Hizaya sokulmak istenen Katar’dır, ama “kıza söylenenin gelin tarafından da anlaşılmaması” mümkün değildir ve gelin de anlamıştır
Tayyip Erdoğan ve AKP ile doğrudan bağlantılı olan kısım, Suriye’de El Kaide’ye sunulan destekte Erdoğan ve AKP’nin rolü olmaktadır. Hizaya sokulmak istenen Katar’dır, ama “kıza söylenenin gelin tarafından da anlaşılmaması” mümkün değildir ve gelin de anlamıştır
Amerikan ve İngiliz Özel Kuvvetleri Suriye Irak sınırında El Tenef adındaki askeri üslerine 70 kilometre uzaklıktaki El-Zkuf’ta yeni bir askeri üs kurmuşlar. Bu üste de daha önce söyledikleri gibi, “IŞİD’e karşı savaşacak” ÖSO militanlarını eğitip donatacaklarmış. El Tenef üssünde ABD, İngiliz, Ürdün, Fransız, Suudi ve Katar özel kuvvetlerinin, istihbaratçılarının birlikte faaliyet gösterdiği daha önce Batı basını tarafından defalarca ifade edildi.
Kısa süre önce Riyad’da Trump önderliğinde bir araya gelen “ılımlı” Arap ülkeleri liderleri, “terörizme karşı savaş” ve İran’ın bölgesel etkinliğini sınırlama hedeflerine yönelik yeni bir koalisyon oluşturduklarını açıklamışlardı. İsrail bu koalisyonun geride duran stratejik ortağıydı. Zirvede, Katar Şeyhi Temim ve Suudi Kralı Salman Trump’ın yanına dizilmiş sırıtarak poz veriyorlardı.
Riyad zirvesinin ardından Katar ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında tırmanmaya başlayan gerilim; Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Libya ve Maldivler’in dün (5 Haziran) hava ve deniz sahalarını Katar’a kapatarak diplomatik ilişkilerini sonlandırma kararı almasıyla yeni bir boyut kazandı.
Katar, Yemen’de Husilere karşı Suudi Arabistan öncülüğünde oluşturulan uluslararası koalisyondan çıkarıldı. Suudi Arabistan’ın resmi haber ajansı SPA’da yayımlanan koalisyon komutanlığı açıklamasında,“Yemen’de meşru yönetimi destekleme amacıyla kurulan Arap Koalisyonu Komutanlığı, koalisyonun terörle mücadele ilkesine aykırı olarak Katar’ın başta El Kaide ve IŞİD olmak üzere Yemen’de terörizmi güçlendirmesi ve darbeci milislerle ilişkilerinden dolayı koalisyondan çıkarılmasına karar verdi” denildi.
Katar suçlamaların gerçek olmadığını, Katar’a bir komplo düzenlendiğini iddia ediyor. Basına yansıyan kimi bilgilere göreyse, komplonun adresi Washington. Komployu düzenleyenler, Birleşik Arap Emirlikleri’nin ABD elçisi Yusuf El Utayba, bir Neo-con “düşünce kuruluşu” olan Foundation For Defence of Democracies’in yetkilileri ve bir kısım eski ABD yetkilisi. Sözü edilen “düşünce kuruluşu”nun katı İsrail yanlısı ünlü milyarderler Sheldon Adelson, Edgar Bronfman tarafından finanse edildiği, aynı kuruluşun İsrail Başbakanı Netanyahu ve üst düzey İsrailli yetkililerle çok sıkı ilişkilere sahip olduğu vurgulanıyor. Yusuf El Utayba’nın Washington’da önemli bir figür olarak kabul edildiği, Trump’ın damadı ve danışmanı Kushner’le güçlü bir ilişkiye sahip olduğu, İsrail’in Washington’daki elçisi Ron Denmer’le de ilişkilerinin iyi olduğu aktarılan diğer ayrıntılar.
Katar’a karşı geliştirilen bu sert müdahalenin gerisinde yeni oluşan koalisyon içindeki çatlakların olduğu açık. Trump, Riyad Zirvesi’nde ve daha sonra İsrail’de yaptığı konuşmalarda “teröre karşı ortak savaş” vurgusu yaparken, “Hamas ve Hizbullah”ı da terör örgütleri olarak karakterize etmişti. Son aylarda pek çok Amerikan üst düzey yetkilisi de sürekli bu noktayı vurguluyordu.
Katar’ın Hamas’ın lider kadrosuna evsahipliği yaptığı, Hamas’a ve Gazze’ye ciddi ekonomik ve lojistik desteği sunduğu biliniyor. Katar katışıksız bir ABD uşağıdır, ABD uşaklığını en fazla Filistin davasına sahip çıkıyormuş görüntüsü vererek, Müslüman Kardeşler kökenli Hamas’ı destekleyerek perdelemeye çalışır. Bu yönüyle Tayyip Erdoğan ve AKP ile aynı pozisyondadır. İsrail ise Katar ve Türkiye’nin görüntüdeki bu desteğine dahi tahammül edemez, destekçilerinin gözlerinin önünde Gazze’de Hamas’ı ezmeye, Filistin halkını köleleştirmeye yönelik saldırılar yapar. Bu saldırılarıyla Hamas’ı mutlak itaate zorlarken arkasında her zaman sağlam bir ABD ve Batı desteği bulunur.
Katar, Müslüman Kardeşler’in bölgesel ve dünya çapındaki faaliyetlerine de önemli bir destek sunmuştur. Tayyip Erdoğan ve AKP ile sıkı ilişkilerinin kaynağında bu ortaklık da bulunmaktadır. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyse Müslüman Kardeşler’in politik faaliyetlerini kendi iktidarlarına bir tehdit olarak görmektedir. Taraflar arasındaki bu çelişki varolan çatışmanın önemli kaynaklarındandır. Taraflar arasında benzer bir gerilim 2014 yılında Mısır’daki Müslüman Kardeşler nedeniyle yaşanmış, ancak bu çapta bir çatışmaya dönüşmemişti.
Çatışmanın bu kez böylesine derinleşmesinde İran’a karşı yeni koalisyonu güçlendirme, Katar’ın Hamas’a yönelik desteğini sona erdirme hedeflerinin olduğu açık. Katar’ın, ülkesinde bulunan bazı Hamas yöneticilerini ülke dışına çıkardığı ve Katar’ı terk eden Hamas yöneticilerinin Lübnan, Malezya ve Türkiye’ye gittikleri Haaretz’in Filistin kaynaklarına doğrulattığı yeni bir haberde ortaya kondu. (Palestinians Confirm: Top Hamas Officials Have Left Qatar at Country’s Request, Haaretz, June 5)
ABD’nin 10.000 askerinin bulunduğu bölgedeki en büyük hava üssü El Udeyd, Katar’da bulunuyor. Üs aynı zamanda CENTCOM’un da merkezi konumunda. Amerikan Hava Kuvvetleri’nin bölgedeki faaliyetlerinde bu üssün önem taşıdığı biliniyor. ABD’nin “IŞİD karşıtı koalisyonu”nda yer alan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in uçakları da bu üsten havalanarak koalisyon kapsamındaki faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bugünkü gelişmelerle birlikte, ortaya çıkan durumun koalisyonun faaliyetlerini nasıl etkileyeceği sorusu sorulmaya başlandı. Sorunun yanıtı Sidney’de bulunan ABD Savunma Bakanı Mattis’ten geldi: “Hiçbir etkisi olmayacağından eminim.”
Bu gelişmelerle birlikte, New York Times, Haaretz ve Guardian’ın haber-yorumlarında, Katar’ın İran’la güçlü ekonomik ilişkilerine vurgu yapılıyor, Haaretz’den Zvi Barel, Katar’ın, dünyanın en büyük doğalgaz alanına ortak ve güçlü ekonomik bağlara sahip olduğu İran’dan bu baskı nedeniyle uzaklaşmasının çok güç olduğunu yazdı. Katar’ın, İran ve Hizbullah’la yaptığı özel anlaşmalarla Suriye’de bazı yerleşim birimlerinde nüfus ve esir değiş tokuşlarının gerçekleştirilmiş olmasına da Batı basınında sıklıkla işaret ediliyor
Katar’ın ihtiyaç duyduğu gıda ürünlerinin % 40’tan fazlasını Suudi Arabistan’dan aldığı, bunun ciddi sorunlar yaratacağı dile getirilirken, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Katar’a şeker satışını durdukları açıklandı. Suudi Arabistan’dan yola çıkmış gıda maddesi dolu tırlar sınırda bekliyor. Bunun yanısıra, bazı Mısır bankalarının Katar bankalarıyla ilişkilerini kestiği açıklandı. Tüm bu gelişmeler, Katar’a karşı geliştirilen hamlenin son derece ciddi olduğuna işaret ediyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan, İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Behram Kasımi, “bölgedeki ülkelerin farklılıklarını çözmeleri yalnızca barışçıl ve siyasi yöntemlerle ve taraflar arasında diyalogla mümkün” sözleriyle diyalog çağrısı yaparken, İran Tarımsal Ürün İhracatçıları Birliği Başkanı Rıza Nurani, Katar’a ihtiyaç duyduğu gıda madddelerini 12 saat içinde ulaştırabileceklerini söyledi.
Pentagon’dan yapılan bir açıklamada, ABD uçaklarının “Irak, Suriye ve Afganistan’daki operasyonlar kapsamında Katar’dan görev icra etmeye” devam ettiği belirtildi, “bölgedeki tüm müttefiklere tansiyonu düşürme ve bölgenin güvenliği için ortak çözümler üzerinde uzlaşma” çağrısı yapıldı ve “ABD ve Koalisyon, oradaki varlığımıza uzun zamandır verdiği destekten ve bölge güvenliğine derin bağlılığından dolayı Katarlılara minnettardır. Katar’daki durumumuzu değiştirmek gibi bir planımız söz konusu değil” denildi.
Tüm bunlar, Suudi Arabistan’ın Trump yönetimi ve İsrail’den aldığı güçlü destekle Katar’ı hizaya sokmaya yönelik bir operasyon başlattığına işaret ediyor. Bu hamleyle, Katar ekonomik ve politik olarak kıskaca alınarak, İran’a yönelik sınırlama operasyonunun cephe gerisi temizliği başlatılmış oldu. Katar zorlu bir seçime zorlanıyor. Mevcut koşullarda, bu baskının Katar’ı ABD’ye daha fazla bağlaması, Katar üzerindeki ABD kontrolünün artması yüksek olasılık olarak beliriyor. ABD’nin “büyük ağabey” olarak devreye girerek gerginliği yumuşatmaya yönelik adımlar atması ve bir süre sonra da Katar’la yüksek miktarlı yeni silah ve ticaret anlaşmalarının gelmesi sürpriz olmayacaktır.
Katar’a yönelik bu operasyon kuşkusuz onun bölgedeki stratejik partneri Tayyip Erdoğan’a yönelik önemli mesajlar içeriyor. Bu operasyon, ABD, İsrail, Sünni koalisyonunda merkezi bir konum tutabilmek için çeşitli hamleler yaparken, bir taraftan da Suriye meselesinde bir ara alanda konumlanıp, rekabet eden güçler arasındaki çelişkilerden faydalanarak var olmaya çalışan Erdoğan’a güçlü bir net konum belirleme çağrısı olarak da okunabilir.
Erdoğan’a iletilen mesajın en önemli kısmı bu operasyonda Katar’ın “teröre destek veren ülke” olarak tanımlanarak suçlanmasıdır. Bu suçlama, Katar’ın Suriye’de, Yemen’de El Kaide bağlantılı gruplara sunduğu destekle temellendirilmektedir. Tayyip Erdoğan ve AKP ile doğrudan bağlantılı olan kısım, Suriye’de El Kaide’ye sunulan destekte Tayyip Erdoğan ve AKP’nin rolü olmaktadır. Hizaya sokulmak istenen Katar’dır, ama bu şekilde ifade edildiğinde, “kıza söylenenin gelin tarafından da anlaşılmaması” mümkün değildir ve gelin de anlamıştır. Cumhurbaşkanlığı sözcüsü açıklamasında, Katar’a karşı alınan yaptırım kararını “üzüntü ile karşıladıklarını” dile getirdikten sonra, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Katar ile ilgili diplomatik temaslara başladığını söyledi. Katar’ın Türkiye ekonomisi açısından AKP döneminde kazandığı önem meselenin bir başka önemli boyutudur. Bu krizin Katar’a vuracağı ekonomik darbeler kuşkusuz Erdoğan’ı çok yakından ilgilendirmektedir.
Katar’a yönelik bu operasyon yeni koalisyondaki bir çatlağı derinleştirdi, ancak aynı zamanda İran’ı sınırlama hedefli politikanın kararlı bir biçimde yürütüleceğine dair işaretlere de sahip. Ortaya çıkan en temel gerçek, ABD’nin “islamcı terörle savaş”ının niteliğini çıplak bir biçimde gözler önüne sermesi. ABD’nin “İslamcı terörle savaşı”ndaki bölgesel ortaklarının en önemlileri, ABD’nin bir başka önemli ortağını “İslamcı terörün finansörü” olmakla suçluyorlar… Sonuna kadar haklılar…
Ama…
İngiltere’de, son iki haftada IŞİD bağlantılı unsurlar tarafından düzenlendiği öne sürülen sivillere yönelik iki saldırı gerçekleşti. İngiltere’de muhalefette bulunan İşçi Partisi lideri Corbyn saldırılarla ilgili açıklamasında, aşırı ideolojileri desteklediğini iddia ettiği Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle konunun görüşülmesi gerektiğini söyledi. Corbyn’in iddiasına göre, Suudiler ve diğer Körfez ülkeleri aşırı ideolojileri yani “İslamcı terörü” destekliyor. Üstelik sadece Ortadoğu’da değil, İngiltere’de de desteklediklerini iddia ediyor.
Liberal Demokrat Parti’nin Dışilişkiler Sözcüsü Tim Farron’da Corbyn’le aynı görüşte. Farron, terörün dışarıdan finansmanı sözkonusu olduğunda, Theresa May’in “müttefik” dediği Suudilerle sıkıntı verici ve zorlu konuşmalar yapmak durumunda kalabileceğini ifade ediyor. Terörün dışarıdan finansmanı hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından 2015 yılında başlatılan bir soruşturmayı gündeme getiriyor. 2016 baharında sonuçlandırılıp sunulması gereken soruşturma raporu halen tamamlanamamış. Farron raporun rafa kaldırılmamasını, işletilmesini istiyor ve “May bir seçim yapacak, ya bu raporu yayınlayacak ya da gizli tutacak” diyor.
İngiliz gazeteci Robert Fisk de son saldırıların ardından aynı noktaya işaret ediyor; May’in “sıkıntılı konuşmaları” Müslüman İngiliz yurttaşlarıyla değil, Suudiler ve Körfez’deki diğer müttefikleriyle yapması gerektiğini söylüyordu. Fisk’e göre, May de, önceki Suudi Kralı öldüğünde İngiltere’de bayrakları yarıya indirten Cameron gibi silah sattıkları kafa kesici Körfez otokratlarıyla anlaşmaya eğilimli olduğu için bunu yapmayacak. ABD’nin bir başka stratejik partneri olan İngiltere’de, marjinal solcular değil burjuva politik düzlemin ve kamuoyunun önemli unsurları Katar’ı “terör finansörü” ilan edenleri “terör finansörü” olmakla, kendi hükümetlerini de bunlarla işbirliği yapmakla suçluyorlar. Onlar da sonuna kadar haklı…
Mesela 2011 Libya Cihadı başlarken hepsi beraberdi. ABD, İngiltere, Katar, Suudi Arabistan… O günlerde May İngiltere’de İçişleri Bakanı’ydı. Uzun yıllardır İngiliz güvenlik örgütlerinin bilgisi ve denetimi altında Manchester’da yaşamakta olan Libyalı “devrimciler” bazı kısıtlamalara ve denetimlere tabiydiler. Mesela yurtdışına çıkamıyorlardı. Kısıtlamalar ve denetlemeler bir insan hakkı olduğu için değil, Libya Cihadı’na güç vermeleri istendiği için aniden kaldırıldı. Ellerini kollarını sallayarak Libya’ya Cihada gönderildiler.
FBI, O Cihatçılardan birinin oğlunun İngiltere’de eylem yapmayı planlayan bir IŞİD taraftarı olduğunu geçen yıl İngiliz istihbarat örgütlerine resmi olarak bildirdi. Bu bildirimin ardından o genç kendi gerçek kimlik ve pasaportuyla Libya’ya birkaç kez gitti ve geldi. Güvenlik kontrollerinden geçtikten sonra, bağlantılı olduğu unsurlarla istihbarat çalışmaları yaptı ve sonunda iki hafta önce o alçakça eylemiyle Manchester’ı kana buladı. Patlattığı bombayla sivilleri öldürdü. Bunun üzerine, İngiliz güvenlik örgütlerinin ihtiyaç duyulan bütçelere sahip olmadığı için bu saldırıları engelleyemediği ileri sürüldü. İngiliz güvenlik örgütlerine daha fazla bütçe ayrılması gerektiğine dair bir kampanya başladı.
Modern Ortadoğu’nun politik tarihi ve Batılı emperyalistlerin Modern Ortadoğu’nun politik tarihinde sahip oldukları role ilişkin çok kapsamlı ve mükemmel bir kitabı geçen yıl yayınlanan İngiliz profesör Christopher Davidson kitabının 2011 Libya Cihadı’na ilişkin bölümünde, Kaddafi’nin askeri güçlerine hava saldırıları düzenleyen koalisyonda yer alan Kanadalı pilotların bir Kanada gazetesi olan Ottowa Citizen’e yansıyan şakalarını aktarıyor. Kanadalı pilotlar operasyonlar sırasında kahkahalarla, “El Kaide’nin hava gücü haline geldik” deyip gülüyorlarmış. Onlar böyle şaka yapıyormuş ama yine aynı kitapta aktarıldığı gibi, Kanada istihbarat servisinin 2009 yılı raporunda Libya’nın Bingazi şehri, “İslamcı aşırılığın merkez üssü” olarak tespit edilmiş. Onların “İslamcı aşırılığın merkez üssünü” savunmaları şaka değil, kendi yöneticileri dolayısıyla ait oldukları koalisyon tarafından gayet iyi bilinen bir gerçek olsa gerektir.
Zaten Libya’ya NATO saldırısı başlamazdan bir ay önce, Libya’daki muhalefetin önde gelen üç liderinin El Kaide’nin önemli unsurları olduğu, birinin Guantanamo’da tutuklu kaldığı, diğer ikisinin eski Afgan mücahitleri olduğu ABD’de Wall Street Journal’da haberleştirilmişti. Herhalde Wall Street Journal’a bu bilgileri veren ABD “güvenlik örgütü mensupları” kendi yönetimlerine de bu bilgileri geçmiştir.
Katar özel kuvvetleri ve istihbaratı da Libya Cihadı’nda önemli bir rol oynamıştı. Hatta kimi Batılı yayın organlarına göre, Kaddafi güçlerine yönelik en ölümcül vuruşlar İngiliz ve Katar özel kuvvetlerinin sahada aktif olduğu alanlarda gerçekleşmişti. Bu alanlar zaferin kazanılmasında özel katkı sunmuştu.
ABD’nin “İslamcı terörle savaşı” işte böyle… Katar mı dediniz? “Faydalı işlerde kullanılacak bir taşeron”… Çok mu zorluk çıkarıyor… Süpür tuvalet deliğine gitsin… Gitmek istemiyor mu? O zaman itaat etsin, boyundan büyük işlere kalkışmasın…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.