“Birinin başlattığı bir girişimi başkalarının devam ettirmesi”
Kemalist kesim ve Kürt hareketi blokun iki uç kutbunu oluşturuyorlar. Alevilerden sosyalistlere, kadın hareketi ve çevrecilere kadar geniş bir kesim de bunlar arasındaki dağınık unsurları oluşturuyor. Maltepe’nin devamı büyük ölçüde, iki ucu bir arada tutacak bir merkez yaratmaya bağlı görünüyor
“Birinin başlattığı bir girişimi başkalarının devam ettirmesi”
Kılıçdaroğlu Ankara’dan yola çıktığında yayımlanmaya başlayan “Referandum ve Hayır bloku” başlıklı 4 bölümlük yazı dizimizin[1]
son bölümünde öncülük olarak politikayı böyle tasvir etmiştik. Tepkili ama sadece yan yana duran kesimlerin, içlerinden biri diğerlerinin kendi başlarına açığa vuramadıkları tepkilerini ortaya koymalarının yolunu açan, bunun imkânını yaratan bir girişim başlattığında, bu girişimi katılarak devam ettirdiklerini ve buradan ortaya bir grup oluşumu çıktığını; politik gücün tepkili insanları bu şekilde bir grup oluşumu içine sokarak yaratıldığını söylemiştik. Bu öncülük işlevi nedeniyle girişimi başlatanın diğerlerinin sevgi ve itibarına mazhar olduğunu, bu itibar sayesinde de onları yönlendirme imkânına kavuştuğunu, onların önderi (lideri) konumuna geldiğini ilave etmiştik.
“Adalet Yürüyüşü” bu tezin ders kitaplarına girecek bir örneklenmesi oldu. Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan tek başına başlattığı girişim, tepkilerini açığa vurabileceği bir imkân arayan milyonlarca insana bunun yolunu açtı, imkânını yarattı. Öyle yoğun bir katılım oldu ki, Maltepe’de Hak-Hukuk-Adalet isteyen 2 milyon civarında insan Kılıçdaroğlu’nu dinliyordu. Bir ay öncesinde koltuğu sallantıda, liderliği tartışmalı Kılıçdaroğlu da bu girişimi sonrası liderliğe terfi etti.
Maltepe iktidar çevrelerinde öyle bir telaş yarattı ki toplumu orada toplananların 2 milyon değil sadece 170 bin olduğuna inandırmak için yandaş gazetelerinden Cumhurbaşkanına herkes özel bir gayretin içine girdi. Görüldüğü kadarıyla en çok da kendilerini, kendi tabanlarını buna inandırmanın gayreti içindeydiler. Bu telaş sebepsiz değildir. Zira, toplumu umut yaratarak peşine takma yeteneğini (hegemonya) yitirmiş bir iktidar, eğer iktidarı bırakma niyetinde değilse, ancak gerilim yaratarak orada kalabilir; hegemonya boşluğunu ancak gerilim ve korku ile doldurabilir. Kaosun yol açtığı belirsizlik korkusunun insanları hâkim güce yönelteceği düşünülür. Zira, hesaba göre, ne tarz olursa olsun toplumda bir düzenin olması kişiye yarın ne olacağını tahmin ve hayatını planlama şansı verir; insanlar da bu nedenle diktatörlük bile olsa düzenli bir işleyişi kaosa her zaman tercih edecekler ve güce, güclü olana yöneleceklerdir. Kaos ortamında güç olmak düzen olacağının ümidi olmak anlamını taşır. Erdoğan’ın her problemi daha büyük yeni bir gerilim yaratarak aşmaya çalışmasının gerisinde bu hesap yatar. Gezi’den bu yana hemen her problemi -bir biçimde- aşabilmiş olması da bu hesabın ne kadar gerçekçi olduğunu gösterir. Bütün herkes siyasal sonunun geldiğini, Yüce Divan’da yargılanacağını düşünürken 17/25 Aralık’ı bile kendisine darbe yapıldığı şeklinde daha büyük bir gerilim yaratarak aşmayı becerebilmiştir. En son yaratılan FETÖ’cülük korkusu ise bütün diğer korkuları bastırmış, kendi partisini bile bir arada tutmanın temel dayanağı ve aracı haline gelmiştir.
Korku, yaşanan ortamın temel dayanağıdır. Yeni bir “hikaye” yaratamadığı müddetçe Erdoğan ancak korku sayesinde ve korku yaratabildiği sürece iktidarda kalabilir. Ülkeyi OHAL’le yönetmesi de bu yüzdendir. Ancak, korkuya dayanmak bu iktidarın aynı zamanda en büyük zaafıdır. Ancak korku yaratabilirlerse ‘güçlü’ kalabilirler. Bu zaaf bir zorunluluk doğurur: Varlıkları, toplumdaki tek gücün kendileri olduğu ve çok güçlü oldukları algısının fikri sabit derecesinde topluma hâkim kılınmasına bağlıdır. Bu algı yıkıldığında toplumda korku iklimi dağılmaya, güçleri ve iktidarları da erimeye başlar. Maltepe, toplumda ikinci bir toplumsal/siyasal gücün doğduğuna işarettir. AKP ve Erdoğan’ın tek güç ve çok güçlü olduğu algısını tartışmalı hale soktuğu için korku iklimini de dağıtacak bir potansiyel taşır. Bu ise Erdoğan ve AKP iktidarının altındaki zemindir. Telaşa düşmelerinin nedeni budur. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde toplumda ikinci bir güç oluştuğu algısını yok edebilmek için ellerinden geleni yapacakları, böyle bir algı yaratabilecek her girişimi ne pahasına olursa olsun daha kaynağında ezmeye çalışacakları beklenmelidir. Bu yöntemler aynı zamanda kendilerinin tek ve en güçlü olduğu algısını devam ettirmenin de temel yöntemleridir.
Ama, güçlerinin böyle bir algı yaratmaya bağlı olması, onların aslında yarattıkları algı kadar güçlü olmadıklarının da itirafıdır. Bu da en büyük korku ve zaaflarını ortaya çıkarır. Yarattıkları korkunun ve en güçlü oldukları algısının ortadan kalkması en büyük korkularıdır. Zira, bu algının sonu iktidarının da sonu anlamını taşır. Ve Erdoğan mağdurlarının Maltepe’de uç veren bu yeni gücü her şeyden önce bu korkuyu yok etme potansiyeli perspektifinden değerlendirmeleri ve politikalarını buna göre belirlemeleri doğru olacaktır.
Ancak bir güç sergiledikleri ölçüde korku iklimi ve bundan beslenen iktidarı yok edebileceklerse, Maltepe’de bir araya gelenler açısından oluşturdukları blokun koruması, özellikle de bütünlüğünün muhafazası hayatı önem taşır. 70’li yılların tecrübesi de bize aynı şeyi söyler.
Ecevit 70’li yıllarda 12 Mart’ın yarattığı korku ortamını bir “Demokratik Sol” hareket yaratarak dağıtmış ve hükümet olmuştu. Bu sol hareketin içinde aydınlardan, Alevilerden, sendikalara, işçilere, yoksul köylülere ve sosyalist gençlere kadar herkes bulunuyordu. İktidarı terk etmek istemeyen egemen güçler (CIA + derin devlet + sağ partiler ittifakı) bir komünizm korkusu yaratarak iktidarı terk etmemenin yolunu aradılar. Solu korkutarak sindirme görevini de sivil faşist çetelere verdiler. 75 sonrasında siyaset solun sindirilmesi, sol blokun dağıtılması ve buna karşı solun kendini koruması zemininde belirlendi. Ecevit bunu güvenlik güçlerini kullanarak, devrimciler (sosyalist gençler) ise herkesin kendi yaşadığı mekânda kendini koruyacağı meşru müdafa temelinde gerçekleştirmeye çalıştı. Sol kitlenin nasıl korunacağı konusunda tercihler ayrıştı. Öncüsü ve lideri Ecevit olmasına rağmen “Demokratik Sol” blokun korunmasında devrimciler, özellikle de Devrimci Yol daha etkili ve başarılı olduğu için blokun önderliği de Ecevit’in devam eden karizmasına rağmen süreç içinde devrimcilere doğru kaydı. Devrimciler bloku ciddi ölçüde yönlendirir hale geldiler. Türkiye tarihindeki ilk devasa sosyalist, radikal devrimci kitlesellik de bu sayede yakalandı. Bu bize şunu gösterir: Liderlik, önderlik, bir grubu yönlendirme yeteneği bir defada halledilen bir konu değildir. Değişen şartlarda blok içinde başka bir unsur beklenen işlevleri daha iyi doldurduğunda bloka da yön verme yeteneği kazanır. Bu gerçeleştiği ölçüde de bloka kendi damgasını vurmaya başlar; önderliğine ortak olur. Blokun kimliği, karakteri de değişmeye başlar. Devrimciler blok unsurlarının can güvenliğini daha iyi koruyabildikleri için böyle bir önderlik yeteneği elde etmişlerdir.
Ne var ki, devrimciler sol bloku, Ecevit de dahil, bir bütün halinde bir arada tutacak politika geliştirmede aynı başarıyı gösterememişlerdir. Sonuçta blok kırılmış, Ecevit ve devrimciler birbirine düşmüştür. Ecevit sosyalistleri anarşist ve terörist olarak kriminalize ederken sosyalistler de Ecevit’i tekelci burjuvazinin temsilcisi olarak adeta karşı kampa itmişlerdir. Bu kırılma 79 senato seçimlerindeki hezimetle birlikte önce solun devlet kurumlarındaki bütün mevzilerini kaybetmesine yol açmış, devlet tamamen korku yaratmak isteyen sağ ittifakın eline geçmiştir. Askeri darbenin başarısının gerisinde de bu parçalanma yatar. Çatışmalar kaos algısı yarattığı ölçüde en güçlü ve tek güç askerler topluma bir düzen geleceğinin yegane umudu haline gelmişlerdir.
Barış sürecinde de benzer bir gelişim görürüz. Masanın devrilmesinin gerisinde HDP’nin önlenemez yükselişi yatar. Erdoğan terör, ülke birliği ve üniter devlete tehdit gerekçeleriyle masayı devirdiğinde PKK da hemen savaş politikalarına yönelir. HDP barış politikalarını Öcalan’ın ‘silahlar susun’ mesajıyla ortaya çıkan geniş bloka hâkim kılmada yetersiz kalır ve Kürt hareketi barış temelinde yakaladığı birliğini muhafaza edemez. Sonuç yenilgi olur. Erdoğan algı yaratmada o kadar başarılı olur ki, dokunulmazlıkların kaldırılmasına CHP de ‘anayasaya aykırılığı açık olmasına rağmen’ destek vermek zorunda kalır. Barış hareketi kendi içinde böyle bir kırılma yaşadığı için bu gücün yerinde bugün yeller esmektedir.
Maltepe oluşumunun aynı akıbete uğramaması bu tecrübelerin iyi okunması ve derslerin doğru çıkarılmasına bağlıdır. Ne var ki bunun yapıldığını söyleyebilmek pek mümkün görünmemektedir. Maltepe’ye baktıklarında solun önemsiz sayılmayacak bir kısmı oradaki grubu ve sergilediği gücü değil “burjuvazinin temsilcisi” CHP ve Kılıçdaroğlu’nu görmekte ve oluşuma mesafeli durmaktadırlar. Öte yandan, ulusalcılar kalabalığa baktıklarında sadece “bölücüleri” görebilmişlerdir. Oysa, orada görülmesi gereken şey her şeyden önce insanların bir araya gelerek sergiledikleri güç ve bu gücün korku iklimini yok edecek yegane potansiyeli oluşturmasıdır. İnsanların bir araya gelebilme yetenekleri yaşatıldığı ölçüde bu güç ve umut yaşayabilir. Daha da büyüyebilir.
Bu grubun ilelebet bir “Kılıçdaroğlu grubu” kalacağının garantisi yoktur. Bunu Ecevit örneğinden biliyoruz. Grubu ayakta tutmakta, savunmakta kim doğru, isabetli girişimler yaparsa, grup da giderek onun etkisi altına girecek, grubu o yönledirir hale gelecektir. Grubun karakteri kimin önderlik fonksiyonlarını daha iyi doldurduğu ile alakalı olup, buna bağlı olarak grubun karakteri de değişir. 70’lerdeki tecrübe bize bunu anlatır. İktidar şimdiden her türlü yoldan bu kalabalığı sindirme ve dağıtma çabası içindedir. Kılıçdaroğlu’nun bu saldırıları savuşturacak, grubu koruyacak beceriye sahip olduğu ise son derece şüphelidir.
Maltepe’deki kalabalığa baktığında Kemalist cumhuriyetçileri gören ve CHP’den davet (Sırrı Süreyya) ve özür (Ertuğrul Kürkçü) bekleyen HDP’liler için de aynı şey söylenebilir. HDP milletvekillerine hapishane yolunun açılmasında CHP, özellikle de Kılıçdaroğlu hayati bir rol oynamış olsa da Maltepe grubunu Kılıçdaroğlu’na terk etmeleri hayati bir hata olacaktır. Zira, böyle bir oluşumu devam ettirmede Kılıçdaroğlu’ndan çok daha fazla birikim ve beceriye sahiptirler. Bu yeteneklerini ortaya koyabildikleri ölçüde bu kalabalık da HDP’nin tonlarını benimsemeye başlayacaktır. ‘Silahlar susacak’ dediklerinde askerlik çağında oğlu ve damadı olan Türk, Kürt bütün anne ve babaların sevgisini kazanabilmişlerdi. Bu onlara Kürt olmayan kesimler içinden yeni bir taban kazandırırken, Türklerin Kürt hareketine bakışını da değiştirmişti. Aynı şeyi şimdi de yapabilirler. Kaldı ki HDP’nin, Barış Hareketi’nin siyasal mevcudiyeti de büyük ölçüde buna bağlı görünmektedir.
Kılıçdaroğlu, meydandaki büyük kalabalığın toplanmasına öncülük yapmış olmanın verdiği özgüvenle daha miting konuşmasında esas hedefinin 2019 seçimlerinde AKP tabanından oy almak olduğunun işaretlerini vermeye başladı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki katkısı nedeniyle HDP’lilerin tepkileri ve soğuklukları ortadayken, bu kesimi rahatlatacak bir girişimde bulunmayıp gözünü sağ tabana dikmiş bir politikacı görünümü sergiledi. “Önündeki olmuş elmaları bırakıp gözünü daldaki ham armuta diken” birinin yaşadığı en sık olay eldeki elmaların da gitmesidir. Sokak protestolarına daha fazla ağırlık vereceğini ifade etmiş olsa da “bir adım ileri iki adım geri” çizgisini bundan böyle de devam ettireceği ihtimali hayli yüksektir. Kılıçdaroğlu’nun sergilediği en büyük risk, şapkadan yeni bir “Ekmeleddin” çıkarma ihtimalidir. Sağcılaşarak AKP tabanından oy kapmaya çalışmak eldeki bulgurdan olma politikasıdır. AKP iktidarına son vermenin yolu korku iklimini yok etmeye bağlıdır ve bunun yolu da bir (alternatif) güç sergilemekten geçer. Kılıçdaroğlu’nun bunu anladığını söyleyebilmek zordur. Bununla birlikte zikzaklı da olsa bu grubun devam ettirilmesinde bundan böyle de rol oynamaya devam edeceği son derece açıktır. Ankara’dan başlattığı yürüyüş çok büyük ihtimalle ana muhalefet partisi başkanı olduğu için daha başlangıçta engellen(e)memiştir. Yetkililerin yaşına bakıp daha ikinci etapta yürümeyi bırakacağını, buradan da muhalefeti aşağılayacak yeni bir fırsat doğacağını düşünmüş olmaları da kuvvetle muhtemeldir. Bu kararlarından bugün hicap duydukları hissedilebilmektedir. Bazı girişimlerin ancak Kılıçdaroğlu gibi mevki ve makam sahipleri tarafından başlatılabileceğini kabul etmek gerekiyor. Onların demokrasi mücadelesinde rolleri çoğu zaman bununla sınırlıdır.
Maltepe’yi korumak bir yanıyla mağdurların hak, adalet ve özgürlük arayışlarını devam ettirmelerine, saldırılara, engellemelere karşı yeni yollar, yeni biçimler bulabilmelerine bağlıdır. Bunda başarısız oldukları söylenemez. Her türlü baskıya rağmen toplum susturulamamış, teslim alınamamıştır. Ancak buna bakıp problemin hallolduğu düşünülmemelidir. 70’lerdeki gibi muhalif bloku birlikte hareket ettirecek bir yolun bulunamaması cok büyük bir risk oluşturmaktadır.
Kemalist kesim ve Kürt hareketi blokun iki uç kutbunu oluşturuyorlar. Alevilerden sosyalistlere, kadın hareketi ve çevrecilere kadar geniş bir kesim de bunlar arasındaki dağınık unsurları oluşturuyor. Bu iki kutbun hem sözcüler hem de taban düzeyinde birbirlerine olan soğuklukları sır değil. Maltepe’nin devamı büyük ölçüde bu iki ucu birarada tutacak bir merkez yaratmaya bağlı görünüyor. Bu iki uç kutup arasına girecek, birbirlerine tepkilerini emecek, bir aradalıklarını mümkün kılan bir söylem geliştirecek bir merkez eksikliği yaşanıyor. Blokun bir aradalığı bu işlevi dolduracak bir merkez yaratmayla son derece bağlantılı görünüyor. Bu becerilemediğinde tarihin bir kez daha tekerrür edeceği ve toplumun tamamen teslim alınmasına bir adım daha yaklaşılacağı açıktır.
Dipnot:
[1] Referandum ve Hayır Bloku (1): Nitelik http://sendika59.org/2017/06/referandum-ve-hayir-blokui-nitelik-mehmet-sureyya-karakurt/
Referandum Hayır Bloku (2): Yan yanalık ve Erdoğan’ın manevra imkanları http://sendika59.org/2017/06/hayir-blokuii-yan-yanalik-ve-erdoganin-manevra-imkanlari-mehmet-sureyya-karakurt/
Referandum ve Hayır Bloku (3): İradi Hayır Bloku’nun temeli olarak “İnsan Hakları” http://sendika59.org/2017/06/hayir-bloku-iii-iradi-hayir-blokunun-temeli-olarak-insan-haklari-mehmet-sureyya-karakurt/
Referandum ve Hayır Bloku (4): İnsan hakları davası ve öncünün rolü http://sendika59.org/2017/06/hayir-bloku-iv-insan-haklari-davasi-ve-onculugun-rolu-mehmet-sureyya-karakurt/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.