Sokaklarda tüm öngörüleri ve beklentileri boşa çıkaran şaşırtıcı direniş hareketleri kendini gösteriyor. Demek ki kendiliğinden direnişlerden örgütlenmeye geçişin asgari koşulları mevcuttur. Demek ki zaman, “fırtınalı denizlere atılma zamanı”dır
Devrimci bir parti, birleşik bir sol cephe, büyük kitleleri kucaklayan politik merkezlerin yokluğu yakınılacak bir sorun değildir. Sokaklarda tüm öngörüleri ve beklentileri boşa çıkaran şaşırtıcı direniş hareketleri kendini gösteriyor. Demek ki kendiliğinden direnişlerden örgütlenmeye geçişin asgari koşulları mevcuttur. Demek ki zaman, “fırtınalı denizlere atılma zamanı”dır. Sokakta bir direniş patlak verdiğinde, önceden kurgulanmış örgüt yapıları için artık çok geçtir. Zaman, örgütün kaçan momentini fırtınalı denizlerde yakalama zamanıdır
Soğukta ekmek kuyruğunda titreyen kadınların Rus Devrimi’ni tetiklemesini (8 Mart 1917) hiç kimse beklemiyordu. Kadınların isyanını, Monarşinin yıkılmasını, savaşa son verilmesini hedefleyen kitlesel gösteriler, büyük işçi grevleri izledi. “Şubat devrimi Bolşevik ve Menşevik parti önderlerinin karşı çıkmasına rağmen aşağıdan başlamıştı. İnisiyatifi, proletaryanın en fazla ezilen ve haksızlığa uğrayan kesimleri -özellikle kadın tekstil işçileri- ellerine almıştı. Ekmek kuyrukları ‘bozkırı tutuşturan kıvılcım’ oldu.”
Büyük tarihsel devrimleri başlatan olaylar dizisi araştırılsa, “bardağı taşıran son damla” listeleri yapılsa, listenin ilk maddeleri son derece şaşırtıcı olurdu. Kitlelerin gazını almak için protesto örgütleyip istemeden devrimin kıvılcımını çakan polis ajanları mı dersiniz; ekmek kuyruğunda bekleyen kadınlar mı; çok miktarda komik, saçma, kendiliğinden olay ve kişilerle karşılaşırsınız. Devrimler çoğu zaman saçma gibi görünen olaylarla başlar, sonra patlak verirler. Halkın en pasifize dildiği, en durağan zamanlarda bile yavaş ama sürekli akan yeraltı akımlarından beslenirler. Ezilenlerin öyle bir direniş geleneği vardı ki gizli, bastırılmış; ama inanılmaz ölçüde inatçı bir gelenektir. Devrimlerin çoğu efsane devrimci partilerin karizmatik önderinin öngörmediği, beklemediği, dahası karşı çıktığı olaylardan patlak vermiştir. Bu anlamda “devrim tarihi” kaçan trenlerin, hesaba katılmayan öznelerin, hafife alınan, küçümsenen direnişlerin tarihidir. Diktatörü alaya alan bir karikatürle, bir çakıyla, barikatlara taşınan bir tuğlayla, gaza batırılmış bir kumaşla nice devrimlerin tetiklendiğine tanıktır tarih.
Direniş hareketleri artık iyice ülke siyasetinde etkileyici bir unsur haline gelmeye başladı. Günümüz sokağını büyük-küçük, bireysel-kitlesel, sessiz derinden akan-parlayıp sönen, kendiliğinden “direniş hareketlilikleri” karakterize ediyor. “Sol siyaset” direniş hareketleri içinde kendini ortaya koyuyor. Yolu direniş hareketlerinden geçmeyen bir sosyalist örgütlenme (“sosyalist hareketin yeniden inşası”) düşünülemez bile. En katı “parlamenter sol” da direnişlerden nasibini alıyor. “CHP kuyrukçuluğu” suçlaması hiç bu denli anlamsızlaşmamıştı. Deyim yerindeyse CHP “kitle kuyrukçuluğu” yapıyor. Referandum ve “adalet yürüyüşü”nde görüldüğü gibi “parti kimliğini” geri plana çeken CHP, aslında direniş hareketlerinin açtığı mecrada yürüyüşünü sürdürüyor; bir yeniden siyasallaşma imkanı arıyor. HDP için söylenecek çok şey yok. Devlet baskısını lanetlemenin yanında, onun durumu, varlığını halk direnişlerine borçlu olan bir partinin, kitlesel direnişler çekildiğinde yaşanan tıkanmaya bir ders olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan artık AKP iktidarıyla birlikte kendi krizini yaşayan “sağ siyaset” de sokaktaki direnişin cazibesine kapılmaktan kendini alamıyor. Saadet Partisi ve MHP muhalifleri, sorunlarının çözümüne sokakta çare aramasalar da en azından sokaktan bir çıkış kapısı aralamayı umuyorlar.
Geleneksel siyaset merkezlerini, parlamentoyu, emek-meslek örgütlerini etkisizleştirip iktidara tabi kılan Erdoğan ve AKP iktidarının artık hesaba katmak zorunda olduğu tek gerçek muhalefet adresi sokaktır. Onunda merkezinde direniş hareketleri bulunuyor. Tüm siyasetleri derinden etkileyen direnişler, ülkede siyaset yapma biçimini ciddi değişime zorluyor. Sadece sol değil, bunca gücün ve imkanın tepesinde oturan Erdoğan ve egemen politik odaklar bile döneme damgasını vuran direniş hareketlerinin dinamizmini kavrayabilmiş değildir; devlet şiddeti dışında bir çıkış yaratamıyorlar.
Sosyalist hareket direnişlerin açtığı politikleşme yolunun henüz farkına varmış değil. Kimi bir küçümseme, hafife alma eğilimi içinde, kimisi de pragmatik, yararcı niyetlerle yaklaşıyor. Bir kısmı da direniş hareketlerinin yeni bir sol kuruluş için ortaya çıkardığı nesnel olanaklardan çok, “kimin başlattığı”, “kimin önderlik ettiği” ya da “en çok kime yarayacağı” gibi iyice yararsız tartışmaların içinde boğulmuş durumda.
Elbette direniş hareketleri geleneksel siyaset merkezlerinin, partilerin, platformların yerine geçirilemez. Ancak politik araçların ve örgütlerin de yeniden inşa edilebileceği tek gerçek zemindir bu.
Parlamenter siyasetin ve geleneksel sosyalist siyasetin dışında “proleter-halkçı siyaset geleneğinin bir görünümü” olarak gelişen direnişler, ülkede yeni bir politikleşme yolu açıyor. Bireysel tepki, protesto, kitlesel direniş, isyan biçimlerinde kendini gösteren halk direnişleri henüz kendini güvence altına alabilecek kalıcı bir sokak gücüne ve kararlılığa ulaşabilmiş değil. Henüz sokakta devrimci dönüşümlere imza atabilecek politik olgunluk görülmüyor.
Kısa süreli olması, bir türlü süreklilik sağlayamamaları direnişlerin önemli sorunları arasında yer alıyor. Direnişçilerin geçici birliktelikleri; direniş biter bitmez dağılmaları; kalıcı birlikteliklerin örgütlenememesi de yine önemli bir sorun. Devrimciler için yakıcı sorunlardan biri de direnişlerden düzen-dışı devrimci bir örgütün çıkarılmasıdır.
Bireysel-kitlesel direnişlerin, geleneksel örgütlenme kanalları dışında ortaya çıması, elbette siyasal partilerin, sendikalar ve meslek örgütlerinin erimesinin, temsil krizinin ve “muhalefet boşluğunun” göstergesidir. Ancak bunun ötesinde, sisteme eklemlenme kanalları bulunmayan direniş hareketlerinin öfke ve patlayıcılık potansiyeli giderek büyümektedir. Haziran İsyanına genel olarak “örgütsüzlük eğilimi” damgasını vurmuşken, son direnişler “örgütlenme yönelimi”, en azından bu yönde açık bir isteklilik taşıyor. Tepkinin ve patlamanın “sıfır noktasında” bulunmuyoruz. Geleneksel politik aidiyetler ve kimlikler, direniş hareketi içinde ikinci plana düşerken, yeni bir direnişçi kimliği ve politik aidiyeti ortaya çıkıyor.
Direnişlerin “etkisizliği” isyan için gerekli örgütlenme ve iktidarı alma düşüncesine yabancı olmalarındandır. Direnişleri en büyük eksikliği politik iktidarı hedeflemeyişidir. Hareketin en etkin ve kararlı gücünü oluşturan devrimciler için bile iktidar girişimi olarak görülmüyor. Herhangi bir direniş hareketi, ne denli militan olursa olsun, gücünü iktidara yöneltmiyor. İktidarı alma ve ülkeyi yeniden inşa etme isteği devrimci geleneğin ayrılmaz parçasıdır. Devrimciler her zaman ülkeyi ve uygarlığı yeniden inşa gücünü kendinde görmelidir. Halkta biriken öfkenin devrimci çıkış yollarını gösterecek çalışkan bir öncülüğe gereksinim var.
Kendiliğindenliğe teslim olmak başka, direnişleri bir politik atılım zeminine dönüştürmek, örgütlenmeye geçiş için kullanmak başkadır.
1871 Paris Komünü, 1917 Sovyetler, 1959 Küba gibi simgeleşmiş devrimci tarihler bilinir. Adlarının geçtiği her yerde coşku ve motivasyon yaratırlar. Ancak bugün popüler olarak adlar pek anılmasa da öylesine sıradan, kendiliğinden kitle eylemleri, protestolar, bireysel ya da kolektif direnişler vardır ki büyük devrimlerin hazırlayıcısı olmuş, yönünü, gidişatını, kaderini değiştirmiştir.
En naif bireysel direnişlere bile bu gözle bakıldığında farklı bir stratejik yaklaşım içine girilebilir. Direniş hareketleri, AKP faşizmiyle, tüm iktidar sistemiyle “doğrudan” bir çatışma, bir başkaldırı, bir itaatsizlik yönelimi barındırıyor. Sırf bu özelliği bile direniş hareketlerini, Türkiye sosyalizminin ve devrimci hareketinin örgütlenme sürecinin güncel ve olmazsa olmaz zemini haline getiriyor.
Soğukta ekmek kuyruğunda titreyen kadınların Rus Devrimi’ni tetiklemesini (8 Mart 1917) hiç kimse beklemiyordu.
Direnişler sadece saldırganın reddine ya da düzenin yıkılışına yönelmiyor; aynı zamanda yeni bir toplumsal düzenin kuruluşuna dair yönelimleri de barındırıyor. Kurucu yönelimler, direniş hareketlerine toplumsal içeriğini veriyor. Önplana çıkan “demokrasi”, “adalet”, “laiklik”, “toplumsal eşitlik”, “cinsiyet eşitliği”, “ortak yaşam”, “ekolojik yaşam” gibi talepler, aslında basitçe gerici-faşist iktidarın yerine getirmesi beklenen talepler değildir; tersine bunlar direniş hareketi içinde filizlenen yeni bir hayatın kurucu fikirleri ve ilkelerdir. Yeni bir hayat direniş pratikleri içinde bugünden gerçekleşiyor. Her direniş, ayakta kalmak için şiddeti, cinsiyetçiliği, ırkçılığı ve mezhepçiliği derinleştiren iktidarın köhnemiş surlarında çatlaklar açıyor. İktidarı tüm kudretinin ardındaki zayıflığını görünür kılıyor. Tüm o egemenliğin ve kuşatmanın çatlaklarında, biber gazının, tazyikli suyun, polistik mermilerin tozu dumanı içinde yeni bir uygarlığın filizleri besleniyor.
Yeni bir kurucu sürecin sorumluluğunu üstlenmek politik cesaret gerektiriyor.
Yenilgi melankolisi, örgütsüzlük savunusuna, köşeye sıkışıp iktidara biat etmeye, egemen söylemi içselleştirmeye götürüyor. Kaygılanmak sürekli iktidardan gelen tehlikelere odaklanmaktır. Umut etmekse yeni bir uygarlığın olanaklarına odaklanmaktır. Mesele olagelen kurulu düzenin, statükonun biat etme karşılığında önümüze attığı “kazanımları”, yerleşik yaşam tarzını kaybetmeyi göze alıp almayacağımız noktasında başlıyor. Yeni bir dünyanın kapıları da burada açılıyor. Kaygıyı umuda bağlamak olanakları örgütlemektir.
Sosyalist hareketin en acil sorunu direniş hareketlerinden kopukluğudur. İvedilikle karşılıklı etkileşime dayalı yeni bir ilişki zemini örgütlenmelidir. Direniş hareketi devrimci siyasetin ve sosyalizmin yeni kanalıdır. Direnişlerle devrimci siyaset ve sosyalizm mücadelesi arasında aşılamaz engeller bulunmuyor. Tek engel solun geri pozisyonu, direniş hareketlerinden yalıtık, içekapalı davranış tarzıdır. Sosyalist hareket, geçmişin yıkıntıları arasında sosyalizm nostaljisiyle ya da gelecek sosyalist günlerin hayaliyle avunuyor. Oysa faşizme ve gericiliğe karşı direnişler, kurbanları etkin öznelere dönüştüren hak mücadeleleri sosyalist bir kuruluşun çekirdeklerini barındırıyor. Yeni bir kuruluşun görevleri güncel çatışmaların içinde ortaya çıkıyor.
Bugün devrimcilerin refleksi neyle ölçülecek? Çevrede irili-ufaklı, bireysel-kolektif direnişler patlak verdiğinde, hızlıca oraya varmak, etkili biçimde içinde olmak ve ona ileri bir nitelik kazandırmaktır. Sokakta bir direniş patlak verdiğinde, önceden kurgulanmış örgüt yapıları için artık çok geçtir. Zaman, fırtınalı denizlere atılma zamanı; örgütün kaçan momentini fırtınalı denizlerde yakalama zamanıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.