Bugün KESK ihraçlara karşı üretimden gelen gücünü kullanamıyorsa, kitlesel/örgütlü mücadeleyi öne çıkartamıyorsa; önümüzdeki süreçte, iki eğitim emekçisinin süresiz açlık grevi yapması gibi emekçilerin bireysel eylemlerine mahkum olmaya devam edecektir 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu baz alınırsa KESK, 7-8-9 Temmuz tarihlerinde Ankara’da Olağan Genel Kurulu’nu toplayacak. Kamu emekçilerinin “sahte sendika yasası” adını verdiği 4688 sayılı […]
Bugün KESK ihraçlara karşı üretimden gelen gücünü kullanamıyorsa, kitlesel/örgütlü mücadeleyi öne çıkartamıyorsa; önümüzdeki süreçte, iki eğitim emekçisinin süresiz açlık grevi yapması gibi emekçilerin bireysel eylemlerine mahkum olmaya devam edecektir
4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu baz alınırsa KESK, 7-8-9 Temmuz tarihlerinde Ankara’da Olağan Genel Kurulu’nu toplayacak.
Kamu emekçilerinin “sahte sendika yasası” adını verdiği 4688 sayılı kanun öncesi KESK genel kurullar süreci yoğun tartışmalarla geçerdi. Ülke de emek cephesinin nesnel durumu, sorunları, örgütlülük düzeyi ve ihtiyacı saptanır, gelecek ile ilgili program/perspektif oluşturulur ve yapılacaklar tartışılırdı.
Genel kurullarda yüksek bir seçim heyecanı da yaşanırdı. Çoklu, aktif sendikal dinamikler söylediklerini uygulayabilmek için yönetime gelmeye çalışırlardı. İlk kurulduğu dönemlerde de KESK genel kurulları en başından beri yönetim pazarlıkları ve çatışmaları ile geçiyordu. Ancak sendikalardaki yüksek dinamizm, bu pazarlık ve çatışmaların önüne geçer, mücadele kaldığı yerden devam ederdi. 4688 sayılı kanun sonrasındaki dönem dinamizm düştüğünden ilk dönem genel kurullarında yönetim pazarlıkları ve çatışmaları daha görünür hale geldi.
Bugün genel kurul tartışmaları içinde olmasam da artık yönetime girme çatışmalarının da eskisi gibi şiddetli olmadığını, heyecan uyandırmadığını, yönetim pazarlıklarının düşük seyrettiğini tahmin edebiliyorum (Genel kurul ile ilgili düşüncelerimi yazmayı sendikacı/yazar bir arkadaşla paylaştığımda, kendisi bana iki yıldır KESK’ten umudunu yitirdiğini, görüş belirtmeyeceğini söyledi. Elbette bu ruh hali ve bakış birçok kişiye sirayet etmiş durumda. Doğrusu genel kurulla ilgili hem mevcut yönetim hem de yeni görev alacaklarla ilgili yorum yapmaya benim de niyetim yok).
KESK’in bugün için öncelikle öncü muhalif kimliğinden koptuğunu birçok ilgili kişi ve kurum ifade ediyor. Bu yüzden OHAL ilanına karşı bir muhalefeti örgütleyemedi ve ona mahkum oldu; ki OHAL ilanı zaten bastırılmış bir darbeye karşı olmakla beraber, daha çok çok emek cephesine uygulanacak ekonomik politikanın gereği teslim alınması için ilan edilmişti. OHAL öncelikle sendikaların sorunuydu.
Dünya kapitalizminin büyük krizi olası kitlesel tepkilerin farkındaydı. Kapitalizm kendini yeniden üretmekte zorlanıyordu. Bu yüzden dünyanın her yerinde otoriterleşme süreci yaşanıyordu. İşçi sınıfı ve sendikalar otoriterleşmeden fazlasıyla etkileniyordu.
Bu sürece denk olarak Türkiye’de de OHAL ilan edildi. Sokaklar kapatıldı. Geriye bireysel/kadrosal ve zor olan eylem biçimleri kaldı. KHK ile haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen sendikamız Eğitim Sen üyeleri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça Ankara’da, kendi özgür iradeleriyle, “İşimi geri istiyorum” talebiyle, süresiz açlık grevine başladı.
Bu satırları yazarken iki eğitim emekçisi işlerini geri almak için açlık grevi 119. gününe giriyordu. Muhtemelen bu sürecin sonu, KESK’i, etkisi uzun süreli travmaya sokacaktır (Umarım bu genel kurul, travmanın etkisini kıracak bir çalışma ortaya çıkarır).
Örgütlü mücadele, hakların kitlesel mücadele ile alınması için vardır. Bugün KESK ihraçlara karşı üretimden gelen gücünü kullanamıyorsa, kitlesel/örgütlü mücadeleyi öne çıkartamıyorsa; önümüzdeki süreçte, iki eğitim emekçisinin süresiz açlık grevi yapması gibi emekçilerin bireysel eylemlerine mahkum olmaya devam edecektir. Bu eylemeleri istese de durduramayacaktır (Zira KESK iki eğitim emekçisi açlık grevinin 75. gününde gözaltına alınıp tutuklanmasına da engel olamadı ve sürecin peşine takılı verdi).
Elbette KESK’in bu sürece gelmesinde birçok faktör vardır. 4688 sayılı Kamu Görevlileri Kanunu, siyasal süreç, baskılar, hizipçilik, iktidar hastalığı, bürokratikleşme sorumlu görülüyor. Kimileri nedenlerden biri olarak, KESK’in kuruluşunda yer alan birçok dinamiğin KESK’ten aktif olarak geri çekilmesini görüyor. Kimleri ise Kürt emekçilerini sorumlu gösteriyor. Bunların hiçbiri tek başına başat neden değildir. Elbette bütün bunlar tartışılacak konulardır. Ancak asıl meselenin birer birer tek başına bunlar olmadığını düşünüyorum.
4688 sayılı kanun yasalaştığı yıllar neoliberalizmin kamu hizmetlerinde dönüşümü tamamladığı, zirve yaptığı yıllar oldu. 24 Ocak 1980 kararları ile somutluk kazanan kamu hizmetlerinin piyasalaşma, serbest rekabet, bireysel sınıf atlama imkanı 2000’li yılların başında sonuç alıyordu. 1990’li yıllarda gelir anlamında eşitlenen kamu emekçileri; performans, mülkiyete bağlanma, fazla çalışma, döner sermaye, ek ücret gibi teknik düzenlemelerle kamu hizmetleri işkollarında gelir farklılığına yol açması, sendikal mücadeleyi olumsuz etkiledi. Kamu emekçileri içinde mülkiyetçilik ve gelir farklılığı sınıf atlama imkanı yarattı. Dar gelirlilikten orta sınıfa doğru bir hareketlenme sendikal mücadelenin niteliğini etkiledi (Zira dünya sendikal hareketi de bugün KESK’in bile gerisinde ve can çekişiyor).
Bu etkilenme, 4688 sayılı yasanın desteğiyle devlet güdümlü sendikalar toplamı olan Memur-Sen’in yüzde 500’lere varan büyümesiyle somutlaştı. Memur Sen’in büyümesinde KESK’in yetmezlikleri/hataları ile beraber 2000’li yıllarda kamu emekçilerinin sınıfsal dönüşümünün etkisi çok oldu. Kanımca KESK’in yetersizliği, süreci anlayamaması ve buna uygun bir örgütlenme ihtiyacını tespit edememesiydi. Emek hareketine yön vermeye çalışan siyasal dinamiklerin süreci okuyamaması da neden oluyordu. Elbette bu somut durumdan KESK’i kuran tüm dinamikler eşit olarak sorumludur. Burada sendikal dinamiklerden beklenen karşılıklı sorgulama değil, 1990’li yıllarda olduğu gibi yeni süreci birlikte örmeleridir. Yeni süreci ancak hep birlikte örgütleyebilirler.
Ancak genel kurula gidilirken izlediğim kadarıyla yeni bir sendikal örgütlenme ihtiyacı yüksek sesle tartışılmıyor. Yine geçmişi tekrarlama, karşılıklı suçlanma ve geleneğe sarılma öne çıkıyor. Elbette sendikaların belleği bize yol göstericidir. Yine değişimi de iyi anlamak, ona göre örgütlülüğü ortaya çıkarmak bugün için hayati önemdedir.
Umarım bu genel kurulda kamu emekçilerinin yeni nesnel durumu ele alınır yeni örgütlenme ihtiyacı ve yöntemleri ortaya çıkarılır ve bu sürecin önü açılır. KESK’ten beklenen de budur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.