Nuriye ve Semih’in yaşaması için arzulamaya değil acilen gece düşlerini bırakıp daha çok gündüz düşü kurmaya ve onların yaşaması arzumuzu gündüz düşüne çevirmeye ihtiyacımız yok mu? 107, yüz yedi… 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, […]
Nuriye ve Semih’in yaşaması için arzulamaya değil acilen gece düşlerini bırakıp daha çok gündüz düşü kurmaya ve onların yaşaması arzumuzu gündüz düşüne çevirmeye ihtiyacımız yok mu?
107, yüz yedi…
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107.
Üç ay on yedi gün… Nuriye ve Semih belki bizim nasıl geçtiğini anlayamadığımız, geriye dönüp baktığımızda 107 gün önce ne yaptığımızı hatırlayamadığımız bir zaman diliminde açlar. Bir akademisyen ve bir öğretmen sadece işlerini geri istedikleri için aç. 15 Temmuz sonrası başlatılan KHK rejimi ile haksız yere ihraç edilen yüzlerce insandan sadece ikisi Nuriye ve Semih. Ama onlar Godot’yu beklememeyi tercih etti. Onlar iyimser, içi boş bir umutla “bu da gelir bu da geçer, OHAL komisyonunun kurulmasını bekleyelim” dememeyi seçti. Nuriye ve Semih, Shelley’in o ünlü yapıtı Prometheus Unbound’da söylediği gibi “Umut, tasarladığı şeyi kendi enkazından/yaratana dek umut etmektir” dedi (Eagleton, 2016, s. 117). Shelley’e bu satırları yazdıran elbette ki eserine de ismini verdiği Yunan mitolojisinin “tiran” olarak bilinen ilk tanrılarından Prometheus’tur. Prometheus, Apollon’un güneş arabasından bir parça güneş çalmış ve bu güneşi karanlıklar altındaki insanlığa armağan etmişti. Prometheus’un insanlığa hediye ettiği güneş ile yeryüzünde uygarlık başlamıştı. Tanrıların buyruklarına karşı çıktığı ve yasak olduğu halde insanlara yardım ettiği için, zalim Zeus, Prometheus’u kafkas dağına zincirlemiş ve bir akbabaya sürekli olarak Prometheus’un karaciğerini didikleme görevini vermişti. Ancak Zeus yanılmıştı; ölmemişti Prometheus çünkü karaciğeri sürekli olarak kendini yenilemiş ve Zeus’un oğlu Herakles tarafından kurtarılmıştır.
Umudun sadece iyi bir geleceği beklemekten ibaret olmayıp, ona ulaşma çabasını da gerektirdiğini düşünen Aguinas (Eagleton, 2016, s.18) gibi Semih ve Nuriye de umutları ile yaşadıkları haksız işten çıkarılma sorununun üstesinden gelmeye odaklanmış ve süreç onları farklı bir eylemselliğe götürmüştür. KHK ile işten çıkarılmanın haksızlığı ve kendi haklılıklarının içsel kabulü Nuriye ve Semih’in önce günlerce gözaltına alınmasına rağmen ısrarla direnmekten vazgeçmemesine ardından da açlık grevi eylemini başlatmalarına neden oldu. Bugün artık 107. gün ve Nuriye ile Semih’in açlık grevi eyleminin doğru bir yöntem olup olmadığını tartışmak, onlara “eyleminizden vazgeçin” demek son derece sağlıksız bir tutum. Elbette ki zaten onların direnişi başlı başına bir başarı sayılır. Stanley Kubrick’in Spartaküs filminde; Spartaküs ve yoldaşları hayatta kalmak için ödeyecekleri bedelleri olduğunu kendilerine kaybedeceklerini söyleyen korsana açık bir dille ifade etmişti (Zizek, 2011, s.18). Hayatı yaşamaya değer kılan ilkeleri savunmak adına, özgürlüğü için koskoca Roma İmparatorluğu’na karşı isyan eden Spartaküs gibi bedel ödeyeceklerini söylüyor Nuriye ve Semih. Bir kez daha yinelemek gerekir ki yöntemlerinin doğruluğunu veya yanlışlığını tartışmak artık hem hiçbirimizin haddi değil hem de oldukça gereksiz, sığ bir tartışmadır. Keza artık geri dönüşü olmayan sınıra doğru giden iki can için tartışmaktan başka yapacak bir şeyimiz olmalı.
Nuriye ve Semih, umutlarını bir ruh hali olmaktan ziyade bir eylemselliğe dönüştürdü. Nuriye ve Semih’in bu erdemli mücadele sürecini; madencilerin ölümünü, iş kazalarını, küçücük çocukların hiçbir önlem alınmayan yurtlarda yanarak ölmesini fıtrat ile açıklayan zihniyetlerin ve temsilcilerinin anlamasını beklemek, Nuriye ve Semih’i anlayamamış, saf bir iyimserlikten öte bir şey değildir. “Bir tek onlar mı işsiz kalmıştır? Hem bir haksızlık varsa tevekkül etmek lazım nasıl olsa ilahi adalet bir gün yanlarında olur” yaklaşımı, Nuriye ve Semih’in görünürlüğü Yüksel Caddesi’nde arttıkça bugüne kadar haklarında dava açılmamış iki kamu emekçisini apar topar bir örgüte üye olmak ile suçlanıp “bunlar terörist, zaten yiyorlar, bakmayın siz açlık grevinde olduklarına” noktasına evrilmiştir. Böylece muktedirlerin tarafında olanlar, iki kamu emekçisinin vicdanlara dokunan haklı eylemine yine vicdanını rahatlatacak bir kılıf bulmuştur.
Nuriye ve Semih’in onurlu bir yaşam adına üstelik sadece kendileri için değil; hepimiz adına, hepimizin onuru ve geleceği adına 107 gündür aç olmalarını bazı kesimlerin anlamasını beklemek ve onların vicdanına seslenmek Nuriye ve Semih için kitleleri pasifize eden bir Godot’yu bekleme haline dönüş müyor mu? Onların yaşaması için umut etme halimizi umutsuzluğa kapılarak acilen umuda çevirmemiz gerek miyor mu? Boş bir umut bizi başkalarından beklemeye, “Nasıl olsa birileri durdurur, bu kadarı olmaz” demeye sürüklerken bir gece düşü görme haline hapsediyor, gündüz düşlerinden bizi uzaklaştırıyor. Oysa Ernst Bloch’un (2007, s.130) belirttiği gibi; “anlamlı gündüz düşü fantezileri sabun köpükleri çıkartmaz, pencereler açarlar, o pencerelerin ardında gündüz düşünün pekala biçimlendirilebilir imkanlarla dolu dünyası açılır.” Kısacası sadece arzulanan olmaktan çıkar gündüz düşleri. Bloch’un sözleriyle “Salt arzu kimseyi doyurmamıştır bugüne kadar. Eğer şiddetli istekle birleşmezse arzunun kişiye hiçbir yararı olmaz, hatta onu zayıflatır bile” (2012, s.785).
Nuriye ve Semih’in yaşaması için arzulamaya değil acilen gece düşlerini bırakıp daha çok gündüz düşü kurmaya ve onların yaşaması arzumuzu gündüz düşüne çevirmeye, Veli Saçılık, Adem Kızılçay, İsmail Edre, Acun Karadağ olmaya ve çoğalmaya ihtiyacımız yok mu? İnsan Hakları Anıtı’nın polis bariyerleri ile hapsedildiği günlerde, Ankara Barosu’nun Gülmen ve Akça’yı ziyaret ettiğini ve Gülmen’in yataktan kalkıp görüşmeye gelemediğini açıkladığı 106. gün biterken Nuriye ve Semih’in yaşaması için ben ne yaptım? Sen ne yaptın? Biz ne yaptık? Arzulamaktan başka!
Kaynakça
Bloch, E. (2007), Umut İlkesi Cilt 1, İstanbul: İletişim
Bloch, E. (2012), Umut İlkesi Cilt 2, İstanbul: İletişim
Eagleton, T. (2016), İyimser Olmayan Umut, İstanbul: Ayrıntı
Zizek, S. (2011) Ahir Zamanlarda Yaşarken, İstanbul: Metis
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.