Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aydoğan, yapılan müfredat değişikliği ve bundan sonraki süreçte Eğitim Sen’in mücadelesini Sendika.Org’a anlattı
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın geçtiğimiz hafta açıkladığı müfredat kamuoyunun gündeminde, evrim dersinin kaldırılması ve cihat konularının eklenmesiyle yer aldı. Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aydoğan, yapılan müfredat değişikliği ve bundan sonraki süreçte Eğitim Sen’in mücadelesini Sendika.Org’a anlattı
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, geçtiğimiz hafta yeni müfredatta yapılan değişiklikleri açıkladı. Yapılan değişiklikte cihat “değerler” başlığı altında bir konu olarak işlenirken, evrim dersi müfredattan çıkarılıyor ve 15 Temmuz darbe girişimi işleniyor. AKP milletvekilleri ise “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yok” diyerek değişikliği onaylamıştı. Müfredat değişikliği ile ilgili işletilen süreç, müfredatın içeriği ve eğitime yönelik saldırıları Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aydoğan’a sorduk.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz geçtiğimiz günlerde müfredat içeriğine dair açıklamalarda bulundu. Açıklamasında müfredatın “demokratik ve çoğulcu” olduğunu söyledi. Yeni müfredatla ilgili Eğitim Sen ne düşünüyor? Yılmaz’ın bahsettiği gibi gerçekten “demokratik ve çoğulcu” mu?
‘Yeni Müfredat’ ifadesi yeni kesinlikle değil, hatta eski olanı dahi aratan bir müfredattır. Osmanlı üzerinden sürekli vurgu yapan AKP hükümeti Osmanlı’nın 1830’larda kurmaya başladığı, 1860’lardan itibaren yaygınlaştırılan ortaokul ve lise müfredatının; din merkezli değil, akıl ve bilim merkezli olduğundan dahi bihaberdir. Medrese öğretiminde bile akli ilimler, nakli ilimlerin eşit oranda dağıldığının bile bilgisine sahip değiller…
Sözde yeni müfredat 4+4+4 yasası ile birlikte hız kazandırılan ‘Yeni Türkiye’ adıyla inşa edilen sistem inşasının devamıdır.4+4+4 süreci ile başlatılan kindar-dindar nesil tarifinin öğrencilerimize, geleceğimize dayatılmasıdır. ‘Yeni müfredat’ tüm derslerin ‘değerler eğitimi’ üzerinden bilimi reddederek dini referanslara dayandırılmasıdır. ‘Değerler Eğitimi’ denilen ise evrensel değerler ile hiçbir ilgisi olmayan kavramlardır. ‘Kanaat, şükür, ibadet, ölüm ve ötesi…vb’ kavramlardan ibarettir.
Şu anki müfredatın bu haliyle tüm lise türlerinde, düz liselerde zorunlu-seçmeli din dersleri ile birlikte öğrenciler 15 saat din dersi eğitimi almakta… Fizik, kimya, biyoloji, mantık, felsefe, sosyoloji öğretmenlerinin ataması yapılmıyorken, 2012’den bu yana ataması yapılan öğretmenler sırlamasında din öğretmenleri ilk 3 sırada yer alıyorken seçmeli din dersleri de zorunlu hale getirilmiştir. Anadolu Liselerinin 11. ve 12.sınıflarında zorunlu müfredat programında tek bir fizik, kimya, biyoloji, matematik dersi bulunmamaktadır.
Suudi Arabistan’ın liselerin şeriat bölümlerinde 8-10 saat, İran’da ‘Din ve Hayat’ dersi adı altında 3-4 saat din dersi verilmektedir. Düz liselerde bile din dersinin 15 saate çıkarılma uygulaması, İran’dan ve Suudi Arabistan’dan çok daha geriye gidişin de ispatıdır.
MEB müfredatın demokratik ve çoğulcu olduğuna dair bilimsel, somut hiçbir veri sunamamaktadır. Milli Eğitim Bakanı yüz bine yakın görüşü değerlendirdiklerini söylemektedir. Yüz bine yakın alınan bu görüş üzerinden kaç kişi öğretmen, kaç kişi akademisyen, kaç kişi eğitim bilimci, psikolog, psikiyatrist, sosyolog, veli olduğuna ilişkin, hangi görüşlerin bakanlığa ulaştığı ve bu görüşlerin ne kadarının müfredatta, nasıl ve hangi oranda karşılık bulduğuna dair de kamuoyu ile hiçbir bilgi, veri paylaşılmamıştır. Her zaman olduğu gibi ‘demokrasicilik oyunu’na devam edilmektedir.
Yine tüm derslerin hazırlanışına ve içeriğine dair Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün oluşturduğu komisyon müzikten, matematiğe, fizikten, hayat bilgisine kadar “uygundur” oluru ile müfredata son şeklini vermiştir. Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluru ilen onaylanan bir müfredatın demokratik ve çoğulcu olmasından bahsedilemez…
Daha önceki müfredat değişiklikleriyle karşılaştırıldığında nasıl bir değerlendirme yapılabilir?
Geçmişten bugüne eğitim sistemine dair eleştirilerimiz her dönem vardı. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren özellikle 70’lere kadar olan müfredat değişikliklerine bakıldığında bir ihtiyaç tespiti, pilot bölge uygulamaları, değişen müfredata dair eğitim emekçilerinin seminerlerle eğitim çalışmalarına katılımının sağlanması vb. çalışmaların olduğunu görüyoruz.
Bu müfredat değişikliğinde ise bu süreçler dahi işletilmemiştir. İhtiyaç tespiti ve bu tespit üzerinden eğitime bütçe ayırmak başta olmak üzere alt yapı, okul alanlarının düzenlenmesi vb. bir ön hazırlık, pilot bölge uygulamaları, öğretmenlere yönelik seminer çalışmaları yapılmamıştır. Öğretmenlerin tamamı okulların açılması ile birlikte ellerine ulaşan ders kitapları üzerinden müfredatın kapsamını ve içeriğini görebileceklerdir. Bu bir müfredat değişikliği değil, gerici-piyasacı sistem inşasıdır.
Müfredattan evrim konusu çıkarılıyor, 15 Temmuz konu olarak kitaplara ekleniyor, cihat konusu ekleniyor. Askı sürecini çok kısa tuttu, yüzbinlerce veli ve öğretmenle beraber hazırlandığı söylendi ama kamuoyu böylesi bir süreçten bihaberdir. Böyle bir müfredat hazırlığı süreciyle AKP ne hedefliyor olabilir? Ve böyle bir müfredatla Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Tüm bu tartışmaları yalnızca müfredat üzerinden sürdürdüğümüzde büyük fotoğrafı da kaçırmış oluyoruz aslında… 4+4+4 yasasının çıktığı günlerde; kindar-dindar gençlik inşası, yine dönemin AKP Milletvekili Buğa tarafından, “Bu yasa ile tüm okulları imam hatip yapacağız” denilerek ve daha onlarca açıklama ile bu yasa ile ne amaçlandığı açıkça beyan edilmiştir.
4+4+4 yasasının çıktığı Nisan 2012’den bugüne; MEB ile yapılan protokollerin neredeyse tamamı Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yapılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden TÜRGEV, Ensar, İHH, Anadolu Gençlik Derneği, Kimse Yok Mu Derneği(15 Temmuz darbe girişimi sonrası kapatıldı), Hayrat Derneği ve daha onlarca yapı ile birlikte Hac-Umre yarışmaları, yaz okulları, Kuran kursları, sıbyan okulları, ‘Her Sınıfın Bir Yetim Kardeşi Var’ projesi, kamplar, konferans, sempozyum, paneller vb. okul binalarında gerçekleştirilmiştir.
4+4+4 ile birlikte önce liselerde zorunlu hale getirilen mescitler fiilen çok sayıda ortaokul ve ilkokulda da açılmış, bu zorunluluk hayata geçirilmiştir. Yine geçtiğimiz günlerde yayımlanan kurum açma-kapatma yönetmeliği ile de tüm okullarda zorunlu hale getirilmiştir.
Kız çocuklarının başları ve bedenleri “18 yaş altı her birey çocuktur. Dini,ideolojik hiç bir dayatma yapılamaz!” ilkesine rağmen yasal olarak 9, fiilen ise okul öncesinden başlatılarak kapatılmaya başlanmıştır. İmam hatip okullarından başlanarak yasa ve yönetmeliklerde yer alan karma eğitim uygulaması fiilen sonlandırılmış, kız-erkek sınıfları, koridorları, binaları ayrılmıştır.
Okul öncesi parasız-zorunlu hale getirilmezken, protokoller üzerinden okul öncesi eğitim kurumları yerine sıbyan okullarının açılması teşvik edilmiştir.
Halihazırda ihtiyacı karşılamayan okul sayısına rağmen, okul binalarının tamamı veya bir kısmı imam hatip ortaokullarına veya liselerine dönüştürülmüştür. Birçok yerde ilkokul binalarının içerisine dahi (Örneğin İstanbul Pendik ilçesi) imam hatip sınıfları açılmıştır. Antalya pilot bölge tarif edilerek tüm ortaokul binalarının içine imam hatip sınıflarının açılması kararı alınmış ve açıklanmıştır. 2012’den bu yana, imam hatip ortaokullarına giden öğrenci sayısı 7 kat, imam hatip liselerine giden öğrenci sayısı ise yaklaşık 3 kat artmıştır. Şuan toplam sayı 1 milyon 291 bin 20. 2012’den bu yana yüzbinlerce öğretmen atama beklerken, din öğretmenleri en çok atama sıralamasında ilk 3’ün içinde yerini almıştır. Daha onlarca örnek sıralayabiliriz…
Bu tablo ne kadar karanlık görünürse görünsün, Eğitim Sen mücadelesi ve yüzlerce veli mücadelesi, Türkiye’nin her yerinde laik ve bilimsel eğitim mücadelesi güçlenerek sürmektedir. Eğitim Sen olarak onur duyarak söylüyoruz ki; 4+4+4 sürecinde 2 günlük grevimiz ve Laik Eğitim grevimiz başta olmak üzere, laik-bilimsel eğitime sahip çıkma mücadelesini işyeri işyeri, sokak sokak ördük, örmeye de devam edeceğiz. Veliler Türkiye’nin her yerinde okul önlerinde, mahallelerde okullarına, çocuklarına sahip çıkma mücadelesini örgütlediler ve örgütlemeye de devam ediyorlar.
Eğitime yönelik olarak yalnızca müfredat düzenlemeleri ile değil, bir yanıyla eğitimin ticarileştirilmesi, sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılması biçiminde saldırılar da mevcut…
2012’den bu yana özel okul sayısı 10 kat, özel okullara giden öğrenci sayısı 12 kat arttı. Yıllardır devlet okullarına bulunamayan bütçe söz konusu özel okullar olduğunda ‘teşvik’ adı altında trilyonlarca liralık bütçelerin olduğunu gösterdi bizlere…
4+4+4 yasası döneminde TÜSİAD’ın “bilimsel eğitimden vazgeçiliyor” açıklaması üzerine, hükümet tarafından bu yasanın en çok ‘işverenlerin’ işine yarayacağı açıklandı. İlk adım özel okullar teşviki ile başlatıldı. Sonrasında organize sanayi bölgelerinin yanına kamu arazileri bedelsiz verilerek ve öğrenci başına verilen teşviklerle ‘işverenler’ hem bedelsiz arazilere, hem de ‘ucuz işgücü’ bile değil, bedava iş gücü ‘olanak’larını elde etmiş oldu.
Çıkarılan torba yasalarla stajyer ücretleri düşürüldü. 4+4+4 yasası aynı zamanda devletin sosyal devlet ilkesinden vazgeçtiğinin, eğitimin özelleştirilmesinin, “paran varsa” ve “paran kadar” eğitimin de ilanıdır.
15 Temmuz sonrası 26 KHK yayımlandı. 5 bin 295’i akademisyen,112 bin 863 kamu emekçisi ihraç edildi. İhraç edilen kamu emekçilerinin yüzde 97’si Aktif-Sen, Memur-Sen(Eğitim Bir Sen), Kamu-Sen(Türk Eğitim Sen), Birleşik Kamu İş(Eğitim-İş) üyesi ve sendika üyesi olmayanlar. İhraç edilenlerin 1547’si Eğitim-Sen üyesi. KESK üyesi olmayan kamu emekçileri maddi anlamda da, hukuksal konuda da, eylemsellik açısından da sendikaları tarafından yalnızlığa terk edildi. İhraç edilen 37 kamu emekçisi intihar etti.
Bizler öncelikle tüm kamu emekçilerine ilişkin hukuksal sürecin işletilmesini savunuyoruz. Sendikamız özelinde ise bizler yıllardır FETÖ yapılanmasına karşı; atamaların liyakat üzerinden yapılmaması, sınavlardaki kopya skandalları, okullarımızın içinde öğrencilerimiz üzerinden sürdürülen ideolojik faaliyetler vb. onlarca konuda yüzlerce eylem, açıklama yaptık. Bu açıklamalarımız, eylem ve etkinliklerimiz üzerinden arkadaşlarımız baskılar ve mağduriyetler yaşadı. Yaşanılan tüm bu kötülüklerin sorumlusu Eğitim-Sen, KESK değildir, bu yapılanmayı destekleyenlerdir.
Temel mücadele hattımız KHK’lere ,ihraçlara, OHAL’e karşı mücadeleyi güçlendirmek olacaktır. İhraç edilen tüm arkadaşlarımızın, açlık grevinde 137’inci gününde olan Nuriye ve Semih arkadaşlarımızın sesini duyurmaya devam edeceğiz. Haksızlığın, hukuksuzluğun diz boyu olduğu dönemde eşit, özgür ve demokratik bir cumhuriyet mücadelesinin kaçınılmaz olduğunun farkındayız. Korunacak değil, kazanılacak bir cumhuriyet mücadelesini hep birlikte öreceğiz. Bunun için de OHAL’e, KHK’lere ve ihraçlara karşı fiili-meşru mücadelemizden aldığımız güçle iş yerlerimizde, sokaklarda, meydanlarda olmaya devam edeceğiz. Tarihsel geçmişimiz bize ışık tutuyor. Bizim tarihsel geçmişimiz iş yerlerinden başlayarak fiili-meşru mücadelenin tek mücadele hattı olduğunu öğretti bizlere… TÖS’ten,TÖB DER’den aldığımız mirasla KHK’lere de ,ihraçlara da, OHAL’e de teslim olmayacağız. Aylardır sokaklarda haykırdığımız gibi KHK’ler gidecek, biz kalacağız.
Son olarak eklemek istediği bir şey olup olmadığını sorduğumuz Aydoğan şunları söyledi:
‘Yeni Kamusal Eğitim’ mücadelesi tartışmalarını ve pratiklerini aydınlık bir gelecek mücadelesi veren tüm kesimlerle hep birlikte sürdürmek zorundayız. Bu pratikler özellikle 4+4+4 yasası çıktığı günden bu yana oluşmuş ve güçlenmiştir. Tüm bu deneyimler üzerinden akademisyenler, öğretmenler, veliler olarak kamusal eğitim mücadelesini okul okul, sokak sokak, mahalle mahalle örmek çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakma mücadelesini yükseltmek tek çıkış yoludur.
Eşit,parasız,laik,bilimsel ve anadilinde eğitim mücadelesini örmek bizim ellerimizde…
Sözleşmeli-ücretli çalışma, sözlü mülakat ve son KHK süreçleri ile birlikte kamu emekçilerinin iş güvencesi tamamen ortadan kalkmış durumda… Biz kamu emekçileri, eğitim emekçileri tüm haklarımızı mücadele ederek kazandık. İş güvencesi hakkı da tüm emekçilerin en temel hakkıdır. Mücadele ederek kazandığımız iş güvencemize sahip çıkacağız. Eğitim emekçilerinin güvencesizleştirilmesi, eğitimin de tamamen paralı hale gelmesi anlamına gelmektedir. Eğitimin özelleştirilmesi açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan tüm emekçi çocuklarının eğitim hakkından da hiçbir şekilde yararlanamaması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Güvencesizliğe karşı mücadelemizi de velilerle birlikte, yan yana gelerek yükselteceğiz…
Eğitim Sen mücadelesinde kadınlar her zaman mücadelenin en önünde yer aldı. Kadın emekçilerin kazanılmış tüm haklarında Eğitim Senli kadınların emeği ve ödediği bedeller vardır. Pantolon giyme hakkı, doğum izinleri, süt izinleri mücadelesini Eğitim Senli kadınlar yüzbinlerce imza toplayarak, eylemler örgütleyerek başardı. 25 Kasımlarda, 8 Martlarda kadına yönelik her türlü şiddete karşı, tacize, tecavüze, mobbinge karşı, tüm baskılara inat sokakları, meydanları örgütledi. Eğitim Sen’i tüm baskılara karşı hala dimdik ayakta tutan en büyük güçtür kadınların mücadelesi, direnci… Önümüzdeki mücadele dönemini kadınların “Geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmiyoruz!” inadı ve kararlılığı güçlendirecektir.
Geçmiş mücadele tarihimize de, yakın tarihimiz açısından baktığımızda özellikle Gezi Direnişi’nden bu yana yaşadığımız süreçte de gençlerin varlığının, heyecanının, mücadele inancı ve kararlılığının ne kadar büyük değişimler yarattığına hep birlikte tanıklık ettik.
Genç arkadaşlarımızın önerileri, heyecanları, pratikleri bu zorlu dönemi aşmamızda bizlere büyük bir güç ve umut verecek… Genç arkadaşlarımızın iş yeri temsilcilikleri başta olmak üzere tüm söz ve karar süreçlerimizin katılımcısı, örgütleyicisi olmaları bizler için çok değerli… Genç arkadaşlarımızın sloganları, eylem önerileri, haykırışları eğitim emekçileri mücadele tarihinin, her zorlu dönemde olduğu gibi yeniden yazılacağı bugünlerde tüm genç arkadaşlarımızı sesimize ses olmaya çağırıyoruz.
Laiklik mücadelesi Eğitim Sen olarak, eğitim ve bilim emekçileri sendikası olarak en önemli mücadele alanımızdır. Korunacak değil kazanılacak bir laiklik mücadelemiz vardır. Ensar’da cinsel istismara uğrayan, Aladağ’da yanarak hayatını kaybeden ve şu an Türkiye’nin her yerinde vakıf yurtlarında sessiz çığlıklar atmaya devam eden tüm çocuklarımızın çığlığına çığlık olmak eşit, özgür, demokratik, laik bir cumhuriyet mücadelesini örmekle mümkün olacaktır.
Eğitim-Sen Türkiye’nin bütününü temsil eden, inadına bir arada yaşamı haykıran tek sendikadır. Bizim topraklarımız, memleketimiz çok zengin bir kültüre sahiptir. Türkiye’yi tüm çoğulculuğuyla, tüm kimlikleriyle, inançlarıyla temsil eden eğitim emekçilerini kimliğine, inançlarına, cinsiyetine göre ayrıştırmayan, emekçi kimliği, sınıf ve kitle sendikacılığı ilkesi üzerinden birleştiren, hem Edirne’de hem Şırnak’ta, hem Diyarbakır’da hem İzmir’de aynı anda sokağa çıkabilen, Türkiye’nin her yerinde güçlü örgütlülüklere sahip tek sendikayız. Bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşadık, bizleri ayrıştırmak, bölmek isteyen her saldırıya karşı inadına yan yana olmaya, bir arada yaşamı, barışı savunmaya devam edeceğiz.
Söyleşi: Edip Mert Aslan
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.