Dil dönüyorken, kalem yazıyorken ve zaman çeşmesi hâlâ akıyorken mazeret bulmayın. Yol üstündeki o dükkâna girip hayatınızla yüzleşin. İyi gelir herkese
Dil dönüyorken, kalem yazıyorken ve zaman çeşmesi hâlâ akıyorken mazeret bulmayın. Yol üstündeki o dükkâna girip hayatınızla yüzleşin. İyi gelir herkese
Temel Erbakan solda. Gültepe Halkevi, soba üstünde demlenen çayı ve yoksulların dayanışmasını özleyenlerin mekanı.
Kimine göre iyi bir esnaf, kimine göre iyi bir insan; kimine düşüncesiyle, eylemiyle örnek bir devrimci, kimine göre öyle önünden geçip gidilen, önemsenmeyen varlığı ile yokluğu belli olmayan bakkalın oğlu.
Hayatı nerede başlamış, nasıl ve ne şartlarda büyümüş, ne okumuş, ne okumamış, Kürt mü Acem mi? Alevi mi, Sünni mi? Malı mülkü var mı? Kimseler bilmez öyküsünü.
Bilinen bir şey var: O bir öğretmen. Ama hiç “öğreten” olmayı düşünmemiş. Usta, çıraklığını bitirene denirse eğer, o, hayatını hep çırak olarak sürdürmeye kararlı. Her dakikaya bir bilgiyi katarak yaşamaya çalışanlardan.
O iyiden, güzelden, doğrudan güç alan ahlakını, “kenar mahalle”de sıradan gibi görünen ama birçok insan için sığınılacak liman olan markette tebessümü ile bizlere göstermekle mükellef gibi.
Kars’ta başlayan hayat hikâyesi, önce Ankara’da devam ediyor. Antifaşist mücadelenin sıra neferliği, kaçak yaşanan günlerden sonra İzmir’i ikamet seçiyor. İzmir denildiğine bakılmasın. İzmir’in Gültepe’sine geliyor. Yani nice direnişlere tanık olan, devrimcilere kucak açan yoksulların Gültepe’si.
Gültepe’de bakkal olup da çocukların sevgilisi olunmaz mı? Olunur tabi.
Gültepe’de yaşayıp 1 Mayıs’ta alanlara çıkmamak olur mu? Gültepe’de yaşayıp haksızlıklara, adaletsizlikler isyan etmemek olur mu? Olmaz tabii.
Her sabah bahçesini sulaması, hayatı yeşertmek içindir. Her sabah gülen yüzüyle yürüyüş yapması mahalleliye bir “merhaba” demek içindir.
Dünyaya bir defa geldiğini bilmenin getirdiği telaş ile şu fani dünyada çokça iyilik yapmanın yol açtığı telaşı yüzünün dinliğinde, bedeninin vakurluğunda eritebilen kaç kişi vardır?
Gizemli gibi algılanmasının bir nedeni de budur işte. Bunu başarmasıdır.
Ama o aldığı “yol kültürü” ile yaptıklarını değil yapacaklarını konuşmayı tercih ediyor her zaman. İsyanın onurlu gençliğinden bugünlerin tecrübeli abisi olarak aramızda bir yıldız bir yumruk gibi dolanıyor. Ellisinde bir delikanlı olarak hala akıntıya karşı kürek çekiyor. Ve bu zamanlarda bile tereddüt edenlere “umut yürekte” diyor.
Mahalleye kim gelirse önce ve mutlaka ona uğraması şaşırtıcı değildir. Misafirlerin açlığı tokluğu onun derdidir. Yok öyle altın tepside kuzu sunamaz gelenlere. Ama her daim bir iki dilim peyniri yüreğinin arasına koyup can kokan çayını demler misafirler için.
Bilinmeli ki, ruhu gibi incedir ama narin değildir! Onca yaşanmışlığa, onca acıya göğüs gerip yüreğini sertleştirmeden ama acılarını da ötelemeden, ağlanacak yerde ağlayan gülmesi gereken yerde kibarca gülen inceliğin, kibarlığın ete kemiğe bürünmüş halidir.
Her cenazeye mutlaka uğrar başsağlığı verir. Her mutluluğa ortak olamasa da kara günlerde acıyı bal eylemeye çalışır. İnsan sattığı görülmemiştir. Dedim ya her zaman dilimine bir bilgi sığdırmaya gayret eder diye. Her yaşanmışlıktan bir ders çıkarır. Kimseye akıl satmaz, nasihat etmez. Fikrini söyler, farklı bakmayı gösterir.
Babamın cenazesinde anneme sarılıp ağlarken yanaklarından betona dökülen gözyaşları ve tam orada filizlenen fesleğenler tanığım olsun ki, Gültepe’nin direnci, fesleğenin kokusu bizi hayata bağlamaktadır. Tarihimiz ve fesleğen kokusu yoksulların dayanışmasını, direnişi çoğaltmakta, acıyı ve hüznü hayatımızdan çıkartmaktadır.
Bu satırlar, vazgeçmenin en büyük erdem, en masum özgürlük, sahip çıkmanın ise devrim olduğuna inanmamızı sağlayan, Gültepe’deki yaşıtlarımın hemen hepsinde derin iz bırakan, sessiz “öğretmenliği” zamane çocukları için de devam ettiren değerin sıradanlaşmasına, önemsizleşmesine, kıymetsizleşmesine izin vermemek, öldükten sonra methiyeler düzmek yerine, yaşarken teşekkür etmek, yani “Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek” için yazıldı.
Çünkü, ucuz hediyeleri afili ambalajlara sararak bizleri mutlu eden birine teşekkür etmek, çocukluğumuza, çocukluğumuzun Gültepe’sine, 12 Eylül’de cezaevinden çıkıp mahallemize dönen abilerimizin yarattığı tarihe sahip çıkmak olacaktır.
Erkeklere kravat iğnesi, kadınlara parizyen çorap, çocuklara plastik top, ikiye bölünerek satılan 70’lik rakı, sıraya girilerek alınan sıcak akşam ekmeği dışında, “paranın fakiri, insanın zengini”, devrimcilerin nasıl insanlar olduğunu bizim kuşağa öğreten, şehla gözlerinde hüzün, yüreğinde umut hiç eksik olmayan birinden keşke daha fazla öğrenseydik. Bu yazı, biraz da bu pişmanlıkla yazıldı.
Biliyorum. Vakit geç değil. Gültepe orada. Biz oradayız. Halkevi orada. Temel Erbakan orada. Aç Halkevini, demle çayını, çağır Temel Erbakan’ı, topla mahallenin gençlerini… Sussa bile olur.
Değil mi ki, bir dünya derde göğsünü siper edip yüreğinin şarjörüne Ruhi Su türküleri süren bir adam karşımızdadır.
Dil dönüyorken, kalem yazıyorken ve zaman çeşmesi hâlâ akıyorken mazeret bulmayın. Yol üstündeki o dükkâna girip hayatınızla yüzleşin. İyi gelir herkese.
Çocukluğumuzun abisi, gençliğimizin “öğretmeni”, orta yaşımızın zöhre yıldızı Temel Erbakan’dan mahrum bırakmayın kendinizi.
* Özgür Keskin: İzmir Gültepe Halkevi Başkanı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.