Bugün baş çelişki halk ile diktatörlük arasındadır. Diktatörlük karşısındaki en geniş kitleleri harekete geçirmek için dinamik kesimler içinde etkili olanlar sosyalistlerdir
Bugün baş çelişki halk ile diktatörlük arasındadır. Diktatörlük karşısındaki en geniş kitleleri harekete geçirmek için dinamik kesimler içinde etkili olanlar sosyalistlerdir
Erdoğan siyaseti sürekli kriz üzerine kurdu. Hiçbir kriz konusunda çözüm üretmeden/üretemeden yeni kriz başlıkları açıyor. Devlet gücünü elinde bulundurmanın avantajlarını da ekleyerek bu yolla muhalefetin gündem belirlemesine olanak vermemeye çalışıyor. Aslına bakılırsa 25 günlük Adalet Yürüyüşü dilimi sayılmazsa bu konuda başarılı olduğu da görülüyor. Ancak herhangi bir gelecek vadetmeden “krizler, düşmanlar ve düşmanlara karşı savaş” döngüsüyle Türkiye gibi bir ülkenin daha ne kadar yönetilebileceği gibi zor bir sorun da giderek büyüyor.
Uluslararası siyasetteki kriz ve Suriye savaşı ile Erdoğan’ın iç siyaseti yönetmedeki gücünün uluslararası arenada oldukça zayıf olduğu görüldü. ABD’nin Ortadoğu-Suriye siyasetinde akış değiştirmesi “kağnının gölgesindeki it” misali Türkiye dış politikasının ne kadar emperyalizm merkezli olduğunu, bağımsız bir dış politika sürdüremediğini de ortaya koydu. Uluslararası siyasette olduğu gibi Ortadoğu’da da belirleyici olan Rusya, ABD ve Almanya ile ilişkiler istikrarsız ve gergin. Bölge ülkelerinden Suriye savaşının bütün tarafları ile sorun yaşanıyor: İran, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Irak ve tabi Suriye ile.
Almanya ile yaşanan kriz tüm Avrupa ile bir krize dönüşüyor. Alman firması Siemens’e 1 milyar dolarlık ihale vermek de Merkel’i yatıştırmışa benzemiyor.
Elde çatal bıçak emperyalistlerin sofrasına oturan Erdoğan, sofrada yer bulabilmek bir yana, Türkiye’yi menüye yazdırmış durumda. ABD’ye, Rusya’ya yanaşarak kendini kabul ettirmeye çalışması, İran’la Kürtlere karşı ittifak çabaları, Katar ile akçeli işleri vs. Her bir hamle pozisyonunu güçlendirmek yerine yeni güçlükler yaratıyor. Suriye’de kaybettiği savaş, başta Suudi Arabistan olmak üzere müttefiklerini de kaybetmesine neden oldu. Rusya ile girdiği, şimdi de İran’la aradığı “Kürt karşıtı” ittifak, Suriye savaşında Esad’ın işine yarayan bir pozisyona doğru itilmesine neden oldu. Suriye savaşının Esad’ın lehine sona yaklaşması Almanya ve AB’ye karşı koz olarak kullandığı mülteci sorununu tehdit olmaktan uzaklaştırıyor.
İran ile Kürt karşıtı bir ittifak arayışı ABD’nin İran’ı yeniden yaptırımlar listesine almasına meydan okuma ve İran düşmanı Sünni Arap monarşilerinin şimşeklerini üzerine çekmek anlamına geliyor.
Dış politikada bunca kaostan çıkarabildiği tek post Kürtleri ezecek bir olanak yaratmak. Çünkü 2019’a giderken dış siyasette yeniden inisiyatifi kurabileceği tek alan olarak Kürtlerle savaşı görüyor: İran ile Irak’ta (Şengal’de) PKK’nin egemenliğini kırmak, işler yolunda giderse Suriye’de Esad’la Rojava’nın kazanımlarını yok etmek. Ancak ABD adına (BOP eş başkanı hevesiyle) siyaset yapıp elde ettiği başarıların (Suriye’yi parçalamanın eşiğine getiren savaş ve yüzlerce cihatçı terörist örgütün yaratılmasının) sahibinin kendisi olmadığını anlaması, iktidarı kaybetme korkusu yaşayan Erdoğan’ı, ısrarı sürdürmeye zorluyor.
İçeride de durum parlak görünmüyor. Muhalefet üzerinde devlet gücünü kullanarak kurduğu baskı sınırlarına dayanmış durumda. Grev yasaklamaları, kamu çalışanlarına verilen düşük zam, son örneği fındıkta görülen üretim taban fiyatlarına yansıyan yıkıcı tarım politikaları ekonomiyi toparlamaya yetmiyor. Köprü, tünel, mega projelerin ülkenin geleceğini ipotek altına alması, yeni mega projeleri toplumu motive aracı olarak kullanmasını güçleştiriyor. Geriye en geleneksel ama en aşınmış politik çizgiyi tekrar tekrar devreye sokmak kalıyor: Gerici, mezhepçi, şovenist düşmanlık politikaları.[1] Bu politikalarla devleti yeniden yapılandıracak, AKP’yi derleyip toparlayacak, parçalanan sağı kendi etrafında toparlayacak, muhalefet karşısında fikri-politik üstünlük sağlayacak, solu baskı altına alacak, Kürtleri yenilgiye uğratacak ve diktatörlük inşasını tamama erdirecek.
Devleti yapılandırmada kadro yoksunluğundan dolayı yaşadığı sıkıntıları AKP’li-reisçi olmayan kadroları tehdit ve şantaj yoluyla aşmaya çalışıyor. Üç kuvvet komutanını birden emekliye sevk ederek bu kadrosuzluk ve güvensizliğin boyutunu gözler önüne sermiştir. “Lütuf” olarak kullandığı 15 Temmuz darbe girişimini akamete uğratan kahraman olarak lanse edilen Zekai Aksakallı etkisiz görev olarak gördüğü Gelibolu 2. Ordu Komutanlığı’na atanınca istifası gündeme geldi; ikna edilerek istifadan vazgeçtiği söyleniyor. 7 general ise hoşnutsuzluktan istifa etti. Aksakallı’nın neden etkisiz bir göreve getirilmediğini yazan Nagehan Alçı’nın gösterdiği itibarsızlaştırma sopasıyla ikna edilmesi en yüksek olasılıktır.[2]
AKP’nin derlenip toparlanması (metal yorgunluğunun giderilmesi) yine köşebaşlarını-muslukbaşlarını tutmuş AKP unsurlarının duvarına dayandı. Rant, yolsuzluk kayırmacılık, komisyonculuk vadetmeyen “vatan, millet, Sakarya” edebiyatı metal yorgunluğunu gideremiyor. Tehdit ve şantaj yönteminin çivisi çıkınca da Erdoğan, “Ancak ben racon keserim” çıkışını yapmak zorunda kaldı. Toplumu cezbedecek, etkileyecek politik hedef ortaya koyamayan AKP, ideolojik hegemonyayı da hızla yitiriyor. Liberallerin ve sol liberallerin bu konudaki katkılarından da yoksun kalınca ideoloji adına geriye dinselleştirmeden başka araç kalmadı. Eğitimdeki evrim gibi “din dışı” unsurların temizlenmesinin ardından cihadın ve şeriatın müfredata alınması, müftülük nikahı vb. adımların övülmesi ve özendirilmesiyle “hayır” cephesinin dağıtılması ve sağın toparlanması işlevi görmesi -kısa vadede- kolay görünmemekle birlikte; uygulamalara itirazın karşı dinamiğini yaratmaya dönük etkide bulundu.
Komünistlerin ve solun kalkınmaya düşman olduğu, vatan sevgisine hiç sahip olmadıkları gibi “Müflis tüccar eski defterleri karıştırır” misali anti-komünizmin eski defterlerinden ideolojik argümanlar bulmaya çabalıyor. Sol liberallerin eski alışkanlıkla bu hamleleri makulleştirme çabaları -geçmişten farklı olarak- sol duyuya çarpıp -Nuray Mert gibi- etkisizleşmektedir.
Sağın toparlanması politikasının bir ayağını da solun parçalanması ve baskı altına alınması oluşturuyor. Erdoğan’ın Kemal Kılıçdaroğlu’na dönük tutuklama tehditleri bu amacı güdüyor. Erdoğan, artık normal bir seçimde kazanamayacağını biliyor. Bu nedenle anormal süreçler işletiyor. Bunlardan biri şaibeli seçim “taktikleri” iken diğeri karşısındaki muhalefette etkili isimler bırakmamaktır. Selahattin Demirtaş’ın hapse atılarak siyaset dışına itilmesindeki sonuç Erdoğan’ı cesaretlendirmiş olacak ki Kılıçdaroğlu için de aynı yöntemi tehdit olarak/seçenek olarak elde tutuyor. Ancak bunun sol kitlelerin büyük tepki hareketine yol açması riskini henüz göze almış değil; alamayacak anlamına gelmez. Bu açıdan solun ortak, eşgüdümlü harekete yönelik taktikler üretmesi kritiktir.
Erdoğan’ın sağın parçalanmasını önlemeye dönük hamlelerinin başarısı aynı zamanda solun dağınıklığına da bağlıdır. Solun toparlanmasının Tek Adam (diktatörlük) rejimi istemeyen sağ kitlelere de önderlik etmesi doğrultusundaki başlıca eksikliği, toparlayıcı inisiyatif boşluğudur. Bu boşluğu doldurmada sosyalistler etkili olmaya çalışmaktan kaçınmamalıdır.
Mao’nun yöntemiyle yaklaşırsak; bugün baş çelişki halk ile diktatörlük arasındadır. Diktatörlük karşısındaki en geniş kitleleri harekete geçirmek için dinamik kesimler içinde etkili olanlar sosyalistlerdir. Kadın, gençlik, güvencesiz işçiler, kent doğa hareketlerinde sosyalistler etkiliyken, laiklik ve yaşam tarzı mücadelesinde de önemli ağırlıkları var. Bu hareketlerin yanı sıra Alevilerin, Kürtlerin kendi demokratik taleplerini yükseltmeleri, diktatörlük istemeyen “sağ kitleleri” uzaklaştırıcı değil, sol ekseninde toparlayıcı ve hedef gösterici etkisi olacaktır. Referandum döneminde bu kitleler arasındaki politik fay hatlarına dönük Erdoğan’ın darbeleri sonuç üretememiştir. Aksine sol kesimlerin uygun söylem ve sloganlar eşliğinde dinamik çalışmaları en geniş kesimleri olumlu etkilemiştir.
Diktatörlük inşasına karşı mücadelede solun-sosyalistlerin bayraklarını en yüksekte tutmaları, direnişin güvencesidir.
Dipnotlar:
[1] Bu politikanın dayandığı temel ideoloji din olmasına karşın; dinin yetersizliği şovenist, kadın düşmanı, mezhepçi… söylemler, lümpen bir jargonla destekleniyor. Alevi düşmanlığı, kadın düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, yabancı düşmanlığı, aydın düşmanlığı, bilim düşmanlığı, sanata ve eğlenceye düşmanlık… İki ağzı keskin kama gibi AKP karşıtlarına saldırının motivasyonunu sağlarken diğer yandan kitlelerde de AKP’nin meşruiyetini sarsmaktadır.
[2] Erdoğan, orduda itibarı yüksek değil, biatı kesin komutanlar istemektedir. Artık devlette itibar cezalandırma, biat mükafatlandırılma sebebidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.