Nurettin Yıldız, Sendika.Org’a açtığı hakaret davasını kaybetti. İstanbul 65. Asliye Ceza Mahkemesi, hakaret davalarının ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlama aracı olarak kullanılmasına karşı örnek bir karar verdi
Nurettin Yıldız, Sendika.Org’a açtığı hakaret davasını kaybetti. İstanbul 65. Asliye Ceza Mahkemesi, hakaret davalarının ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlama aracı olarak kullanılamayacağını vurgulayarak örnek bir karar verdi
6 yaşındaki çocukların evlendirilmesinin dinen uygun olduğu şeklindeki beyanıyla infial yaratan İslamcı yazar Nurettin Yıldız, Sendika.Org’da kendisi hakkında çıkan haberlerde kullanılan “kadın düşmanı, gerici Nurettin Yıldız” vb ifadeleri gerekçe göstererek hakaret davası açmıştı.
Mahkemeye çıkan Sendika.Org editörü Ali Ergin Demirhan da savunmasında “Yapılan yayınların Yıldız’la ilgili protestoların haberleştirilmesinden ibaret olduğunu, Yıldız’ın 6 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebileceği konusunda açıklamalarının olduğunu, bu konuda toplumda infial oluştuğunu, Yıldız’ın tepkiler üzerine özür dileceği yerde yanlış anlaşıldığını söyleyerek yapılan haberlere tepki gösterdiğini, söz konusu açıklamanın ve protestoların haber değeri taşıdığını” belirtmişti.
İstanbul 65. Asliye Ceza Mahkemesi, bu davayı örnek bir kararla sonuçlandırdı. Anayasa’dan, Türkiye’deki örnek mahkeme kararlarından, uluslararası hukuktan ve AİHM içtihatlarından dayanakların sıralandığı geniş kapsamlı bir gerekçenin ardından mahkeme “demokrasilerin, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olduğu, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde olduğunun kabul edilemeyeceği“ni belirtip, hakaret davalarının ifade ve basın özgürlüğünü kısıtlama aracına dönüşmemesi gerektiğini vurgulayarak Sendika.Org hakkında beraat kararı verdi.
Mahkemenin ilgili kararının tam metni:
Müşteki, vekili aracılığıyla sunduğu dilekçe ile sanığın sorumlusu olduğu internet sitesinde hakkında bazı yayınlar yapıldığını, bu yayınlarla kendisine hakaret edildiğini iddia ederek şikayetçi olmuş, yine vekili aracılığıyla davaya katılmıştır.
Dava konusu edilen yayınların incelenmesinde, “sendika.org” isimli internet sitesinde yapıldığı, 04/05/2016 tarihli yayında müştekinin resminin bulunduğu, “Edirne’de kadınların tepkisi Nurettin Yıldız’ın konferansını iptal ettirdi ” başlığı altında habere yer verildiği, haberin girişinde “kadın düşmanı ve gerici Nurettin Yıldız… ” ibaresinin bulunduğu, haberin devamında 6 yaşında çocuklarla evlenilebileceği şeklinde açıklamalar yaptığı ileri sürülen müştekiye Edirne ilinde gösterilen tepkilerden bahsedildiği, 10/05/2016 tarihli yayında, başlıkta ” kadın düşmanı fetvalar veren Nurettin Yıldız ” ibaresinin bulunduğu, haberin devamında, 6 yaşında çocuklarla evlenilebileceği yönünde açıklamalar yaptığı iddia edilen müştekiye Sinop ilinde gösterilen tepkilerden bahsedildiği, haber içeriğinde müştekiden ” kadın düşmanı ve çocuk istismarına zemin hazırlayan fetvalarıyla bilinen … ” şeklinde bahsedildiği, 13/05/2016 tarihli yayında müştekiyle ilgili bir habere yer verildiği, haber içeriğinde ” gerici yazar Nurettin Yıldız, … Kadın düşmanı ve çocuk istismarına zemin hazırlayan fetvalarıyla bilinen … ” şeklinde ibarelere yer verildiği, 23/05/2016 tarihli yayında müştekiyle ilgili ” gerici, yobaz Nurettin Yıldız … ” şeklinde ibarelere yer verildiği, 26/05/2016 tarihli yayın içeriğinde kadın düşmanı Nurettin Yıldız … Kadın düşmanı ve çocuk istismarına zemin hazırlayan ” ibarelerine yer verildiği görülmüştür.
Sanığın nüfus ve sabıka kaydı getirtilip incelenmiştir.
1982 tarihli Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinde; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında vurgulandığı üzere ifade özgürlüğü, herkesin söz, yazı, resim veya başka yollarla düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hakkını ve buna bağlı olarak haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Bekir Coşkun kararı, B.No: 2014/12151, Karar Tarihi: 4/6/2015, R.G. Tarih- Sayı: 1/7/2015-29403, Anayasa Mahkemesi Resmi İnternet Sitesi).
Anılan düzenleme uyarınca düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin Aydın Kararı, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, Anayasa Mahkemesi Resmi İnternet Sitesi).
Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (Nilgün Halloran kararı, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, Anayasa Mahkemesi Resmi İnternet Sitesi).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün “toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini” oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM’e göre “İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasınabağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.” (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976).
İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir. AİHM de kararlarında sıklıkla siyasi bir tartışmayı savunmanın demokratik bir toplumda temel bir unsur olduğunu vurgulamaktadır.
AİHM, zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerektiğini kaydetmektedir. Düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).
Düşünceyi açıklama özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir…Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır (Emin Aydın kararı,B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 48).
Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik toplumu, “Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler.” (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir.
Diğer bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).
Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Axel Springer AG / Almanya, (BD), B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) (BD), 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012).
Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).
Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek olan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “(Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın), demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesine göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunmasıdır.
Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], B.No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99).
Bireyin şeref ve itibarı Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür ( Adnan Oktar kararı, B.No:
2013/1123, 2/10/2013, Anayasa Mahkemesi resmi internet sitesi). Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, elektronik iletiler, sosyal paylaşım siteleri gibi haberleşme vasıtaları yoluyla da olabilir. Bir kişi haberleşme vasıtalarıyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.
Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (Adnan Oktar kararı, B.No: 2013/1123, 2/10/2013).
AİHM, Axel Springer AG davasında düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler; a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (Axel Springer AG / Almanya, (BD), B.No: 39954/08, 7/2/2012).
Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanınan kişiler gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu nedenle siyasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır (Nilgün Halloren kararı).
Bir değer yargısının doğruluğu kanıtlanabilir değildir ve değer yargılarının kişinin görüş ve yorumlarından meydana gelmesi nedeniyle ispat edilmeleri mümkün olmadığı gibi ispatının istenmesi de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali anlamına gelecektir (Nilgün Halloren kararı).
Nitekim Lingens/Avusturya kararında da,” olayların varlığı kanıtlanabilir, fakat değer yargılarının doğruluğu ispata elverişli değildir ” denilmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (“Meclis”), Avrupa Konseyine (“Konsey”) üye bazı devletlerde yürürlükte olan yasaların, iftira ve hakaret için hapis cezası öngördüğüne dikkat çekerek sözlü ya da yazılı hakaretin hapis cezasını gerektiren suç olmaktan çıkartılması yönünde birçok tavsiye kararı yayınlamıştır. Meclis tarafından verilen bu kararlarla uyumlu olarak, yazılı ve sözlü hakaretin suç olmaktan çıkartılması ya da bu tür hakaretler için yasalarda öngörülen cezaların hafifletilmesi için çeşitli düzenlemeler yapma konusunda Konseye üye devletler arasında genel bir fikir birliği bulunmaktadır (Meclisin konu ile ilgili tavsiye kararları için Parliamentary Assembly, Towards decriminalisation of defamation, Resolution 1577, 04/10/2007, §§ 11, 13, 17; Parliamentary Assembly, Towards decriminalisation of defamation, Resolution 1814, 04/10/2007, § 1; Parliamentary Assembly, Respect for media freedom, Recommendation 1897, 27/1/2010, § 11) (Nilgün Halloren kararı).
AİHM de birçok kararında, Meclisin hakaretin suç olmaktan çıkarılmasına yönelik tavsiye kararlarına atıfla, sözleşmeci devletlerin zaman geçirmeksizin hakareti suç olmaktan çıkarılması gerektiğine vurgu yapmaktadır (Sabanovıć/Sırbistan ve Karadağ, 5995/06, 31/5/2011; Niskasaari/Finlandiya, 37520/07, 6/7/2010),(Nilgün Halloren kararı).
Yukarıda irdelenen tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, müştekinin internet ortamında yayın yapan “sendika.org” isimli bir sitenin sorumlusu olduğu, müştekinin de gerek yazdığı yazılar, gerekse verdiği konferanslar ve diğer etkinlikler ile tüm ülkede tanınan bir yazar olduğu, suç tarihinden önceki zaman diliminde müştekinin 6 yaşındaki çocuklarla evlenilebileceği yönünde açıklamalarının olduğuna ilişkin bazı haberlerin yazılı ve görsel basında yer aldığı, dolayısıyla bu iddialar üzerine ciddi şekilde kamuoyu tepkisinin oluştuğu, bu konunun uzun süre gündemde kaldığı, hakkında değişik kişilerce çok sayıda yorum ve haberin yapıldığı, tartışmaların yürütüldüğü, müştekinin bu sözleri sarfedip etmediğinin araştırılmasının davamızın konusu ile ilgisinin bulunmadığı gibi, bu hususun araştırılmasının yargılamaya sağlayacağı bir katkının olmadığı, sanığın yöneticisi olduğu internet sitesinde de müştekinin sarf ettiği iddia edilen sözlere karşı gösterilen tepki ve protestoların haberleştirildiği, bu haberler yapılırken “kadın düşmanı, gerici, yobaz, kadın düşmanı ve çocuk istismarına zemin hazırlayan ” şeklinde bazı ibarelerin kullanıldığı, yukarıda ayrıntılarıyla irdelendiği üzere ifade özgürlüğünün sadece düşünce ve kanaate sahip olmayı değil, bu düşünce ve kanaati meşru olan her yolla açıklama ve yayma hakkını da kapsadığı, demokratik toplumlarda gelişmenin düşünce ve kanaatlerin mümkün olan en geniş biçimde ifade edilmesiyle yaşanabileceği, eleştiri hakkının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, demokrasilerin, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olduğu, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamaların, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde olduğunun kabul edilemeyeceği, ifade özgürlüğünün sadece lehte olan veya hoşa giden söz ve düşüncelerin ifade edilmesi olmadığı, aksine yeri geldiğinde sert, acımasız ve incitici şekilde düşünce ve kanaatlerin ifade edilmesinin de bu özgürlüğün ve demokratik toplumun gereği olduğu, çünkü bunların, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu, ancak demokratik hukuk devletinin kişilerin her aklına geleni söyleyebildiği, bir hak ve özgürlüğün diğer bir hak ve özgürlüğü teslim aldığı, işgal ettiği, ortadan kaldırdığı devlet şekli olmadığı, aksine hukuk devletinin tüm özgürlüklerin alabildiğine geniş ve denge içinde yaşandığı sistemin adı olduğu, dolayısıyla hukuk devletinde diğer tüm hak ve özgürlüklerde olduğu gibi ifade ve eleştirme özgürlüğünün de sınırlarının olduğu, hukuk devletinde devletin temel haklar karşısında müdahele etmemek ve kısıtlamamak şeklinde beliren negatif yükümlülüğü bulunduğu gibi, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması, şeref ve itibarının korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması şeklinde ifade edilebilecek pozitif yükümlülüğünün bulunduğu, bireyin şeref ve itibarının Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer aldığı, demokratik hukuk devletinin , bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlü olduğu, devletin bu pozitif yükümlülüğü çerçevesinde bireylerin şeref ve saygınlığına yönelik müdahelere karşı etkin mekanizmalar kurması gerektiği, ancak bu mekanizmalar yoluyla ifade özgürlüğüne sınırlama getirilirken bu konuda çok titiz olunması ve belli kriterlere uyulması gerektiği, kişilik haklarına yönelik müdahelelere karşı bireyi korumaya yönelik bu mekanizmaların mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yoluyla yapılmasında zorunluluk bulunmadığı,üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunmasının hukuk muhakemesiyoluyla da mümkün olduğu, dolayısıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlamasının mümkün olduğu, gerek Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi ve gerekse AİHM’nin hakaret eyleminin suç olmaktan çıkarılması veya hapis cezasının öngörülmemesi yönünde tavsiye kararlarının bulunduğu, tüm bu değerlendirmeler ışığında dava konusu olay değerlendirildiğinde, sanık tarafından kullanılan ibarelerin incitici olduğunun açık olduğu, yerleşmiş AİHM ve Yargıtay içtihatlarında da vurgulandığı üzere, sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişiler, kamu görevlileri ve siyasetçilerin birbirlerinden ayırarak değerlendirilmesi gerektiği,kamuoyunca tanınan kişilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları, müştekinin de ülke düzeyinde konferanslar vermesi, yazılar yazması nedeniyle tanınıp bilinen bir kişi olduğu, bu özelliği nedeniyle normal kişilere göre daha sert, yeri geldiğinde acımasız ve incitici şekilde eleştirilmesinin beklenebilir olduğu, müştekinin yaptığı iddia edilen açıklamaların ülke gündeminde konuşulup tartışıldığı, dolayısıyla bu tartışmaları ve müştekiye yönelen tepkileri sanığın haberleştirmesinin normal olduğu, bu haberleştirme yapılırken güncel olan olayla ilgili okuyucunun dikkatini çekecek şekilde ibareler kullanılmasının normal olduğu, dolayısıyla müştekinin haberleştirip yorumladığı konunun güncel bir konu olduğu, kullanılan sözler, müştekinin tüm ülke çapında tanınıp bilinen bir kişi olması, dolayısıyla sade vatandaşlara göre daha fazla ve ağır eleştirilmesinin mümkün olması, kişisel haklarına yönelik yapıldığı iddia edilen müdahele ile ilgili hukuk mahkemelerine müracaatla bir giderime kavuşma imkanının bulunması dikkate alındığında sanığın kullandığı ibarelerin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu, bu yönüyle atılı suçun oluşmadığı kanaatine varılmış ve sanığın beraatine karar verilmiştir.
Sendika.Org