Sendika.Org, Yüksel Caddesi’nde bulunan ve haftalardır polis tarafından ablukaya alınan İnsan Hakları Anıtı’nın heykeltıraşı Metin Yurdanur’la görüştü
KHK ile kamudaki görevinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, İnsan Hakları Anıtı önünde başlattıkları eylemin 116. gününde tutuklanmış, sonrasında ise İnsan Hakları Anıtı’nı polis ablukaya almıştı. Sendika.Org İnsan Hakları Anıtı’nın heykeltıraşı ile görüştü
İnsan Hakları Anıtı Yüksel Caddesi’ndeki yerini aldığından beri insanların, hak taleplerini, hukuksuzlukları dile getirdikleri, duyurdukları bir yer olageldi. Sendika.Org olarak İnsan Hakları Anıtı’nın heykeltıraşı Metin Yurdanur’la görüştük. Metin Yurdanur da 1402’lik bir akademisyen, 1981 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki görevinden ihraç edilmiş. Bu ihracından kaynaklı olarak da Özakça ve Gülmen’le bir bağ hissediyor.
Yurdanur yalnızca İnsan Hakları Anıtı’nın heykeltıraşı değil. Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı, Sıhhiye’de bulunan Abdi İpekçi Parkı’ndaki Eller Heykeli ve Ankara Tren Garı’nda bulunan Nasreddin Hoca Heykeli’de Yurdanur’un ellerinden çıkma. 10 Ekim 2015 gar katliamını “O gün 100 insanımızı kaybettik. Nasreddin Hoca da o günü gördü. Nasreddin Hoca’nın gözlerinden iki damla yaş süzülüyor, cesur sfenks de ağlıyor” diyerek anlatıyor.
Özgeçmişinde “1981’de görevinden ayrıldı” yazmadığını belirten Yurdanur yazmayı düşünmediğini söylüyor. “Çünkü insanlar bir şey yapıyorlar ‘vay biz mağduruz, perişan olduk, yenildik’ diyorlar. O doğru bir şey değil. Esas mağdur 80 gündür açlık grevi yapan ve hiçkimsenin dinlemediği insanlar, yani Semih’le Nuriye” diyor.
Sorunun çözümü için ise Yunus Emre’nin bir deyişini söylüyor: “Gelin tanış olalım/ işi kolay kılalım/ sevelim, sevilelim/ bu dünya kimseye kalmaz” diyor. “Yunus’un deyişinden hareketle, onu insanlar izleseydi ve dinleseydi Türkiye’de şiiri, sanatı seven insanlar var, yönetimde, denetimde. Bu onlara çok güzel bir yol gösterici olurdu. Bu hırs, bu kin, bu nefret neden?” diye soruyor.
Yurdanur, Özakça ve Gülmen için taleplerini şöyle sıralıyor:
Taleplerime gelince… Meslekleri için, meslek onurları için, gelecekleri için, hayatları için görevine son verilen iki gencimizin, iki öğretmenimizin acilen görevlerine iade edilmesini, hapis yerine onları sağlık kuruluşlarına götürülmesini, tedavilerinin edilmesini, mesleklerine döndürülmesini talep ediyorum.
Yurdanur Türkiye’nin bir kırılma noktasından geçtiğini belirtiyor. Bu kırılma noktalarından birisinin 1923’te kurulan Cumhuriyet olduğunu söylüyor. Kurulan Cumhuriyet’i şöyle tanımlıyor: Pırıl pırıl, yoksul ama gururlu, onurlu, çalışkan…
2013’teki koşulları 1921’deki Anadolu’nun koşullarına benzeten Yurdanur, 2013’te gençliğin hiçbir şeyin bitmediğini gösterdiğini hatırlatıyor ve “Sonrası herkesin malumu” diyor. “Ne olmalı?” sorusuna ise “İnsanlık ailesi içerisinde gelişmiş, onurlu, özgür, eşit, kardeşçe, mutlu bir yaşam sağlanmalı insanlarımıza. İnsanlarımız bunu hak ediyor” yanıtını veriyor.
Haftalardır Yüksel Caddesi’nde abluka altında olan İnsan Hakları Anıtı’nı görüp görmediğini sorduğumuzda “görürsem rahatsız olurum” diyerek yanıtlıyor. Anıtın abluka altına alınmasını ise gülünç buluyor. Halkın sahiplendiği, benimsediği heykelleri olduğunu söyleyen Yurdanur heykellere sahip çıkılması gerektiğini fakat toplum bu olgunluğa ulaşmadığı takdirde hiçbir heykelin meydanlarda kalmayacağını söylüyor. Bu durumda sahip çıkma hatırlatmasını teker teker sanatçıların, bilim insanlarının, siyasetçilerin, herkesin görevi olduğunu belirtiyor.
Kendisine İzmir’de kırılan Müzisyen Heykeli’ni, “ucube” diye nitelendirilen İnsanlık Anıtı’nın yıkımını anımsattığımızda, bunun putkırıcılık olduğunu söylüyor. Yerine yenisini koymak isteyenlerin eskiyi yok etmesinin çok eskilere dayandığını söyleyip Irak’taki Saddam Heykeli’ni anımsatıyor. “Saddam Heykeli orada dursaydı Saddam rejimi ayakta kalır mıydı? Kalırdı. Ne yapmalıydı Amerikalılar? Onu yok etmeliydiler” diyerek örnekliyor.
Heykellerle rejimlerin arasındaki ilişkiye dair son bir örnekle tamamlıyoruz söyleşimizi. Yurdanur bize Azerbaycan’daki Lenin Heykeli’nin kaldırılışını anlatıyor:
Başka bir örnek vereyim” diyerek devam ediyor, “Azerbaycan’da Lenin Heykeli kaldırılırken Hasan Hasanov herhalde, benim meslektaşım, öyle anlattılar birileri ben de duydum, Lenin’in boynuna zinciri takıyorlar, büyük heykel, bronz heykel. Hasan Hasanov isyan ediyor “hayır” diyor “hayır, sökün zinciri, oradan değil koltuk altından kaldırın”, ancak gücü ona yetiyor. Boynundan kaldırılmasına izin vermiyor, bana bunu anlattılar. Bu da bir sanatçı tepkisi ve duyarlılığı. Sanatçı en fazla ne yapabiliyormuş? Heykelin boynundan kaldırılması değil de koltuk altından kaldırılmasını ancak rica minnet sağlayabiliyormuş. Sanatçının gücü o kadar ama sanatın gücü sonsuz!
Sendika.Org/ Mert Arslan
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.