“Hayır Bloku”nun kırılgan ve zayıf bir zemine sahiptir. Ve bu şartlarda hazır mevcut bir yapı olmayıp, koşulları hazır ama henüz yaratılmayı bekleyen bir politik güç özelliği gösterir
“Hayır Bloku” kırılgan ve zayıf bir zemine sahiptir. Ve bu şartlarda hazır mevcut bir yapı olmayıp, koşulları hazır ama henüz yaratılmayı bekleyen bir politik güç özelliği gösterir
Birinci bölümde Hayır Bloku’nun varoluş ve ortaya çıkış koşulunun iktidarın dışlamaları olduğunu, bu dışlamalar olduğu için dışlananların bir blok görüntüsü sergilediğini, ama blokun bunun ötesinde kendine has, pozitif – kurucu, inşa edici– hedeflere sahip olmadığını ifade ettik. Bu özelliğiyle blok esas itibariyle hepsi de iktidar tarafından dışlanmış unsurların itildikleri alanda yan yana durdukları heterojen bir dışlanmışlar topluluğudur. Heterojen unsurlar arasında bir irade birliği yoktur. Sergiledikleri, iktidara karşı olmak ve hatta onu yıkmak istemek gibi ortaklık ise, hepsinin de aynı şekilde dışlanmış olmalarına dayanır. Aralarındaki bir irade oluşumu sürecinin ürünü değildir. Bu bölümde, daha sonra ortaya koyacağım argümanların takibini kolaylaştıracak bir grafiği tanıtmak istiyorum. Referandum tartışmaları başlamadan önce siyasal sosyoloji şöyle bir bölünme sergiliyordu. Bu dönemde Evet ve Hayır bloklarının henüz gündemde olmadığı akılda tutulmalıdır.
Ortadaki yatay çizgi toplumsal bölünmeyi temsil etmektedir. Alt kesimdeki unsurların her biri diğerlerinden bağımsız şekilde toplum dışına itilmiştir; Erdoğan ve AKP ile esas itibariyle kendi mağduriyet ve husumetini yaşar. Diğerleriyle ortaklığı onların da benzer bir kader yaşıyor olmalarıdır. Onlar da esas itibariyle Erdoğan-AKP blokuyla sadece kendi mağduriyet ve husumetlerini yaşarlar. Aynı gücün mağduru olmaları yegane ortak yanlarını oluşturur. Yan yana, aritmetik bir toplam olarak hep birlikte bir “dışlanmışlar” topluluğu teşkil ederler ve sadece bu temelde birbirleriyle –dolaylı- bir ilişkileri vardır.
Ama bu heterojen topluluk birbirleriyle de çatışma içindedir. Bu da onların blok karakterini yok eden bir ilave özelliktir. Ama, daha önemlisi, kendi içlerinde çatışma yaşamaları onları Erdoğan ve AKP tarafından “kullanılmaya” açık hale getirir. Blok’un kendi içinde sergilediği bu “iç çatışma dinamiği” ülkede 80’lerden bu yana süren uzun dönemli “çatışma eksenlerine” dayanır. Ekonomiyi bir tarafa bırakırsak, 80’lerden bu yana en temel politik kümeleşmeler bu çatışma eksenleri temelinde ortaya çıkmakta, ittifaklar ve politik hedefler bu eksenler temelinde belirlenmektedir. Bu çatışma eksenleri değişik toplumsal kümeleşmelerin hassas kırmızı çizgilerini de ortaya çıkarırlar. Önemleri de buradan gelir. Kitle desteği arayan, belli bir toplumsal kesime güvenilir biçimde dayanmak isteyen her bir siyasal odak-aktör bu çatışma eksenlerinde kendine bir pozisyon belirleme zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Bu uzun dönemli çatışma eksenleri göz önünde bulundurulduğunda Hayır Bloku’nun dayandığı “heterojen dışlanmışlar topluluğu”nun neden kendi içinde de çatışmalı olduğu kolayca anlaşılır:
Kemalist kesim Siyasal İslam’la laiklik-şeriat ekseninde, Kürt Hareketi’yle de üniter devlet – otonomi ekseninde çatışma halindedir. Bu çatışma potansiyeli sadece Kemalist kesimin siyasal sözcüleriyle sınırlı olmayıp, dayandığı laik-modern, Kemalist halk kesimlerinde de oldukça yaygındır. Aleviler siyasal İslam’la laiklik-şeriat ekseninde bir çatışma içinde iken, ciddi bir Alevi kesimin Kürt hareketiyle ciddi bir çelişki içinde olmadıklarını fark ediyoruz. Bu yönleriyle Kemalistlerden ayrılırlar ve kendi başına bir topluluk olarak değerlendirilmeyi hak ederler. Siyasal İslam, Kemalistler ve Alevilerle laiklik–şeriat ekseninde çatışma içinde iken, Kürt Hareketiyle son derece oportünist–pragmatist bir ilişki içindedir. Ne üniter devlet ne de Türk milliyetçiliği temel değerlerinden olmadığından bunlara kurdukları/kurmak istedikleri ittifaklar temelinde son derece oportünist–pragmatist yaklaşmaktadır. Bu da önüne son derece geniş bir taktiksel manevra alanı açmaktadır. Bu çerçevede önce Gülen Cemaati ile ittifak yapıp ortak hedef Kemalist-askeri vesayetle hesaplaşabilmişler; Avrupa Birliği üyeliği girişimiyle bu mücadelede liberalleri de yanlarına çekebilmişlerdir. Peşinden gelen tasfiyelerle Kemalizmin devlet kurumları içinde, özellikle de yargıda temsilcisi ve koruyucusu kalmamıştır. Bu esnada “Milleti, milliyetçiliği lügatimizden sildik” diyerek Kürtlerle de bir yakınlaşma geliştirmiş, o dönemki dışlanmışlar topluluğunda bir daralma ve bölünme yaratmışlardır. Kürtlerin en azından tarafsızlaştırıldığı bu dönemde toplumsal bölünme çizgisi şöyle bir kayma gösterir.
Kürtlerle yakınlaşma Erdoğan-AKP blokunun beklentilerini karşılamadığında, hatta “çözüm süreci”nin kendinden çok Kürt Hareketi’nin güçlenmesine katkı yaptığı anlaşıldığında ise Dolmabahçe’de masa devrilmiş, Kürtler dışlanmışlar topluluğuna kesin şekilde geri gönderilmişlerdir. Bu dönemde Erdoğan Kürtleri dışladığı için mi ordu ve ulusalcılarla yakınlaşma olmuştur; yoksa orduyu yanına çekebilmek için mi böyle bir yakınlaşmayı zorunlu görmüş ve Dolmabahçe’deki masayı devirmiştir, bunu ancak konunun uzmanı siyasal gözlemciler cevaplayabilirler. Ama Kürtleri dışlama ile Ulusalcılarla yakınlaşma paralel yaşanan gelişmeler olmuştur. Bahçeli de Başkanlığa olmasa bile Partili Cumhurbaşkanlığına yeşil ışık yaktığında toplumsal bölünme çizgisi bu sefer tam tersi istikamette bir kayma yaşamıştır. Kürtler karşıya alınırken MHP ve Ulusalcılar ve tabi eski ve yeni askerler Hakim Blok içine/yanına çekilmiş-çekilmeye çalışılmıştır.
Anlatımımızda dış dünya ile olan ilişki ve gelişmeleri göz önüne almadık. Ama gerek Fırat Kalkanı gerekse referandum öncesi Almanya ve Hollanda ile yaşanan gerginlikteki politikaları göstermiştir ki Erdoğan CHP’yi de milliyetçilik ve “Ülke ve devlet onuru” temelinde çok rahat tarafsızlaştırılabilmekte, hatta tekil meselelerde müttefik haline getirebilmektedir. CHP bu esnada Almanya ve Hollanda’ya karşı hükümet politikalarını destekledi. Daha önce de bir yandan Fırat Kalkanı’na –tümden olmasa da – destek çıkmış, Parlementoda dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vermişti. Son olarak da sokağa çıkmış kendi tabanına sahip çıkmadı, hatta bunları “sattı”. Tuhaf bir şekilde Erdoğan neredeyse hiç bir bedel ödemeden CHP desteğinin keyfini yaşıyor. CHP “devleti savunma” adına Evren’in Necdelt Calp’a biçtiği işlevi gönüllü üstlenmiş görünüyor.
Bütün bunlar “Hayır Bloku”nun ne kadar kırılgan ve zayıf bir zemine sahip olduğunu gösterir. Ve bu şartlarda “Hayır Bloku” hazır mevcut bir yapı olmayıp, koşulları hazır ama henüz yaratılmayı bekleyen bir politik güç özelliği gösterir. Bu heterojen dışlanmışlar topluluğunu nasıl bir irade bloğuna dönüştürüleceği ise politikanın, özellikle de Erdoğan-AKP blokunun karşısına çıkmak isteyen unsurların –en başta da solun– önündeki en önemli politik görevdir. Önümüzdeki dönemde politik başarı bugünkü heterojen, bağlantısız Hayır Bloku’ndan –en azından büyük bölümü itibariyle – iradi bir karşı blok yaratıp yaratmamaya bağlı olacaktır. Geliştirilecek politikaların, atılacak adımların doğruluğu veya yanlışlığı da böyle bir irade bloku yaratmaya hizmet edip etmemeleriyle ölçülecektir.
Devam edecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.