Martin Lavielle’in İslam uzmanı Olivier Roy ile söyleşisi; Katalan terörist hücresi üyeleriyle ilgili öğelerin şifresini çözmek…
Martin Lavielle’in İslam uzmanı Olivier Roy ile söyleşisi; Katalan terörist hücresi üyeleriyle ilgili öğelerin şifresini çözmek…
Teröristlerin kimlikleri (Cambrils’te öldürülen ve kaçanlar) belli oldu. Ukabir kardeşlerin önemli bir rolü görülüyor. En genci 17 yaşında olup perşembe günü diğer teröristlerle birlikte öldürüldü. İkincisi ise 10 yaş büyük olan abisi ve şu an polis tarafından sorgulanıyor. Yaşadıkları Ripoll kentinde herkes şaşkın: İki kardeş, görünürde hiçbir zaman cihat yapmanın hevesine kapılmadılar.
Bu haber İslam uzmanı Olivier Roy’u pek şaşırtmadı. Roy “Radikalliğin İslamlaşması” teziyle biliniyor. OBS kendisiyle görüştü.
Saldırganlar nasıl bir profile sahipler?
Bu grup hakkında tüm bilgilere sahip değiliz ama esas çekirdek Ripoll’un gençleri, özellikle Ukabir kardeşler. (Kardeşler arasındaki ilişki henüz tam olarak belirlenmedi.) Profiller tamamen bilinen örnek yani toplumla bütünleşmiş Katalanca ve İspanyolca konuşan ikinci kuşak gençler. (Fas’ta doğanlar bile küçükken İspanya’ya gelmişler.) Kimileri ufak suçlara karışmışlar. Ukabir ailesinde, baba evden gitmiş ki bu da kuşaksı bir boyut kazandırıyor olaya; radikalleşmiş iki kardeş ve babanın yokluğu.
Mahallede bir camii var ama oynadığı rol pek açık değil. Bu gençlerle ilgili başka dini eğitim bilgileri yok. Her ne olursa olsun, 17 yaşındaki abi Musa Ukabir’in dini olarak eğitim almaya zamanı olmamış. Radikalleşme işaretleri yok, yoğun bir dini pratikleri görülmüyor ve gayet normal bir gençlik yaşamları olmuş.
Bu benim radikalliğin İslamlaşması dediğime örnek: İslam’a geçen gençler aynı anda, Selefi evreden geçmeden şiddete de geçiyorlar.
Dinselin kültürsüzleşmesi söz konusu. Müslüman dini bir toplulukla bütünleşmiş değiller. Radikalleşme, radara yakalanmayan bir grup içinde kafadarlar çetesi içinde gerçekleşiyor. İki kardeş suç ortağı ise de, kardeşlik boyutu da mevcut. Fransa’da gördüğümüz örneklerde ki gibi bu çok önemli.
Cambrils’te polisle çatışmalarına ne demeli?
Gençler buraya ölmek için gidiyorlar. Kuşkusuz, Barcelona’da suikasti yapan kaçıp kurtuldu ve başka şeyler yapmayı düşünüyor. Cambrils’teki karşılıklı ateş sahnelerini gösteren videolarda, polisin ateş ederken saldırganın onlarla alay ettiğini görüyoruz. Ne kaçmayı düşünüyor ne de karşılık vermeyi. Hâlbuki kendisi de silahlı. Boş bir patlayıcı kemeri var. Eğer yapabilseydi gerçek bir patlayıcı kemere sahip olabilirdi. Açıkçası, suikastın hazırlanması sırasında saklandıkları yerin patlamasıyla başarısız olanlar vardı. Ama yine de gitmeye ve saldırmaya karar veriyorlar: Bu görevden geri dönemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı.
Tüm bilinen özellikler var ama yine de şaşırtıcı olan bir şey var, eğer Finlandiya’daki Turku olayı doğrulanırsa, saldırganlar Faslı olmalı. Bunun İspanya’da olmasına şaşırmayız, İspanyol Müslümanların çoğunluğu Faslı. Ama İngiltere’de eylem yapan Faslılar (ve Tunuslular) da var. Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da da varlar ve şimdi de Finlandiya’da.
Avrupa İslami terörizminde Faslı ve Tunuslu çok daha fazla. Bu da göç nüfusuyla pek uyuşmuyor. Örneğin, hemen hemen hiç Türk yok, Cezayirli de yok. Oysa Mağrip’in en önemli nüfusunu Cezayir oluşturuyor. Fas göçünün radikalleşmesi var ama Fas’ta bir radikalleşme yok. (Tunus’ta ise aksi var, yani yerelde radikalleşme.)
Ben bu olayı tezimle yani dini radikalleşmeyle birleştiriyorum. Bu da dinselin kültürsüzleşmesinin sonucudur. Bu nedenle radikalleşme üçüncü kuşakta azdır ve bugün esas olarak ikinci kuşak ya da bedevilerde (göçerler) vardır (Manchester’in Libyalıları ya da Londra’nın Faslıları gibi).
Dinselin kültürsüzleşmesi nedir ve neden radikalleşmeye yol açmaktadır?
Bir inanç topluluğu eğer inanmayanlarla ortak bir kültür paylaşırsa (örneğin değerler), toplumsal olarak eklemlenir.
Oysa, 1960’lı yıllardan beri farklı dinlerin toplumdan giderek koptuğunu, egemen sekülerizm tarafından hiçe sayıldığı ve saldırıldığını görüyoruz. Bu Katolik kilisesiyle çok açıktır. VI. Paul’ün gebeliği önlemeyi mahkum eden ve XVI. Benoit’nın kavramlaştırdığı Humanae vitae (insan yaşamı) bildirgesinden bu yana Kilise açıkça ayrılığı dile getirdi. Bu düşünceye göre, egemen Avrupa kültürü artık bir ölüm kültürüdür. Katolik kilisenin yanıtı Avrupa kültürünü yeniden Hıristiyanlaştırmaktır. Egemen kültür ile inanç topluluğu arasında tümüyle bütünsel olan bu uyumsuzluğun ifadesi (eşcinsellere evlenme imkanı veren) Herkes İçin Evlilik’tir. Tabii bunların terörist olduğunu söylemiyorum ama İslam’dan bağımsız olarak din/laiklik ilişkisinde bir gerilim vardır.
Bu gerilim Birinci Dünya Savaşı’ndan beri dingindi ama bugün onu yeniden görüyoruz. Katolik kiliseyle daha az şiddetli; çünkü Hıristiyanlar geleneksel Avrupa kültürünü savunmayı deniyorlar. Ama diğer dinlerde bu pek işlemiyor çünkü din ve kültür arasında daha fazla gerginlik var: Selefilik, geleneksel İslam’ın ifadesi olmaktan çok diğer Müslüman kültürlere karşı savaşta.
Bu “saf din”in çıkışı gerilim yaratıyor. Bunu ABD’de de görüyoruz. İnanç topluluğu ve egemen kültür arasındaki bu gerilim Müslüman dünyada zannedildiğinden çok daha fazla. Faslı, Mısırlı ya da Tunuslu bir Selefiyi dinlemek yeterli: Ülkelerinde egemen kültürün batılılaştığını ya da seküler olduğunu ifade ediyorlar ki zaten onlar için ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
Böyle bir gerilimin sonuçları nedir?
Bu bahsettiğim, üç alanda ifadesini bulan şiddetlenen dinsel taleplere kapıyı açıyor. Birincisi yeniden fetihtir. Katolik kilisesinin stratejisi budur: Kürtaj, eşcinseller arası evlilik ya da eğitim alanında yasa çıkartmak ya da karşı çıkmak. Bu Müslüman Kardeşlerin, ılımlı Selefilerin, Evanjelist Hıristiyanların da stratejisidir: “Kültürü kazanmak gerekir.” Diğer bir çözüm ise gettodur, geri çekilmektir. Bunu yeni monastik çağrılar ya da Lubaviçler (Yahudi grup) yapmakta: Toplum yanında inancını yaşamak.
Sonra radikalleşme, cihat var: Kafirleri öldürmek gerek. Bu İslam’a özgüdür, Kuran’da cihat olduğundan değil ama bu dinsel radikalleşmeye ufuk sunan Müslüman dünyada siyasi bir radikalleşme olduğundandır. Bu bağlamda, mezhebin üyesi olmayanlar düşmandır. Genç radikalleri Müslüman topluluğun tedirginliğinin öncüsü gibi gören çoğu gözlemcilerin yaptığı bir yorum hatasıdır bu. Benim için bu doğru değil çünkü bu gençler var olan Müslüman topluluklarla bütünleşmiş değillerdir.
Bir saldırıdan sonra teröristin çevresinde araştırma yapan gazeteciler aynı hikâyeyi anlatıyorlar (örneğin Stampa gibi Ripoll’e gidip Musa Ukabir’le görüştü): Kimse bir şeyden şüphe etmiyordu, teröristler yaşıtları gibi yaşıyordu. Oysa, radikaller hemen hemen hiç dinsel, toplumsal, siyasi aktivistler değillerdir. Hiçbiri gönüllü bir dernekte, Sivil Toplum Örgütü’nde, bir camide mücadele sürdürmemektedir ne de Filistin için gösterilere katılmışlardır. Gerçekten marjinallerle karşı karşıyayız, tabii ekonomik ve toplumsal anlamda zorunlu olarak değil. Bunlar Müslüman topluluğu dışında, kafadarlar, kuzenler, kardeşler arasında radikalleşen küçük bir gruptur.
Bu radikalleşmenin genel özelliğidir ki Amerikan aşırı sağında da görülür. Charlottesville’den sonra “outing” pratiğinin geliştiğini gördük – ki ben onaylamıyorum-: Sosyal ağlarda neonazi fotoğrafları yayımlamak ki bu da kimilerinin işini kaybetmesine neden oldu. Bu yerel olarak insanların Nazi savaşçıları olduklarını bilmedikleridir. Çünkü internette ya da “kafadarlar arasında” oldukları gösterilerde savaşmaktadırlar. Burada, bugünün radikalleşmesinde çok önemli bir bağnaz boyut vardır.
Aşırı sol da toplumsal hareketlerin içindedir: Gece Ayaktayız vb. Ama harekete geçemiyor, birkaç hafta sonunda duruyor. Radikalleşmenin en çağdaş boyutu, İnternetin rolüyle ve hızla eyleme geçmeyle kendini gösteren kendi kendilerine radikalleşen kafadarlar çetesidir.
Barselona ve Cambrils saldırıları önceden hazırlanmıştı. Örneğin Nice saldırısından hangi farkla ayrılırlar?
Gerçekten, İspanya’da eyleme geçenler münzevi kurtlardır. Besbelli ki IŞİD ile bağlantıları vardır. Bataclan’da (Fransa’daki dans yeri) olduğu gibi birkaç ay önceden hazırlanmışlardır. Daha önce El-Kaide ve şimdi de IŞİD’le fiziki bağlantısı olan cihatçı bir hücreye dayanmaktadırlar. Bağlantı ajanları, emir veren birisi vardır ve er geç bulunacaktır. Bunun yanında, kaybedenler, münzeviler, birden eyleme geçenler vardır ve IŞİD’le olan bağlantıları da pek açık değildir.
O halde, öz-radikalleşme ve IŞİD ile bağlantı vardır ve saldırıları IŞİD üstlenmiştir. Bu insanların IŞİD tarafından silahlandırıldığını sanmamak gerek. IŞİD’in cihadı düşünmeyen insanları ikna etmek için adam yolladığı şeklindeki bir değerlendirme, büyük bir hata olur. Eyleme geçenler eylem istiyorlar ve IŞİD’i arayan ve bulan onlardır.
Bugün iki tür saldırı vardır: Bir yönde, Bataclan, 10 yıl önce Londra ve şimdi Barselona ve saldırıyı hazırlayan bir hücre. Diğer yönde, doğaçlamalar, saldırıdan sonra olayı üstlenme, münzevi kurtlar ya da uyuyan hücreler. Benzer bir eylem görülse de, ki burada koçbaşı araba, bu haftanın teröristlerinin kafasında başka şeyler vardı: Patlayıcılarla intihar saldırıları. Bunu gerçekleştiremediler.
21 Ağustos 2017
[L’OBS’taki Fransızca orijinalinden Sendika.Org için İsmail Kılınç tarafından çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.