla dünyayı kasıp kavuran R. Reagen-M. Thatcher gericiliği özelleştirmeciliği küresel bir akım haline getirmişti. 12 Eylül faşizmi Türkiye’de her şeyi o kadar geriye çekmişti ki, yeniden bir canlanma için önce öncülerin risk alması, ayağa kalkması, dirençli davranması, kelimenin tam anlamıyla kendilerini feda ederek başlamaları zorunlu olmuştu. Toplumsal dokunun gözeneklerine yılgınlık sinmiş, örgütlere -özellikle sendikalara- güvensizlik eter türünden yayılmıştı. Hala baskı ve şiddet hükmünü icra ediyordu. Buna karşın bazı örgütlü emekçi temsilcilerinde “bir şeyler yapılmalı” psikolojisi hakim, fakat örgütler sürükleyicilikten yoksun, kitleler derin bir umursamazlık içindeydiler. Hatırlıyorum; o dönemde özelleştirmeleri savunmasalar bile T.C Devletini zayıflatıyor diye sevinen aklı evveller vardı. Mülkiyetin kimin elinde olduğunun ne önemi varmış; hatta küçültülmüş, zayıflatılmış devleti yıkmak daha kolay olurmuş. Sosyal devletin koruyuculuğu, gelir dağılımını dengeleyiciliği, piyasa vahşetini dizginleyiciliği önemsenmiyor; vesayet yıkılıyor, elitler tasfiye ediliyor, mülkiyet yayılıyor, demokrasinin tabanı genişliyor varsayımları ile, en azından, seyirci kalınıyordu. Tıpkı cumhuriyetin laik, kamucu, aydınlanmacı kolları budanırken masa masa dolaşıp Kemalizm şeytanından(!) kurtuluş vaazı veren yetmez ama evet’cilik ta o zamandan moda idi. Özellikle solcuları dahil Kürt aktivistleri bu türden tezleri pek benimsiyorlardı. O yüzden işçinin emekçinin ekonomik-demokratik taleplerine ilgisizdiler. Geçerken belirteyim ki, Kürt siyasetinin her şeyi kimliğe indirgediğini, tersinden milliyetçiliği yücelttiklerini açık tespit ettiğim, “beterin beterine karşı çıkmayana devrimci denmez” denklemini kurduğum yıllardı. Üstelik Sovyetler Birliği’nin dağılmasını adeta fırsat bilip takip eden ilk kongresinde Marksizm-Leninizmi programından çıkartması ve silahlı şiddeti stratejik bir mücadele yolu olarak fetişleştirmesi Türkiye emekçilerinden/sosyalistlerinden uzaklaşmasına/kopmasına işaretti.
AKP düzeninin -isteyen Tayyiban Despotik Cumhuriyeti diyebilir- Eylülist ve ardılı günleri aratmadığı koşullarda toplumu sarsacak, sarstığı kadar saracak şok müdahalelere ihtiyaç vardır. İşte yukarda tarif etmeye çalıştığım “uç eylemi” toplumdaki kilitlenmeyi çözecek şok müdahale olarak öngörüyordum/öngörüyorum. Toplum, anayasa referandumu ile %50, %50 bir yarılmanın yarattığı kritik denge halinin sessizliğini, durağanlığını yaşarken, her hareketsizliğin doğurduğu gerilemenin, çürümenin girdabına sürüklenmiştir. Kılıçdaroğu, belki de farkında olmadan “kritik denge”yi bozmuştur. Tüm demokratik yolları tıkayan, her türlü hak talebini zorbaca bastıran, toplumu tepeden tırnağa tek-tipleştirme kalıbına sokan, çakma efsanelerle kendisine kurtuluş savaşı komutanı payesi yakıştıran, Cumhuriyete ait ne varsa kırmızı görmüş boğa gibi tarihten kazımaya yeminli, ülkeyi çiftliği gibi kullanan ve darbe içinde darbe düzeneği (olağanüstü hal+KHK+çağdaş yasama, yargı, yürütme erklerinin ve asker-sivil yüksek bürokrasinin oluşum ve tasarruflarını çoğunlukla tek adamın yetki dairesinde toplayan parti-devlet mekaniği) ile yöneten iktidar sahiplerine Gandivari başkaldırıyla bir ders vermek şart olmuştur.
Adalet hareketi, şimdiden kendini aşan özne işlevini yerine getirmiştir. Tüm sosyal olay ve olguların yapısında saklı diyalektik yasanın başka süreç, bileşke ve ilişkileri tetiklemesi kaçınılmazdır. Adalet hareketi, öncesi, sırası ve sonrası ile; bütün varlığı ve pratiği ile Türkiye ilericiliği ve emekçileri için bir kazanımdır. Artık cephaneliğimizde yeniden, yeni bir deneyim ve donanım mevcuttur. Velev ki “görünmez ellerce” toplumsal muhalefeti düzen içi alternatiflerde eritip kötürümleştirmeyi tezgahlayan bir onarım programı propaganda ediliyor olsun; ilkin bunun bilincinde olmak başlı başına avantajdır, dahası yeniden bir onarım programı ile daha ileriye atılımın arasında bir Çin Seddi yoktur ve kimsenin kendisini “onarım”la sınırlaması da gerekmez. Adalet hareketi, (26-29 Ağustos Çanakkale/Gelibolu’da düzenlediği Adalet Kurultayı) ile Kuvayı Milliye’nin kongre ruhuna dönüş mesajı vermiştir; tarihsel topraklara sathı müdafaa hattını taşımıştır, korkunun yenilmesini sağlamıştır; halkı kolektif irade zeminine çağırmıştır. Kolektif irade, kıt gücünü potansiyel güçlerle çoğaltmanın, çoğaltılmış güçleri seferber ederek AKP Düzenini yıkacak ihtilalcinin adım adım aşağıdan yukarıya iktidar yolunda kurduğu ittifakın adıdır. İttifak kaldıracını kuyrukçulukla özdeşleştirmek, objektif durumu kavrama ve aşma görevini hafife almaktır.
(Kıyafetime karışma, dinime karışma şeklinde sloganlaştırılarak) “ileri demokrasi” yalanları eşliğinde AKP’yi dün iktidara taşıyan türbana özgürlük talebi şimdi buyurganlığı, talanı, keyfiliği, istismarı örten şala dönüşmüştür. Bugün ise eşitsizliğe, hukuksuzluğa, ayrımcılığa, kayırmacılığa, sömürüye karşı bayraklaşan adalet talebi adil düzenin ortak paydası olmuştur. Adaletçilerin sonunun sahte özgürlük savunucularına (Şort giydiği için dolmuşta saldırıya uğrayan kadına reva görülen mahalle baskısını üretenlere, her okulu imam-hatipleştirenlere, utanmadan insanların atletlerinden medet uman zavallılara) benzememesinin güvencesi, emeğin ve bilimin iktidarını inşa etmekten geçmektedir. Yakın etap sınavımız cesaretlendiricidir.
Adalet, ertelenemez! Her zaman, her koşulda, her yerde, herkes için! Toplumun yakıcı ve vazgeçilmez en temel ihtiyacında birleşenler sağ olun! Hiçbir küçük hesap, adaletten değerli olamaz!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.