“Gençlik, devrimci yığınların politik bilince ulaşamadıkları yarı sömürge bir ülkede, bağımsızlık mücadelesinde toplumun devrimci sınıf ve tabakalarını harekete geçiren bir dinamit fitilidir.” – Mahir Çayan Özellikle Gezi süreciyle görünür kılınan ve çokça tartışılan, öncesinde de çeşitli çıkışlarla kendini gösteren, bugün en yakın ve güncel örnek olarak “hayır” sürecinin örgütlenişi ve sonuçları itibariyle gençliğin AKP iktidarıyla arasına […]
“Gençlik, devrimci yığınların politik bilince ulaşamadıkları yarı sömürge bir ülkede, bağımsızlık mücadelesinde toplumun devrimci sınıf ve tabakalarını harekete geçiren bir dinamit fitilidir.” – Mahir Çayan
Özellikle Gezi süreciyle görünür kılınan ve çokça tartışılan, öncesinde de çeşitli çıkışlarla kendini gösteren, bugün en yakın ve güncel örnek olarak “hayır” sürecinin örgütlenişi ve sonuçları itibariyle gençliğin AKP iktidarıyla arasına oldukça kalın bir çizgi çektiğini biliyoruz. AKP’ye yakın pek çok araştırma şirketinin de açıkladığı resmi sonuçlar 18-27 yaş arası seçmenin en az %60’ının “hayır” oyu kullandığını söylüyor. Yaş skalasının genişliği bizlere pek çok şey anlatıyor. Öncelikle şunu fark edelim, bu sonuç yalnızca üniversite öğrencilerini kapsamıyor. Yani ortaokul-lise mezunu, işsiz-proleter gençlik de çok yüksek oranda hayır diyor, bugün AKP iktidarıyla simgeleşen neoliberal sömürü düzeninden, gerici faşist yönetim biçiminden memnun değil ve bu memnuniyetsizliğini kalıcı sonuç alacağına inandığı barikatta göstermekten geri durmuyor. Herkes için eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, liyakat, güvenceli gelecek gibi çok somut talepleri var. Ve bu talepleri gerçek kılabileceğine inandığında ve güvendiğinde kavgaya girmekten çekinmiyor. Uzunca bir süredir yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği tespitini yapıyoruz. Belli ki dipten gelen genç bir dalga da eskisi gibi yönetilmek istemiyor ve bu dalga zaman geçtikçe genişliyor, olgunlaşıyor. Bütün bu dinamiklerin ışığında gençlik hareketi yolunu nasıl çizmeli sorusu her zamankinden çok daha fazla önem ve cevaplanma aciliyeti taşıyor.
Yasaklar, baskı, ihraç edilen akademisyenler, bilimin prangaya vurulmaya çalışılması, faşist saldırılar derken üniversite oldukça yoğun ve yorucu bir dönemi geride bıraktı. Sınavlarından ne kadar geçtiği ise tartışılır. Uzunca bir süredir yaşanan klasik araçlara sıkışmışlık, yeniyi yaratmak yerine olanı sürdürme hali, üniversiteye yönelik sistematik saldırılara bütünlüklü cevap üretememe ve geri püskürtememe durumunun bir an önce sona ermesi gerekiyor. Açıktır ki üniversite fikren yok edilmeye çalışılıyor, altı boşaltılıyor. Saldırının yönü belliyse direnişin yönü de bellidir. Aksi istikamette yapılacak her hamle doğru araç, yöntem ve dil kullanılırsa sonuç alacaktır. Protestolar direnişe, etkili propagandalar yeni olanı kurma iradesine dönüşmek zorundadır. Bunun içinse öncelikle bir fısıltıya ihtiyacımız var. Evet, fısıltı; derinlerden gelen, kulaktan kulağa bir efsane gibi yayılan, dosta güven düşmana korku salan, güçlüyüz ve buradayız diyen bir fısıltı. Bu fısıltıların birleşip bir cesaret korosuna dönüşmesine gerek var ve elbette bu koroyu yönlendirecek şeflere. “Adalet de tıpkı yılanlar gibi, yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor.” böyle diyor Uruguaylı yazar Eduardo Galeano bir kitabında. Engereklerin kol gezdiği bugünlerde çıplak ayaklarımız onur ve gurur sebebidir elbet, fakat yılanın göz göre göre bizi ısırmasına izin mi verelim? Üniversite bizim çöplüğümüz, bu çöplükteki dinamikleri harekete geçirdiğimizde, uyuyan hücreleri uyandırdığımızda yılanın başını ezecek güce sahibiz. Çöplüğü terk etmek yok, hakkını verelim!
14. Onur Yürüyüşü’nün yasaklanmasının ardından “Dağılıyoruz” sloganıyla İstiklal Caddesi’nin onlarca farklı noktasında aynı ses yankılanmıştı: “Dağılıyoruz. Daha güçlüyüz, daha kalabalığız, daha gürültülüyüz!” Uzun zamandır duyduğum en işlevsel sloganlardan biriydi. Şimdi de üniversitenin dağılmaya, parçalanmaya ve böylece güçlenmeye ihtiyacı olmasın sakın? Aynı anda pek çok farklı cepheden sistematik saldırılarla karşılaşıyoruz. Bu saldırılara da çok yönlü cevap üretmek gerekiyor. Alan faaliyetleri, fakülte çalışmaları ezberimizde olan fakat tam manasıyla hak ettiği değeri vermediğimiz başlıklar. Şimdiyse bu ezberlerimizden de fazlasına ihtiyacımız var. Bulunduğumuz yerin esas özneleri olduğumuz aklımızdan çıkmadan alanlarımızı tekrar tekrar gözden geçirelim ve üretelim. Bisiklete binmenin yasak olduğu kampüslerde bisiklete binmek isteyenlerin, şenliksiz üniversitede şenlik düzenleyenlerin, özgürce kulüp faaliyeti yapmayı talep edenlerin, sinemacıların, dansçıların, tiyatrocuların, bilimsel bilgi üretmek isteyenlerin, meslek onuruna sahip çıkanların, özel güvenlik ve çevik kuvvet teröründen bıkanların, soruşturma ve cezalardan yaka silkenlerin, her kantinin, her sınıfın kendine has farklılıklarını ve dünyalarını terk etmeden bir araya gelip paylaşımda bulunacakları, sınırlarını bizlerin yaratıcılığının çizeceği onlarca örgüt bize nefes aldıracak. Aynı denize dökülen dereler misali her derenin öz potansiyel gücünü sınırlamadan; fakat bilgiden bilgiye, siyasallaşmanın belirli bir noktasından ötekine kesişme noktaları ve yatay geçiş zeminleri kurarak, yığınların politikleşmesinde kendi öz siyasal deneyimlerini tatmalarının gerekliliği aklımızdan çıkmadan mümkün mertebe esnek ve kitlesel birliktelikler yaratalım.
Toplumsal muhalefetin hareketsiz kaldığı zamanlarda kadın hareketinin öncülüğünde engelleri aştığına çokça şahit olduk. Aynı değerlendirme rahatlıkla üniversiteli kadın mücadelesi için de yapılabilir. Kadın hareketi kısa zamanda çok fazla şey biriktirdi, bir eşik atlamasının vakti geldi de geçiyor. Bu eşik atlamaya üniversiteden doğru bir katkı sağlanması gerektiği de aşikar. KTÜ’de 8 Mart sürecinde yaratılan Kadın Meydanı deneyimi bizlere önemli ipuçları verdi. Kadınların tüm renkleri ve farklılıklarıyla kendilerini ait hissedecekleri, deneyimlerini paylaşacakları, yan yana gelecekleri alanların yaratılması ve çoğaltılması elzem görünüyor. Meşruluğunu her bir öznesinin kendi yaşamından alan bir mücadele pratiğinin sınır tanımazlığı kadınlara güven verecek, örgütlenmelerine zemin hazırlayacak. Tam da bu yüzden kadın militanlar her başlıkta her barikatta en ön saflara geçmeli, cesaret en çok biz kadınlara yakışır!
Yazının başlangıcında bahsi geçen üniversiteli, ortaokul-lise mezunu, proleter-işsiz en az %60’lık gençlik bloğunun sırtını birbirine yaslama ve güçlerini birleştirme ihtiyacı giderek belirginleşiyor. Yıllardır örgütlediğimiz Okumuş İnsan Halkın Yanındadır kampanyası bizlere çeşitli ilişkiler yakalama ve bu ilişkilerden yeni birliktelikler yaratma imkanı sundu. Kampanya pratiğinin yalnızca çocuklara alternatif bir eğitim sisteminin mümkün olduğunu göstermenin dışına çıkarılıp genişletilmesi bizler için bambaşka kapılar aralayabilir. Örgütlenme dinamikleri birbirinden çok farklı görünse de ortak bir hedef ve taleple yan yana gelecek toplamlar hem mahalleler hem de üniversiteler için farklı bir sinerji yaratabilir.
Geleneğimiz, önce üniversiteleri dolduran ardından da üniversitelerinden taşarak bir hareket yaratanların geleneğidir. Üniversiteyi büyütecek olan memleket, memleketi büyütecek olan üniversitedir. Öyleyse tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güler yüzlü çocuklar olarak; durmayalım, yola koyulalım!
* KTÜ Öğrenci Kolektifi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.