“Ben OHAL’le işe başlamadım. OHAL’le atılmayı da OHAL komisyonunun kararlarını da kabul etmiyorum. Nasıl uzaklaştırdılarsa öyle işimize döndürsünler”
KHK ile görevinden ihraç edilen sınıf öğretmeni Hüseyin Doğan “Babam da 1980’de işten atıldı. Hakkını arayacağı bir yer bulamadı, şimdi ben de aynı duruma geldim. Atılmaktan çok hakkımı arayamamak zoruma gidiyor” diyor
SUNUŞ
‘Siz çok güçlüsünüz, biz çok haklıyız…’
15 Temmuz ‘darbe girişimi’ sonrası pek çok insanın işinden atılacağı tahmin ediliyordu. Fethullah Gülen Cemaati’yle ilişkilendirilen binlerce kişiden ‘intikam’ alınacağını tahmin etmek güç değildi. Başlangıçta da öyle oldu. Silahlı kuvvetler ve emniyet başta olmak üzere pek çok kamu kurumundan on binlerce insanın işine son verildi. Ve elbette hükümet ‘Allah’ın lütfu’ saydığı bu darbeyi FETÖ konusuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan ‘solculara’ karşı kullanmaktan çekinmedi. Net bir rakam olmasa da başta Eğitim-Sen üyesi öğretmenler olmak üzere 4000 civarı ‘solcu’ kamu görevlisinin işine de son verildi.
Fethullahçı nitelemesiyle işinden atılan on binlerce insan (sayının 150 bine ulaştığı söyleniyor) ve bunların örgütlü olduğu kamu sendikaları nerdeyse hiç direniş göstermeden duruma rıza gösterirken, konuyla hiç ilgisi olmadığı halde işlerinden atılan ‘solcu’ çalışanlar ve sendikaları işlerine geri dönebilmek için çaba göstermeye başladılar. Özellikle KESK’e bağlı sendikalar atılan üyeleriyle ekonomik dayanışma gösterdiler, haksız ihraçlarla ilgili -yetersiz de olsa- kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Özellikle görevlerinden ihraç edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın bir yıla yaklaşan oturma eylemleri ve açlık grevleri, Veli Saçılık ve Acun Karadağ’ın her gün gözaltına alınma pahasına yükselttikleri ‘Yüksel Direnişi’ haksız ihraçların gündemde kalmasını sağladı.
İhraç edilen insanların sadece sayıdan ibaret olmadığını, günlük yaşamları, geçindirmek zorunda oldukları aileleri olduğu, bir kenarda beklemekle günlük yaşamlarını sürdüremeyecekleri Veli Saçılık ve onunla birlikte yerlerde sürüklenen annesi Kezban Saçılık’ın söyledikleriyle yeniden gündeme geldi.
Biz de Mersin’de bir kısmı arkadaşımız olan, bir kısmıyla uzaktan tanıştığımız, bir kısmını ise hiç tanımadığımız haksızlığa uğramış insanlarla konuştuk. İhraçların günlük yaşamlarına, aile ilişkilerine, ekonomilerine olan etkilerini öğrenmeye çalıştık. Dostlarının, akrabalarının, komşularının, iş arkadaşlarının onlara nasıl davrandığını öğrenmeye çalıştık. Örgütlü oldukları sendikaların süreci nasıl yönettiğini, yeterince dayanışma gösterilip gösterilmediğini, işlerine geri dönmeleri için nelerin yapılabileceğini tartıştık. Çabamızın işe dönmelerine küçük bir katkı olması dileğiyle…
Ethem Dinçer & İlban Duyan
***
Hüseyin Doğan; 1967’de Ankara doğumlu, Anne tarafından Muş Vartolu, baba tarafından Sivas Divriğili. Adana Ceyhan’da ilkokulu, Adana’da ortaokulu, Ankara’da Ankara Ticaret Lisesini bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 1991 yılında mezun oldu. 1993 Ekim’inde Ağrı, Patnos, Aşağı Damla Köyü’nde sınıf öğretmeni olarak başladığı mesleğini 2016’da KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile atılana kadar sürdürdü. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Doğan anlatıyor:
15 Temmuz’dan sonra okulların açıldığı ilk gün okul müdürümüz bütün öğretmenlere hitaben “Arkadaşlar artık her şeyi her yerde konuşmayın, eğitim, ekonomi, siyaset vs. konularda fikir beyan ederken daha dikkatli olun” dediğinde muhalif olan herkesin karşılaşabileceği saldırıların boyutunu az çok tahmin edebilmiştik.
29 Ekim’de hayatımızın akışını değiştirecek iki kötü haberi birden aldık. Yayımlanan KHK ile işten atıldığımı ve eşimin meme kanseri olduğu haberini. Sonradan eşim ‘iyi ki atıldın, yoksa bana kim bakacaktı’ diye şakalaşmıştı benimle.
218 gün oldu işimden atılalı. Kitap okumayı severdim. Bu süreçte tek bir kitap bile okuyamadım. Odaklanamıyorum. Okuduğum her kelimede aklıma haksız yere ihraç edilişim geliyor. Nuriye ve Semih geliyor, bizlere yapılan haksızlıklar geliyor.
Yaşamımızda ilk defa yurt dışına çıkmayı düşündük eşimle, sonra kendimden utandım. Yüreğimin ta orta yerine kocaman bir acı oturdu. Giden arkadaşları eleştirmiyorum. Ben bu ülkeyi çok seviyorum. Öykülerim var bu insanlarla bu ülkede.
8 yaşından öğretmen olana dek Çukurova sokaklarında yağlı yavan, simit, eskimo satarak, ayakkabı boyacılığı yaparak, pamuk da, portakal bahçelerinde çalışarak, kasap çıraklığı yaparak, sırtımda kelle paça taşıyarak okudum ben. Kardeşimle simit satardık, satarken sorun yoktu ama boş tepsiyi eve götürürken kim taşıyacak diye tartışırdık ve tartışmalarımız tepsinin eğrilip bükülmesiyle son bulurdu.
Babam lise birde sınıfta kalınca beni okutamayacağını söyledi. Ankara’daki halamın yanına kaçtım. ‘Seni okutacağım’ diye bir sözü kulağımda asılı kalmıştı. Sözünü yerine getirmesini istedim.
Babam da 1980’de işten atıldı. Hakkını arayacağı bir yer bulamadı, şimdi ben de aynı duruma geldim. Atılmaktan çok hakkımı arayamamak zoruma gidiyor.
Üniversitede okuyan bir oğlum, lisede okuyan bir kızım var. Oğlum ilk gidişin özlemiyle Mersin’e geldiğinde ihracın ve annesinin hastalığı şokuyla aynı anda karşılaştı. Kızım bizim talebimiz olmadan harcamalarını kıstı.
İlk günlerde arayan soran veliler oldu, ev ziyaretleri ve telefonlarıyla desteklerini dile getirdiler. Neler yapılabileceğini sordular, içinde bulunduğumuz olumsuzluklardan dolayı, okulda bulunamadığımdan, ben bir sahiplenme kampanyasını yaratma konusunda bir talepte bulunmadım. 200 gün sonra okula gidip mektup dağıttığımda velilerimin ilgisini görünce bir ara beynimde yer alan unutuldum düşüncesi birden siliniverdi.
Yakın dostlarımdan, arkadaşlarımdan hem maddi hem de manevi destek gördüm. Eğitim-Senli olan ve olmayan farklı işyerlerinden pek çok öğretmen arkadaşım destek sundu. Bunların sendikanın dayanışma fonuna aktarılmasını istedik.
Akrabalarımdan ve komşulardan olumsuz bir şey görmedim. Herkes bizim haklı olduğumuzu biliyor.
KESK’in sürdürmüş olduğu mücadele sürecine gelirsek yerelde Mersin’de Emek ve Demokrasi Platformu ile ortaklaşa her cumartesi bir basın açıklaması ve kısa süreli oturma eylemleri yapılıyor. Merkezi eylemliliklerin yerelden yerele farklılaştığını görüyoruz. Örneğin İzmir ve İstanbul’da vb. yerlerde fiili ve meşru temelde yürütülen mücadele sonucu alan hâkimiyeti sağlanmışken, birçok yerde bunu göremiyoruz. Bir mücadele var kuşkusuz. Ancak bu ihraçlarla ilgili ihtiyacı karşılamak, en kısa sürede işe geri dönmeyi hedefe koyan bir nokta da değil. Kuşkusuz diğer sendika görünümlü yapılara kıyasla gerek üyesine sunduğu mali olanak, gerekse de yürütmüş olduğu hukuki mücadele ve alan mücadelesi KESK’i farklı bir noktaya koymaktadır.
KESK, atılmalara karşı İstanbul-Ankara yürüyüşü yaptı, ben de katıldım. Orada yönetici arkadaşların tavrını ve 3000’den fazla ihracımız olduğu halde 130 kişi ile yürüyüşü gerçekleştirdiğimiz gerçeği ile karşılaşınca direnme tavrımızda bir sıkıntı olabileceğine dair bir kanı uyanmıştı bende. Yaklaşık olarak 220 gündür Ankara, Malatya, Bodrum ve İstanbul’da 50 civarında arkadaş çeşitli eylemler yaparak direniyor, 3000’den fazla ihraç edilen arkadaşımızsa sürecin yeteri kadar içerisine katılamıyorsa bunu yalnızca korku, baskı vs. ile açıklayamayız. Sınıf ve kitleden kopuşumuz nedenlerden en önemlisi olsa gerek diye düşünüyorum. Bazen birileri zihnimizi, olaylara bakışımızı rehin almış, sınıfsal sorunlarımızı bir tarafa bırakıp, cinsellik ve kimlik sorununa hapsetmiş gibi geliyor bazen de ‘sendikalar farklı bir şey biliyor da onun için mi bu kadar sessiz kalıyorlar’ diye abuk sabuk düşüncelere kapılıyorum.
Atıldığımıza dair bir tebligat bile yapılmadı bize. 23 yıllık öğretmenim ben. Ağrı’da, Sakarya’da ve Mersin’de görev yaptım. 31 Ekim 2016 Pazartesi günü okula gidip velilere ve öğrencilerime bir konuşma yaptım. ‘Kimsenin hakkını yemeden, gasp etmeden, soru falan da çalmadan, sahte diplomalara da gerek duymadan, torpille bir yere gelmediğimi, bu hukuksuz uygulamanın eninde sonunda son bulacağını ve geri döneceğimi’ söyledim.
2013 yılı ortalarında müdür yardımcısı olmuştum. Yöneticiliğin beni meslekten uzaklaştırdığını gördüm, kendi isteğimle öğretmenliğe, çok sevdiğim öğrencilerime geri döndüm.
Merkezi bir eylemlilik yapılabilse bu kadar insan atılmazdı. Aslında Nuriye ve Semih neler yapılabileceğini gösterdi bize. KESK başkanının henüz hiçbir eylemci arkadaşı ziyarette dahi bulunmaması ne yazık ki bu direnişi yeterince algılayamadığının bir göstergesi olarak karşımızda duruyor. Egemenler onları tutuklayarak nereden, nelerden korktuğunu açık etti Tekel direnişi, Gezi eylemleri gibi.
Yerelde ihraçlar olarak yaptığımız toplantılarda ve farklı platformlarda getirdiğimiz eylem ve etkinlik önerileri bir türlü yaşam bulmadı. Aslında başta ihraç edilen arkadaşlarımız olmak üzere pek çok insanın bu durumdan rahatsız olduğunu da görüyoruz ama harekete geçemiyoruz.
OHAL komisyonuyla işe dönmek mümkün görünmüyor. Tek yol direniştir.
Ben KESK başkanı olsam ihraç edilen bütün arkadaşları toplayıp, neler yapılabileceğine dair fikirlerini sorardım. (Bu arada ihraçlar kurultayını yapmış olmamıza rağmen sonuç bildirgesinin şubelere gönderilmemiş ve buradan bir mücadele programı çıkarılamamış olması da ayrıca düşündürücü.) Pek çok eylem ve etkinlik önerisini de tartışmaya açardım. Tekel direnişi benzeri uzun soluklu kesintisiz bir mücadele programı oluşturup, ya merkezi bir eylemlilik ya da bütün illerde eş zamanlı hayata geçirilebilecek eylem türleri geliştirirdim. Ve eylemin en başında ben olurdum.
Atıldığım okulun önünde bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Mektup dağıtıyorum, imza topluyorum, önlüğümü giyip bisiklet sürüyorum. Bunu bireysel, sıradan ve basit bulsam da yapıyorum. İnsanların işlerine kavuşmak için ölümü göze aldığı bir yerde durağan kalmak tarihi bir yanlış gibi geliyor. Eğitim Sen binasında arkadaşların açlık grevlerinin kritik noktaya evrildiği anlarda’ açlıklarına ortak olalım’ başlığı altında 1 günlük dayanışma amaçlı açlık grevi yapmak istedim. Yönetici arkadaşlar onay vermedi. Polisin sendikayı basabileceğini, sağı solu kırıp dağıtabileceğini, bu durumdan ürken bazı üyelerin istifa edebileceğini söylediler. İki insanın canı söz konusuyken masayı, sandalyeyi düşünmek canımı acıttı. Polis baskısından korkup istifa edecek üyeler zaten senin üyelerin değildir.
Nuriye ve Semih’in eylemi sendika tarafından başlangıçta ‘bireysel eylem olarak’ algılandı, yeterince sahiplenilmedi. Eylem etkili olunca da neresinden destek vereceklerini bilemediler. Kurumlar genel olarak bu durumdan rahatsız, bir şeyler yapmalı bunu biliyorlar ama… Onun için bireysel eylemler öne geçiyor. Ben de korkuyorum ama korksam da gerekeni yapmak gerekiyor. En azından çalışan arkadaşların atılmaması için eylemliği yükseltmek gerekiyor.
Ben suçlu değilim. Bazen bazı dostlarımızın haklı olarak farklı iş arayışlarına girdiğini görüyorum, haklıdıri doğrudur, yaşamı idame ettirecek bir yolun bulunması gereklidir. Ancak kendi adıma şu süreçte bir işe girersem bana yapılan haksızlığı kabullenmiş olacağımı düşünüyorum ve bu durumu kabullenemiyorum.
Tüm yaşadıklarımın toplamının öğrettiği bir şey var ki o da direnmek. Direnmezsem kendimi aciz, çaresiz hissediyorum.
Atılanları neye göre seçtiler bilemiyorum. Kürtleri, Alevileri, sosyalist arkadaşları özellikle seçmiş gibi görünüyorlar. Sanki bakanlık emniyetten bilgi alarak seçiyor insanları. Okul müdürünün atılmamda bir etkisi oldu mu sanmıyorum. Atılanlar, istifa edenler, emekli olanlar derken bütün ilerici kadroları okullardan uzaklaştırıyorlar. İlerde bu ülkenin eğitimi nasıl bir hale gelecek tahmin de bile bulunmak istemiyorum. Gerici bir kadrolaşma yaratarak eğitimin içini boşaltıyorlar. Kalan arkadaşlar da atılmamak için ister istemez sessizleşiyor.
Ben OHAL’le işe başlamadım. OHAL’le atılmayı da OHAL komisyonunun kararlarını da kabul etmiyorum. Nasıl uzaklaştırdılarsa öyle işimize döndürsünler.
Emekçiyiz, haklıyız, kazanacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.