“Son dakika haberinde 686 sayılı KHK yayımlandığı, MEB’den 3800 kişinin atıldığı söylendi. Ben de üstüme hiç alınmadan Facebook’ta ‘MEB’den 3800 Öğretmen atıldı. HAYIR’ diye paylaşım yaptım.”
“Gece haberlere bakayım dedim. Son dakika haberinde 686 sayılı KHK yayımlandığı, MEB’den 3800 kişinin atıldığı söylendi. Ben üstüme hiç alınmadan Facebook’ta ‘MEB’den 3800 Öğretmen atıldı. HAYIR’ diye paylaşım yaptım. Bir baktım on dakikada 100 kişiden beğeni almış. ‘Ne oluyor’ dememe kalmadan bizim okuldan arkadaşlar aradı. Sonra ardı ardına telefonlar gelmeye başladı”
KHK ile görevinden ihraç edilen kamu emekçilerine dair hazırladığımız dosyada dördüncü öykü 7 Şubat 2017’de yayımlanan 686 sayılı KHK ile ihraç edilen, Eğitim Sen’li tarih öğretmeni İsmail Usluoğlu’nun.
İsmail Usluoğlu, 1974 Hatay Samandağ doğumlu. Tavuklu Göz İlkokulu’nu, Tavla Ortaokulu’nu ve Antakya Lisesi’ni bitirdi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği Bölümü’nden 1997’de mezun oldu.1998’de Mersin Erdemli Kösbucağı İlköğretim Okulu’na Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak atandı. Mersin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde Tarih Öğretmeni olarak mesleğini sürdürürken 7 Şubat 2017’de yayımlanan 686 sayılı KHK ile ihraç edildi.
Usluoğlu anlatıyor:
İlkokula başladığımda köyümüzde okul yoktu. Kilometrelerce uzaklarda başka köyde okudum. İlkokulu bitirdim, bir hafta geçti okulların açılmasının üzerinden, okula gidemedim. Elimden tutup, ailemi ikna eden, ortaokula devamımı sağlayan, ilkokul öğretmenimdir. Bir uçurumun kenarında, kışın çizmelerimizi giyerek, yamalı pantolonlarla kilometrelerce ötede Tavla Ortaokulu’na giderdik. Liseyi de Antakya Lisesi’nde okudum.
Ağabeyim kamyonculuk yapıyordu. Tek başına gittiği için, yaz tatillerinde muavinlik yapayım diye götürürdü beni de. O zaman üniversite sınavlarına hazırlık dergilerinden birine abone olmuştum. Kamyonda seyahat ederken bin bir güçlükle hazırlanmıştım üniversite sınavına.
Lisedeyken Uğur Mumcu, İlhan Selçuk vs gazete kupürlerini keserdik, biriktirirdik. Yaşar Kemal’le tanışmam da o dönemlerdedir. O zaman kitap alacak paramız da yoktu. Halk kütüphanesine giderdik, orada bir masa ayırtmıştık üniversite sınavına hazırlanmak üzere. Yaşar Kemal’in İnce Memet romanını hiç unutmam. Ben de ince, zayıf, sıska biriydim. Kitabın ismiyle kendimi özdeşleştirdim. Düzenli okumalar, kendimi geliştirmeye çalışmalar, o zaman başladı.
1993’te 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi tarih öğretmenliği bölümünü kazanmıştım. Üniversiteye gidene kadar sistematik bir düşünce yapım yoktu. Dağınık, bir oradan, bir buradan okuyorduk. Ama üniversite 1.sınıftan itibaren İstanbul’da hukuk okuyan, birlikte sınava hazırlandığım bir arkadaş ve sınıf öğretmenliğinde okuyan başka bir arkadaşla yaz tatillinde buluştuğumuzda, politik meselelerden, öğrenci olaylarından konuşarak politikleşmeye başlamıştık.
1997’de mezun oldum. O dönem KPSS sınavı yoktu. Mezun olanlara tercih hakkı tanınıyordu, 3 tercih yapılabiliyordu. Oradan atamalar yapılıyordu. O zaman benim atamam yapılmamıştı. Öyle olunca Antakya’da 1 yıl dershanede çalışmak durumunda kaldım. Dershanede çalışırken bizim yaşadıklarımızı sonraki kuşak yaşamasın diye, ne bildiysek, ne öğrendiysek o köydeki ve civar köylerdeki gençlerle paylaşma yoluna gittik. Örneğin Yılmaz Güney’in filmlerini video kasetlerde izler, sinema üzerine tartışmalar yürütürdük. Kitap dağıtımı yapardık. O kitapları geri getirmek koşuluyla gençlere dağıtırdık, kitaplar üzerine tartışma yürütürdük. Dershanede çalıştığım yıllar içerisinde köylerde kaç tane genç üniversite sınavına hazırlanıyorsa, dershanenin öğrencilerine dağıttığı testleri çoğaltır ve köydeki gençlere dağıtırdım.
1998’de atamam Mersin’in Erdemli İlçesi’nin Kösbucağı İlköğretim Okulu’na yapıldı. Okuldaki farklı branşlardaki arkadaşlarla ilk yıldan itibaren hafta sonları öğrencileri Anadolu liseleri sınavlarına hazırladık. O öğrencilerin çoğu Anadolu liseleri sınavlarını kazandılar. Orada, daha sonra Eğitim Sen Erdemli Temsilciliğini birlikte kurduğumuz arkadaşlarımız da öğrencilerimize lisede yoğun emek harcadılar. Başarılı bir kuşak yetiştirdik. Görev yaptığımız bütün okullarda bu anlayışla hareket ettik, öğretmenlik mesleğini her şeyin üstünde tuttuk. Daha sonra Mersin Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ne, Temmuz 2007‘de Pozcu Lisesi’nden gelmiştim.
7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile atıldım. O gece bir arkadaşımla evde demleniyorduk. Çok keyifli bir akşamdı. Arkadaşım erken ayrıldı. Müzik dinlemeyi sürdürdüm ben de. Gece haberlere bakayım dedim. Son dakika haberinde 686 sayılı KHK yayımlandığı, MEB’den 3800 kişinin atıldığı söylendi. Ben üstüme hiç alınmadan Facebook’ta “MEB’den 3800 Öğretmen atıldı. HAYIR” diye paylaşım yaptım. Paylaşımı referandumla bağlantılı olarak yaptım. Bir baktım on dakikada 100 kişiden beğeni almış. ‘Ne oluyor’ dememe kalmadan bizim okuldan arkadaşlar aradı. Sonra ardı ardına telefonlar gelmeye başladı. Arkadaşlarımdan ihraç listesini göndermelerini istedim. Liste geldi. Bir baktım! Kimler yok ki…
Haberi alan arkadaşlar o gece eve ziyaretime geldiler, sabahladık. Gerek sendikamızın ihraçlarla ördüğü dayanışma, gerekse arkadaşlarımın dayanışması en üst boyutta oldu. Okul içerisinde hemen herkes dayanışma adına elinden geleni ortaya koydu. Bir grup kadın arkadaşımız yaptıkları takıları satarak sendikanın dayanışma fonuna katkı sundular. Eğitim Sen’li arkadaşlar, farklı sendikalara üye arkadaşlarımız dayanışmalarını esirgemediler. Bu durum bizi dinç kıldı, ayakta tuttu ama sorumluluğumuzu da arttırdı.
Artık mecburen iş arıyorum. Kolay değil, ben 18 yıllık öğretmenken ihraç edildim. Birden mesleğin dışına itildim. Yaratılan korku ortamıyla dershanelerde, etüt merkezlerinde, özel okullarda öğretmenlik yapmam engelleniyor. Resmi olmasa da öyle bir şey var. İhraç edilmemizle birlikte bir boşluk hali oluştu, zaman geçtikçe arttı. İş bulma, çalışma zorunluluğumuz var artık.
Bizim geri dönmemiz toplumsal mücadele ivme kazanmasıyla sağlanabilir. Bu mücadele aynı zamanda OHAL’e karşı bir mücadele olmak durumundadır.
Dönüşümüz yakın bir tarihte olabilecek gibi görünmüyor. Bu nedenle farklı bir alanda bir mesleğe sıfırdan başlamak gerekebilir. Yurtdışına çıkış yasağımız var, pasaportlarımız iptal edildi. İnsanları sorgusuz sualsiz kamu görevinden ihraç edeceksiniz, özel kurumlarda çalışma olanağını da ortadan kaldıracaksınız. Sağlık hakkını da gasp edeceksiniz, yurtdışına çıkma hakkını da elinden alacaksınız. Bu açık faşizmdir, sivil darbedir. Nasıl ki 15 Temmuz’da darbecilere birlikte karşı çıktıysak, bu haksızlık ve hukuksuzluğa, OHAL’e karşı da aynı sorumlulukla karşı çıkmak durumundayız. Bir ülkenin geleceğini tek kişiye teslim edemeyiz.
Atılan arkadaşlarımızın çoğu emek-demokrasi-barış mücadelesinde aktif olarak yer alanlar. Bazıları da uzun süredir sendikaya uğramamış, bir eyleme-etkinliğe katılmamış arkadaşlar. Hiçbiri, soruşturmayla ve hukuksal bir zeminle atılmış değiller, siyasi bir karar ve idari bir tasarrufla ihraç edilmişler.
Ben 6 yıl üst üste Eğitim Sen Mersin Şubesi’nde yöneticilik yaptım. Gezi eylemleri de o döneme denk geldi. Yaptığımız bütün etkinlikler sendikal haklar ve özgürlükler kapsamındadır. O dönem okulda girdiğim ders saati kadar adliyede mahkemelere giderdim. Tüm davalarda ya “kovuşturmaya yer yoktur” ya da “beraat“ kararı çıkmıştır. Bir tek 2008 yılında KESK yöneticisi olarak Nevruz’a katılmaktan “maaştan kesim “cezası almıştım. Üst mahkeme lehimize karar vermişti ve cezayı kaldırmıştı.
40.000’e yakın MEB Personelini ihraç ettiler. Bunun 1500’e yakını da Eğitim- Sen’li. Sendikal hakların kullanılmasından kaynaklı eylem ve etkinliklerden bu kadar yargılama var ve hiç birinden ceza almamış bir personel sorgusuz sualsiz ihraç ediliyor. Bu durumun ne insani ne vicdani ne de hukuki bir izahı vardır.
Bana atıldığıma dair bir tebligat yapılmadı. 686 Sayılı KHK’nın başlangıcında şu cümle yer alıyor: “Terör örgütleriyle veyahut milli güvenlik kurulunca bölücü faaliyette bulunduğuna karar verilen bir vakıf, derneklerle irtibat, iltisak, irtibatı yahut bunlara mensubiyeti ve yahut aidiyeti …” Tüm dil bilimciler toplansa bu şekilde bir cümle kuramazlar. Siz şu tanımlamaya göre hangi sendika üyesi olursanız olun veya sokaktaki bir vatandaşı da çevirseniz suçlu sayılabilirsiniz.
Atıldığımızda, ‘o kadar da değil, en azından bir yargı süreci başlar’ beklentisi vardı. İhraçlarla ilgili Başbakanlığa bağlı 7 kişilik OHAL İnceleme Komisyonunun 23 Şubat’a kadar kurulacağı ve başvuru alacağı belirtilmişti. Üstünden dört ay geçmiş, ancak hükümet kendisinin çıkardığı kararnameye uymamıştır. Beklentimiz bir an önce bu komisyonun başvuru alması ve ret kararı vermesi. Ret kararı verdikten sonra yargı yolu açılacak ve neyle suçlandığımızı ilk defa görmüş olacağız.
Ben bu süre zarfında 1402’likler diye ülke ve dünyadaki emek ,demokrasi mücadelesi tarihine geçmiş arkadaşlarla görüştüm. O dönemlerde bizim gibi 1402 sayılı yasayla açığa alınmışların ifadesi şu: “Bu durumu iki yönlü değerlendirebiliriz. Birincisi siz şanslısınız, çünkü arkanızda sendikanız var. Biz o dönem atıldığımızda insanlar bizi gördüklerinde yollarını değiştiriyorlardı. Sendikaların, derneklerin mal varlıklarına el konuldu, hepsi kapatıldı, sahip çıkacak kimse kalmadı. Muhalefetin içerisinde yer almış birçok isim de yurtdışına gitmek durumunda kaldı. Var olanlar da tutuklandı, işkencelerden geçirildi, hapishanelerde yıllarca yatırıldı. O yüzden hani bu boyutuyla sizin sendikanız, arkadaşlarınız, işyerindeki arkadaşlarınız size sahip çıkıyor, sizinle yan yana duruyor. Bu yanıyla şanslısınız.
Diğer yanıyla şanssızsınız dediler, çünkü 12 Eylül Askeri faşist darbesinin koşullarında bile bir hukuk vardı öyle ya da böyle. Şimdi bu dönemde böyle bir hukuk da yok, tamamıyla keyfi hareket ediliyor, keyfi bir yönetim var ve istediği zaman kanun hükmünde kararnameyi yayımlayabiliyor, istediği zaman istediği kişiyi de işinden, ekmeğinden edebiliyor.
Gün geçtikçe gerçekten de bu hukuksal boyutuyla ilgili 12 Eylül mağduriyeti yaşamış arkadaşlarımızın değerlendirmesinin yerinde olduğunu görüyorum.
Mersin’de Eğitim Sen’den akademisyenlerle beraber 78 kişi atıldı. Diğer kurumları net bilmiyorum ama KESK içerisinde iş kollarından ihraç edilen arkadaşlarımızın sayısı 100’ ü buluyor.
AKP iktidarı başladığından bu yana kamu personel rejimini değiştirme hedefleri var. Kamusal hizmetler içerisinde eğitimin payı % 45. Sağlık alanındaki özelleştirmede başarılı oldular, özelleştirmeye karşı oluşturulan direnci kırdılar, şehir hastaneleri efsaneleriyle bunu başarabildiler. Ama eğitim iş kolunda aynı şeyi başaramadılar çünkü karşılarında bir direnç var.
Onların hedefi, eğitimi iki boyutlu değiştirmek ve dönüştürmek.
Birincisi ticarileştirme boyutu. Özel okullara verilen teşviklerin çeyreği devlet okullarına ayrılsa, devlet okulları ihya olur. Ama öyle bir niyetleri yok.
İkinci hedefleri de eğitimi dinselleştirmektir. Dört yıl önce İmam Hatip ortaokul sayısı 700 iken, şimdi 2000-2500lerde. Peki hangi okulları dönüştürüyorlar? Laboratuarı, spor salonu olan, kent içerisindeki en gözde okulları imam hatipe dönüştürüyorlar. Halkımızın böyle bir tercihi mi var? Hayır. Bu halkın çocukları oraya gitmeye zorlanıyor. İkinci yanı da şudur, mesela diyor ki gelsin pansiyon da kalsın ücretsiz, yemekhaneden yararlansın ücretsiz. E bakın ben şu kadar öğretmen alıyorsam iki katı kadar da ben din adamı alıyorum veya din kültürü öğretmeni alıyorum, bakın işsiz kalma durumu olmaz.
Bilimsel, laik, demokratik, parasız, ana dilde eğitim hakkını savunan ve bu doğrultuda sendikasının çatısı altında mücadelede öne çıkmış isimlerin hepsinin tasviyesi söz konusu.
15 Temmuz’dan sonra mülakatla öğretmen alımına başladılar. KPSS ile almayacağım, cemaat örgütlenmiş, bilmem ne yapmış. Eee ne ile alacaksın? Mülakatla alacağım. Mülakat eşittir torpil demek, siyasi kadrolaşma demek, demek. Devlet memurluğundan parti memurluğuna doğru bir dönüşüm yaratmaya çalışıyor.
Mücadele eden, direnen, isimleriyle ön plana çıkan arkadaşlarımla ilgili genel bir politik algı var. Onların da KESK’e politik eleştirileri var, karşılıklı eleştirilerin dışına çıkıp bir şey yapamadık, orada tıkandık.100 bin den fazla ihraç var. Bunu 4 ile çarptığımızda 500 bine tekabül eden bir sayı çıkıyor ortaya aileleri ile birlikte. Yani bu sayı neredeyse Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki asker sayısına denk düşecek. Bu sayı içerisinde Eğitim Sen üyesi olup ihraç edilenlerinin oranı yüzde 3. Belki yüzde 3’ten biraz fazladır. Ama yüzde 4 değildir.
Kamuoyunda Eğitim Sen üyeleri eylem yaptı, iş bıraktı, bundan dolayı atılıyor, cezalandırılıyor diye algı yaratıyorlar. Mücadeleci sendikaların çatısı altında emekçilerin birleşmesini engelleme çabalarıdır bunlar. Bunu izah etme sorumluluğumuz var bizim. En fazla ihraç edilenler Eğitim Bir-Sen’lilerdir. Ondan sonra Türk Eğitim Sen’dendir. Bu bilinmiyor. Zaten bu kesimlerin ciddi bir mücadele geleneği yok. Diğer kesimlerin rahatlıkla bizim gibi başı dik, alnı ak bir biçimde sokağa çıkması, hakkını araması kolay olmuyor.
Ne yazık ki Memur-Sen ya da Eğitim Bir-Sen mağduriyetlere karşı çıkmasını bir yana bırakın, hükümetle el ele vererek nemalanmış sendikalardır. Dolayısıyla şimdi ihraç edilen üyelerine destek vermesi ne yazık ki beklenemez. Zaten yapmıyor da…
Biz haksız hukuksuz bir biçimde ihraç edilen bütün eğitim ve bilim emekçilerinin sesi soluğu olmaya çalışıyoruz. Ama bu işlerin çok da kolay olmadığını toplumun bütün kesimleri bilirler. Çünkü OHAL ile KHK ile yönetiliyoruz. Ve attığımız her adım engelleniyor. 12 tane işçi grevini engellediler. Cumhurbaşkanının onayı ile işçinin grev yapma hakkını gasp eden bir anlayışla bizim bu haksızlıkları dile getirmemizi gasp eden anlayış aynıdır.
İş güvencesi fiili olarak gasp edildiği için işini kaybetmeyenlerin büyük bir kesimi de haksızlıklara karşı çıkmak üzere yapılan eylem ve etkinliklere katılamaz hale getirildi. Atılanlar öyle ya da böyle dayanışma eylemlerine katılıyorlar. Ama zaman geçtikçe başka işlere yönelmek zorunda kaldılar. Bir okulun müdürüyken ihraç edilmiş bekçilik yapıyor. Geçimini sağlaması gerekiyor. Kimi pazarlamacılık yapıyor.
KESK ‘in direnişi örgütlemekte mutlaka eksikleri vardır. Ama bir mücadele hattı var. O günden bu güne biz sokaklarda olmaya devam ettik. Fakat KESK’in üzerinde mücadele edeceği zemin iş güvencesinin olduğu zemindir. İş güvencesi yoksa orada mücadele zayıflıyor. Çünkü siz sendika olarak zehir zemberek kararlar alsanız da sonuçta bunu hayata geçirecek olan hitap ettiğimiz iş kollarımızdaki örgütlü-örgütsüz kesimlerdir. Ve bunlar şu an işten atılmakla tehdit edilen kesimlerdir. Arkadaşlarımız “Seni o etkinlikte görüntülersek hemen bir sonraki KHK ile atılabilirsin ”diye tehdit ediliyorlar. Korkularını bizimle paylaşıyorlar ve “yayımlanan her yeni KHK‘da ismimizi arar olduk” diyorlar.
İşçi grevlerinin engellendiği, bizim iş kollarımızda keyfi olarak art arda ihraçların olduğu yerde, öyle eskisi gibi kolaylıkla kitlesel bir mücadele hattı tutturabilmemiz biraz zaman alacaktır. Bu mekanizma yaratılabilir mi? Zorlanabilir. Sonuçlarını önceden kestirmemiz belki güç ama bu deneniyor. Ülkenin karanlığa büründüğü bu dönemde, biz en azından Mersin’de her cumartesi OHAL ve KHK’lara karşı sesimizi yükseltiyoruz. Bu kentteki Emek ve Demokrasi Platformu Bileşenlerine, demokrasi güçlerine çağrı yapıyoruz. Fakat etkinlikler istediğimiz düzeyde yapılamıyor. Politika güçle yapılır. Sonuçta memlekette bir korku duvarı var. Buna rağmen her yapılanın değerli ve anlamlı bir çaba olduğunu düşünüyorum.
Süreci zorluyoruz. Kesintisiz işyeri ziyaretleri, toplantıları yapıyoruz. Bizim esas olarak yaptığımız bir defa örgütümüzü yeniden örgütlemektir. İkincisi işyerlerinde korkuyu yenecek bir durum oluşturmak ve bunun üzerinden güç biriktirmektir.
İnsan Hakları Heykeli’nin sabahın köründe polislerce ablukaya alındığı, eylemci olmadığımız halde Yüksel Caddesine girişimize izin verilmediği bir ülkede mücadele etmek kolay değil. Polis devleti var. 15 Temmuz’da silahların dağıtıldığı milislerden söz ediliyor. Sendikal hakların, özgürlüklerin kullanılmasına hiçbir ceza verilmediğine dair yüzlerce yargı kararları varken, keyfi olarak 29 Aralık 2015 iş bırakma eylemimiz bir buçuk yıl sonra soruşturuluyor. O zaman mevzu kapanmıştı. Savunmamız yeterli görülmüştü. Ve resmi tebligatı da yapılmıştı. Bir buçuk yıl sonra keyfi bir biçimde bakanlık müfettişlerini, teftiş kurulu başkanlarını görevlendiriyorlar. Bu durum yine yargıdan dönüyor. Bu koşullarda, sendikacılık yapmak güç…
İhraçlara karşı yapılan bireysel direniş çabaları elbette değerli. Nuriye ve Semih’in kendi iradeleriyle ortaya koydukları eylem tarzı… Ama hatırlayalım,5.gün,10.gün, 20.günde büyük bir kitlesel destek yoktu. Ne yazık ki ölüm sınırına gelindiğinde vicdani bir mesele olarak algılanmaya başlandı. Ölüm sınırında olduğu için de özgürce konuşup tartışacağımız zemin de ortadan kalktı. Açlık grevindeki arkadaşlara olmadık ithamlarda bulunuldu. Yetmedi, ölüm sınırındaki iki insanı yaka paça evlerinden alıp cezaevine koydular. Bu kadar ihracın olduğu bir yerde benim bireysel eylemim bir sonuç aldırır mı? İki arkadaşımızın talepleri diyelim ki kabul oldu, görevlerine iade edildiler. OHAL devam ettiği sürece KHK yayımlama hakkı bu hükümette olduğu sürece, arkadaşlarımız işyerlerinde yollarına devam ederlerse bir sonraki KHK ‘da isimlerinin yer almayacağının garantisi var mı? Yok. O zaman işimizi geri istemekten ziyade bizim OHAL düzenine karşı KHK’lara karşı bütünlüklü bir mücadele yürütememe eksikliğimiz var. KESK’in bir eksikliği varsa burada var. Çünkü burada işçisi de öğrencisi de, velisi de öğretmeni de, işini kaybedeni de mağdur kaybetmeyeni de… KHK’lar işten atılmamışlar için bir tehdit unsurudur. Bizim buralara yoğunlaşmamız gerekir.
7 Temmuz’da KESK’in genel kurulu var. Bağlı sendikaların tamamının genel kurulları yapıldı. Orada bütünlüklü bir mücadele önerdik. Şimdi KESK Genel Kurulunda bütünlüklü mücadelenin nasıl yapılacağı kararı çıkacak. Bırakın benim işe geri dönme meselemi, çocukların geleceği çalınıyor. Emeğiyle geçinen yüz binlerin geleceği çalınıyor. İşçilerin kıdem tazminatlarının fona aktarılacağı tartışılıyor. Orası başarılırsa, bizim emeklilik ikramiyelerine de el atacaklar. O zaman işçi sendikalarıyla kamusal alanda örgütlenmiş sendikaların ortak mücadelesi olmak durumundadır. Bunu bilince çıkarmak durumundayız.
Sendikamızın sadece Kürt sorununa odaklandığı yönündeki eleştiriler abartılıdır. Ülkede böyle bir sorun varken buna duyarsız kalmamız söz konusu değildir. Peki, sadece bu konuda mı öne çıktı sendika? 4+4+4 eğitim yasasına karşı iki gün iş bırakma eylemi yapan ve Ankara’nın merkezinde iki gün oturma eylemi yapan tek sendika Eğitim Sen o dönem. Adana’dan laiklik mitingi yaptık. Yönetici atamalarıyla ilgili çağrı yaptık, örnek bir iş çıkarttık buradan Mersin şube olarak o zamanlar. Bu kadrolaşmaya karşı, haksız atamalara karşı Milli eğitimin önüne yürüyüş yaptık, nöbet eylemi yaptık ve biz Eğitim Sen dâhil olduktan sonra çığ gibi büyüdü o nöbet eylemleri ve sonuç aldık orada. Biz çok iş yapıyoruz ama barış konusunda söylediklerimiz öne çıkıyor. Bir dönem KESK genel başkanı Lami Özgen’in akil insanların içerisinde ne işi var sorgulaması yapıldı. Bana göre sorun başkanımızın orada yer alması durumu değildi. Zaten biz sorunu çözme merci değiliz. Sorununun çözümünü sağlayacak, gerçekleştirecek, muhatap alınacak bir kesim değiliz. Ama biz oraya dair sözümüzü söyledik, o dönemlerde Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi gerektiğini, ele alınması gerektiğini söyledik. Ve orada gerekli adımların atılması çağrısı yaptık. Sonuçta bizim yaptığımız bu kadar ama bir algı operasyonları yapıldı ki o dönemlerde sanki yaptığımız hiçbir iş yokmuş gibi sadece ona odaklanmışız gibi lanse edildi.
Sendikamızda demokratik bir işleyiş sürecinin aksayan yanları var, irtifa kaybetmiş durumda. Kararlar işyerlerinden gelen raporlar üzerinden alınıyor. İhraçlara karşı ne yapabileceğimiz şubelerimizde konuşuldu. Genel merkezimiz tarafından da ihraçlar kurultayı yapıldı. Yani psikolojik boyutu ne oldu bu ihraçların, bunun siyasal boyutu ne oldu, ekonomik boyutu ne oldu ve mücadele boyutu ne olacak diye. Bizim eksiğimiz neydi? Atılan 4500 kişiyi kapsayacak bir mücadele hattı öremeyişimizdir. Yerli yerinde yeterince öremeyişimizdir.
Uluslararası alanda; mensubu olduğumuz eğitim enternasyonali, Dünya Sendikalar Konfederasyonu, Avrupa Parlamentosu, Venedik komisyonu vs. bunlar bir şekilde harekete geçirilmeye çalışıldı. Gerek çalışma bakanı, gerek milli eğitim bakanı vs diplomasi boyutu öyle ya da böyle bir şekilde yürütüldü.
Hiçbir sendikada olmadığı biçimiyle dayanışma boyutu örüldü ve bu üyemiz olmayan kesimler de bile bir hayranlık ve güven yarattı. İlk etapta 2 şer bin lira ödemeler yapıldı fakat ihraç sayısı artınca sürdürülebilirliğini sağlamak için ister istemez miktar 1700 liraya düştü. Bundan sonra sürdürülebilir mi bilmiyorum. Biraz sıkıntı var. Ama en nihayetinde var olanı paylaştı sendikamız. Üyemiz olmayanların da dayanışma fonuna katkısı oldu. Bu çok önemli bir deneyim ve tarihe geçecek bir tutum.
Ama direniş boyutu eksik bırakıldı, zayıf kaldı. Yani rutine bağlanmış cumartesi eylemleri basın açıklamalarıyla olamazdı bu iş. Çünkü ihraç demek, iş güvencesinin fiilen ortadan kaldırılması demektir. Ve iş güvencesinin kaldırıldığı bir yerde kimse güvende değildir. Bunun bir de öğrencilere yansıyan boyutu var. Hadi liselerde belki çok etkili olacak bir durum değil ama ilkokulda psikolojik olarak travma yaratacak sonuçlar çıkardı ortaya.
O dönemlerde konfederasyon olarak ,emek demokrasi güçleri bileşenleri olarak güçlü bir karşı çıkış örebilseydik o kadar ellerini kollarını sallaya sallaya ikide bir KHK’larla bu kadar işten atmalar gerçekleşmeyebilirdi. Veya ilk KHK yayımlandığında, ihraçlar başladığında güçlü bir mücadele hattı örebilseydik hükümetin eli kolu bu kadar rahat olmazdı. Bu kadar keyfiyet olmayabilirdi.
Hazırlayan: Ethem Dinçer & İlban Duyan
Diğer yazılar:
15 Temmuz ‘darbe girişimi’ sonrası pek çok insanın işinden atılacağı tahmin ediliyordu. Fethullah Gülen Cemaati’yle ilişkilendirilen binlerce kişiden ‘intikam’ alınacağını tahmin etmek güç değildi. Başlangıçta da öyle oldu. Silahlı kuvvetler ve emniyet başta olmak üzere pek çok kamu kurumundan on binlerce insanın işine son verildi. Ve elbette hükümet ‘Allah’ın lütfu’ saydığı bu darbeyi FETÖ konusuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan ‘solculara’ karşı kullanmaktan çekinmedi. Net bir rakam olmasa da başta Eğitim-Sen üyesi öğretmenler olmak üzere 4000 civarı ‘solcu’ kamu görevlisinin işine de son verildi.
Fethullahçı nitelemesiyle işinden atılan on binlerce insan (sayının 150 bine ulaştığı söyleniyor) ve bunların örgütlü olduğu kamu sendikaları nerdeyse hiç direniş göstermeden duruma rıza gösterirken, konuyla hiç ilgisi olmadığı halde işlerinden atılan ‘solcu’ çalışanlar ve sendikaları işlerine geri dönebilmek için çaba göstermeye başladılar. Özellikle KESK’e bağlı sendikalar atılan üyeleriyle ekonomik dayanışma gösterdiler, haksız ihraçlarla ilgili -yetersiz de olsa- kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Özellikle görevlerinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın bir yıla yaklaşan oturma eylemleri ve açlık grevleri, Veli Saçılık ve Acun Karadağ’ın her gün gözaltına alınma pahasına yükselttikleri ‘Yüksel Direnişi’ haksız ihraçların gündemde kalmasını sağladı.
İhraç edilen insanların sadece sayıdan ibaret olmadığını, günlük yaşamları, geçindirmek zorunda oldukları aileleri olduğu, bir kenarda beklemekle günlük yaşamlarını sürdüremeyecekleri Veli Saçılık ve onunla birlikte yerlerde sürüklenen annesi Kezban Saçılık’ın söyledikleriyle yeniden gündeme geldi.
Biz de Mersin’de bir kısmı arkadaşımız olan, bir kısmıyla uzaktan tanıştığımız, bir kısmını ise hiç tanımadığımız haksızlığa uğramış insanlarla konuştuk. İhraçların günlük yaşamlarına, aile ilişkilerine, ekonomilerine olan etkilerini öğrenmeye çalıştık. Dostlarının, akrabalarının, komşularının, iş arkadaşlarının onlara nasıl davrandığını öğrenmeye çalıştık. Örgütlü oldukları sendikaların süreci nasıl yönettiğini, yeterince dayanışma gösterilip gösterilmediğini, işlerine geri dönmeleri için nelerin yapılabileceğini tartıştık. Çabamızın işe dönmelerine küçük bir katkı olması dileğiyle…
Ethem Dinçer & İlban Duyan
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.