Tıpkı Fiziksel Tiyatro Araştırmalarının, Şatonun en altındakilerinden dinlemiş olduğumuz Macbeth’in trajik öyküsünde olduğu gibi, bir gün hırsına yenik düşecek olan çağımızın Macbeth’lerinin trajik sonlarını, ezilenler onlarla alay ederek anlatacak William Shakespeare’in Macbeth adlı eserini bilir misiniz? Bilmeyeniniz yoktur umarım. Bilmeyenler için kısaca 1606 yılında yazılıp sahnelendiğini hatırlatmakta fayda var. Tiyatro tarihinin en önemli eserlerinden biri […]
Tıpkı Fiziksel Tiyatro Araştırmalarının, Şatonun en altındakilerinden dinlemiş olduğumuz Macbeth’in trajik öyküsünde olduğu gibi, bir gün hırsına yenik düşecek olan çağımızın Macbeth’lerinin trajik sonlarını, ezilenler onlarla alay ederek anlatacak
William Shakespeare’in Macbeth adlı eserini bilir misiniz? Bilmeyeniniz yoktur umarım. Bilmeyenler için kısaca 1606 yılında yazılıp sahnelendiğini hatırlatmakta fayda var. Tiyatro tarihinin en önemli eserlerinden biri olduğunu kabul ediyoruz. Nedenine gelirsek eğer 411 yıl sonra bile, metnin eleştirileri halen kendi yerini korumakta. Bunu söylemek beni utandırsa da aradan geçen dört asırlık süre boyunca insanlar olarak üç metre yol kat edemediğimizi yüzümüze vuran bir gerçek, Macbeth. Defalarca kez eser dünyada farklı şekillerde yorumlandı, filmleri çekildi, operaları yapıldı. Ülkemizde de farklı nüanslarda Türkiye Tiyatrosu’nun usta isimlerinin mutfaklarında tekrar tekrar pişirilip seyircilere sunuldu. Son yıllarda pişirilmekten ziyade ısıtılıp ısıtılıp seyirci karşısına çıkarılan eser, sahnede var olan bizi bize yabancılaştırdığı için, toplum olarak gündelik yaşamımızı “Muhteşem Yüzyıl” ve muadilleriyle meşgul ederek ana hatlarıyla siyasal iktidarın kültür yozlaşmasına maruz bırakılıyoruz. Eminim bu söylemimden dolayı beni “Macbeth’in sahnelenmesinden buraya nasıl geldin, ne alaka?” diyerek eleştiren birçok insan olacak. Bu kanıya açıklama yapmadan çok erken vardığımı kabul ederek söze başlıyorum…
2016-2017 sezonunda Anadolu topraklarında sergilenen bambaşka bir Macbeth vardı. Fiziksel Tiyatro Araştırmalarının ilk göz ağrısı olan oyun, klasik anlatımın olmadığı, kendi kültürümüzden orta oyunu meddah tekniğiyle, içerisinde bulunan bufon oyunculuk metoduyla harikulade bir yapım. Diğer yorumlardan farkını soranlar için bu kez oyundaki olayları Macbeth ve ahalisinden izlemek yerine şatonun en altındakilerden yani Macbeth’in şatosunda karın tokluğuna çalışan iki çamaşırcı kadından, çirkin hırsı yüzünden ölen Macbeth’in hikayesini dinledik. İnsanın hırsını, kendi içerisindeki vicdan hesaplaşmasını, insani değerlere uymayan yani bizim kötü davranış ya da olay olarak tanımladığımız eylemleri ne kadar çabuk kanıksadığımızı, gayrimeşru olanı çok kolay bir şekilde meşrulaştırdığımızı müthiş bir anlatımla göz önüne sermişler. Günümüz insanından bu kadar farksız olmaları da kişiyi hayrete düşürerek önce karamsarlığa sonra derin bir utanca, sonra ise değişimin acilen olması için mücadele etmenizde en çok gerekecek olan cesareti ve umudu size altın tepside sunuyor.
İnsan yerleşik yaşama geçtiğinde sanıyorum ilk kez hırs denen olgu\duygu\durumla karşılaştı. Bir şeye sahip olma isteği onu arzulamanın ötesinde, önüne çıkan veya çıkabilecek her türlü engeli vahşice aşmak istemesi. Öyle ki kişiye kendi ailesini dahi sildirebilecek karanlık bir güç. Macbeth yanında bulunanlar yüzünden krallığa sahip olma düşüncesiyle yanıp tutuşurken, kanlı hırsıyla o tahta oturdu bir gün. Hesaba katmadığı şey ise onun bu isteğine karşı çıkan engel olan bir tebaaydı.
Günümüzde Macbeth’in birçok karşılığı var. Var olan Macbeth muadilleri, toplumları kendi hırsları yüzünden birbirine düşürerek ölümlerine, zorunlu göçlere sebep oluyor. Her köşeye sıkıştıklarında kılıçları yerine belki de kılıçtan bile daha keskin ve onarılamayacak yaralar açan silahlarıyla üzerimize geliyorlar. Önce bizi yoksulluk sınırının altında yaşatarak kendi küçük dünyamızı kurduruyor sonra da militarizm, milliyetçilik ve neoliberalizmi televizyonlardan, gazetelerden küçük dünyamızın içerisine sokarak çaresiz hissetmeye başlatıyorlar. Sistematik ölümlerle suçu başkasının üzerine atarak devletin “vatandaşını korumak” olan en temel görevinin üzerine perde çekerek kendilerini aklıyorlar. Çocuk istismarcılarına izin vererek sırf önlerindeki sıfat “mümin” olduğu için daha doğrusu siyasal İslamcı oldukları için perde çekerek vakıfları aklıyorlar. Her gün televizyonlara çıkarttıkları sözde hocalar kadını aşağılayan, ikinci sınıf muamele görmelerini sağlayan vaazlarla cinsiyetçi toplum inşa ediyor. Kadınlar her gün toplu taşıma araçlarında, sokaklarda, evlerinde tacize uğruyor, aşağılanıyor, dövülüyor ve öldürülüyor. Kendi suçlarını aklamak için mahkemelere talimat göndererek yargıya müdahale ediyor, müdahale ettiği ortaya çıkınca da bir kılıf bularak gündemi değiştiriyor. Sadece işlerini geri almak isteyen iki insanı bugün cezaevinde tutarak ölümlerine seyirci kalıyorlar. LGBTİ+’ların ahlaksız olduğuna karar verip arada bir işleri düşünce insanların üzerine saldırttıkları “kuçuları”, toplumun büyük bir kısmına hakaretler ve tehditler savururken kolluk güçleri sırtlarını sıvazlıyor.
Hırsın getirisi olarak büyük bir nefret var. Tek adamlık hırsı geçtiğimiz nisan ayında tartışmasını dahi yapmamamız gereken referandumla halka sunuldu. Mühürsüz pusulalarla tarafsız olması gereken yüksek seçim kurulu suç işlemiş ve arkasına siyasal iktidarı alarak halka hesap vermeleri gerekirken, tüm soruları yanıtsız bırakarak “yaptık oldu!” demediği kaldı. Kendinden olmayanı ötekileştirmeyi öylesine aşıladılar ki aynı sokakta oyunlar oynadığımız insanları bugün yolda yürürken tanımazlıktan gelmeye ve nefretle birbirimize bakmaya başladık. Bodrumlarda günlerce bekleyen cenazeler üzerinden stadyumlarda çirkin tezahüratlarla tüm nefretimizi kustuk. Oysaki çirkin sloganları atan hiç kimse gerçekte ne olduğunu asla bilmiyordu, iktidar propagandası ana haber bültenlerinden -pek çoğu sansasyon yaratma üzere uydurulmuş- şeyleri izliyorlardı.
Çünkü Macbeth öyle istiyordu…
W. Shakespeare bugün hala haklı eleştirilerinde. Bunu bir övünç kaynağı olarak değil de utanmamız için bir sebep olarak görme vaktimiz geldi. Çevremizde var olan umudunuzu kaybettirecek bunca zulüm, baskı ve haksızlık bize bir depresyon olarak değil, cesaret olarak geri dönmeli. Daha fazla cesaret, nasıl ki birilerini 16 Nisan’da konuşma yapmaya suratı mosmor çıkarttıysak dün, bugün de aynı cüreti kendimizde görmeliyiz. Tıpkı Fiziksel Tiyatro Araştırmalarının, Şatonun en altındakilerinden dinlemiş olduğumuz Macbeth’in trajik öyküsünde olduğu gibi, bir gün hırsına yenik düşecek olan çağımızın Macbeth’lerinin trajik sonlarını, ezilenler onlarla alay ederek anlatacak.
Macbeth’lere çamaşırcı kadınlardan, çocuklardan ve tüm ezilenlerden selam… Sonu kötü bitecek olan hikâyelerinizi zevkle anlatacağımız ve Shakespeare’i bu kez haksız çıkaracağımız gün görüşmek üzere!