Hayır ile ortaya çıkan, oy potansiyeli değildir; kolektif irade beyanıdır. Kolektif irade, temsil vekaleti arayışına indirgenemez. Zira, Hayır’ın siyasi düzlemi, kurucu irade düzlemidir
Hayır ile ortaya çıkan, oy potansiyeli değildir; kolektif irade beyanıdır. Kolektif irade, temsil vekaleti arayışına indirgenemez. Zira, Hayır’ın siyasi düzlemi, kurucu irade düzlemidir
16 Nisan Halkoylamasına konu olan Anayasa değişikliği, (a) TBMM’nin temsilde adaletten yoksun yapısı (“yönetimde istikrar” adına yüzde 10 barajının varlığı) , (b) Meclis görüşme ve oylamalarındaki usulsüzlükler, (c) propaganda sürecindeki bariz adaletsizlik ve baskılar ve nihayet (d) oy verme ve sayım aşamalarındaki açık müdahaleler nedeniyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’li yönetici elitin meşruiyet gibi bir kaygısının öncelikli olmadığını gösterir. Bununla birlikte Halkoylamasından alınacak yüzde 60 ve üzeri oyun hem meşruiyet defolarını kapatacağı, hem de uluslararası camiaya “Türkiye Erdoğan’dır” mesajı vereceği de düşünülmüş olmalıdır ki oylamanın hemen öncesinde bu oranları telaffuz eden araştırmalar açıklanarak oy patlaması yaşanacağından söz edilmiştir. Halkoylaması, iki önemli başlık bakımından da Erdoğan liderliğinin yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Anayasa değişikliğinin meşru olmadığı yolunda, nüfusun yarıdan fazlasının paylaştığı kanaat, ilk kez uluslararası bir kurumun raporuna konu edilmiştir (AGİT). Erdoğan’ın kayda değer bir farkla kazanacağını bekleyen Batılı medya ve siyasetçiler için sonuçlar şaşırtıcı olmuş ve Erdoğan’ın “burun farkıyla” kazandığına özel bir vurgu yapılmıştır. Anayasa değişikliğinin siyasi büyüklüğü ile Evet’in toplam seçmenler içindeki büyüklüğü arasındaki tezat da ayrıca not edilmelidir. Bütün bunlara rağmen, 15 yıllık iktidar pratiğinin gösterdiği şudur ki; Erdoğan ve ekibi, “kazanmış”, dolayısıyla da fiili “kurucu iradeden” “hukuki kurucu irade” düzlemine geçiş sağlamış, gibi davranmaktan asla vazgeçmeyeceklerdir.
“Evet” cephesine göre Halkoylamasına konu olan sadece hükümet sistemi değişikliğidir, ki bu da 2007’de fiili olarak gerçekleşen değişikliğe yasa statüsü kazandırmaktan ibarettir. Anayasa değişikliğinin; güçler ayrılığını ortadan kaldırarak erki merkezileştirdiği ve Cumhurbaşkanı tüzel kişiliğinde şahsileştirdiği; böylece de hükümet sistemi değişikliğinden rejim değişikliğine geçişi olanaklı kıldığı; egemenliğin kurumsal ikametgahı olan Meclisi zayıflatarak, egemenliğin kaynağının el değiştirmesine kapı araladığı, şeklindeki eleştiriler karşısında biri etkili diğeri etkisiz iki argüman ileri sürülmüştür. Etkisiz olanı; Hayır cephesinden yöneltilen eleştirilerin, değişiklik metninde var olanlara değil de olasılıklara dayandığı görüşüdür. Cumhurbaşkanını rejimi değiştirecek erkle donatıp, onun bu yönde davranması yazılı değil bir olasılıktır demek, saflık değilse ya hinlik ya da bilgisizlik kanıtıdır. Zira anayasalar öngörülen olasılıklar düşünülerek kaleme alınan metinlerdir. İkinci argüman silsilesi etkili olmuştur; burada “hayır” tutumunun temel gerekçeleri tam tersine çevrilmiş ve çok yönlü propaganda bombardımanı ile topluma iletilmiştir. Buna göre yapılacak değişiklikle, güçler ayrılığı güçlenecek, tarafsız yargı bir de bağımsız olacak, Meclis yasama işlevi ile çok daha etkili kılınacak, yönetimde çift başlılık sonlanacak vs. Gerçeği baş aşağı eden bu propaganda tarzının yaygın ve sürekli hale getirilmiş olması, halkoylaması kurumuna (dolayısıyla da halk iradesine) ne denli araççı yaklaşıldığının bir başka kanıtıdır.
AKP’nin din referanslı bir devletin kurucu iradesi gibi faaliyet yürütüp, seçmene merkez-sağ motifli çağrılar çıkardığı, ancak seçmenleri de millet mensubu olanlar (biz) ve olmayanlar (onlar ) şeklinde kavradığı belirtilmişti. Her seçim döneminde etkili olan bu tarz-ı siyasetin 16 Nisan Halkoylamasında etkili olması önünde engeller vardı. Her şeyden önce anayasal değişikliğe konu olan husus, egemenliğin kaynağı ve niteliği ile doğrudan ilgiliydi. Böyle bir meselede, seçmene çıkartılacak çağrının “yatırımcı, çalışkan” merkez sağ karakterde olması absürt olurdu. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarıyla başlarda, Halkoylamasına Evet diyecekler milletle özdeş tutulurken, Hayır diyecekler cezalandırılması gereken teröristlerle aynı kefeye kondu. Güçler ayrılığı yerine birliğinin yönetimde etkinlik sağlayacağı, bu yolla “90 yıllık zincirlerinden” kurtulacak olan Türkiye’nin yeniden “büyük bir cihan devleti” haline geleceği, ilk ağızlardan rahatlıkla söylenmeye başlandı. “Evet” merkezi, Halkoylamasının içeriğine uygun olan bu propaganda tarzını fazla sürdüremedi ve hızla yukarıda sözü edilen o absürt pozisyona dönüldü. Sanki genel bir seçimmiş gibi seçmene sağ muhafazakâr çağrı çıkarıldı, bunun en elverişli yolu da rakip parti başkanını (Kılıçdaroğlu) hedef tahtasına koymaktı. Halkoylaması konusunda ise Hayır bloğunun savları, temelsiz bir şekilde baş aşağı edildi ve dört bir koldan yaygın bir propaganda faaliyeti sürdürüldü. Nitekim Evet oyları ile AKP’nin son genel seçimdeki oyları arasında, hem oranlar hem de mekanlar bakımdan büyük bir örtüşme gözlendi. O halde şu rahatlıkla söylenebilir ki; kurulu rejimin din referanslı bir şekilde değiştirilmesine “Evet” diyenler, “Evet”in resmi büyüklüğü (yüzde 51.4) içinde çok daha küçük bir paya sahiptir. Oysa bu toplumda din devletine ve tek adamlığa “Hayır” diyenlerin, Hayır’ın resmi büyüklüğünden (yüzde 48.6) çok daha büyük olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.
Kılıçdaroğlu’nun bildirdiğine göre Hayır cephesi için Meral Akşener “Hayır Partisi” adlandırmasını kullanmış; buradaki parti, köken anlamına benzer şekilde, 19. yüzyıldaki gibi, bir halk olarak hangi ilkelerle bir arada yaşanacağı sorusunda ortaklaşanları ifade ediyorsa, isabetlidir. Sözü edilen 20. yüzyılın modern siyasal partisi gibi bir parti ise, sorun var demektir; zira gerçek bunun tam tersidir. “Hayır Partisi”; egemenliğin kaynağını, özgür irade sahibi yurttaşların politik birliğinde (halk/ulus) görenlerin partisi olmuştur. Halk egemenliğinin; laik, demokratik ve hukuk devleti esaslarıyla gerçekleşmesi, bu parti bileşenlerinin ortak paydasını teşkil etmiştir. Burada ifade edilen program, 16 Nisan Halkoylamasının gerçek içeriğine ve ülke gündemine de son derece uygundur.
CHP yönetiminin Halkoylaması çalışmalarında, Hayır Partisi oluşumunu engelleyici tutum almamış olması olumludur. Ancak bu doğru tutumun taktik gerekçelere dayandırıldığı anlaşılmaktadır. “Erdoğan’la polemikten kaçınmak”, “parti kimliğini ve sembollerini meydanlardan uzak tutmak” şeklindeki tutumların arkasında esaslı bir siyasal kavrayış bulunmuyorsa, sorun var demektir. Yanlış olan Erdoğan’la polemik yapmak değildir; yanlış olan, bu polemiğin seçmende Erdoğan mı Kılıçdaroğlu mu şeklinde bir tercih algısına yol açacak olmasıdır. Aynı şekilde CHP olarak görünmek tek başına yanlış değildir; yanlış olan siyasal yelpazedeki konumlarına göre bir tercihte bulunulacağı algısını doğurmak ve güçlendirmektir. Seçmenleri: Laik cumhuriyet mi, din devleti mi; halk egemenliği mi, sultanlık makamı mı; güçler ayrılığına dayalı parlamenter rejim mi, güçlerin tek elde toplandığı otoriter rejim mi şeklindeki gerçek tercihlerle karşı karşıya getiren her polemik, yararlıdır. Aynı şekilde, örgüt, kadro ve üyeler itibarıyla parti kimliği, kurucu iradenin örgütlü varlığı biçiminde tezahür edecekse, bu da son derece yararlı olacaktır. İyi bilindiği gibi CHP Türkiye Cumhuriyetini kuran, kurucu irade örgütü olarak doğmuştur; yıllar içinde mevcut rejimin pek de geniş olmayan siyasal yelpazesi içinde, merkez solda konumlanan bir partiye dönüşmüştür.
Tarihsel köklerin CHP bakımından ön açıcı bir rehber işlevi gördüğü pek söylenemez. CHP ya “kurulu iradenin koruyucusu” gibi bir reflekse, ya da dini inanca kör olmanın mahcubiyetine, sahip politikalar izlemektedir. Bugün de sorunu merkez sağdaki bir boşluktan ibaret görüyor olmaları, 16 Nisan dinamizmini kavrayabilecekleri konusunda karamsarlığa neden olmaktadır.
Her şeyden önce yukarıda vurgulanan anlamıyla Hayır Partisi, Halkoylamasında hayır oyu vereceğini açıklayan siyasi partilerin aritmetik toplamlarından fazla bir şeydir. Fazlalık, nicelikle ilgili değildir; nitelikle ilgidir. Hayır Partisi, kurucu irade örgütü gibi çalışmıştır. Bu olağanüstüdür. Zira söz konusu olan, politik toplumu çözülmüş, halk olarak mevcudiyeti parçalanmış bir ülkede, siyasi birliği yeniden tesis edecek bir iradenin ortaya çıkmış olmasıdır.
Evet ve Hayır oyları, istatistiki karşılaştırmalara konu edilse de, siyaseten karşılaştırılabilir değildir. Zira Evet oylarına rengini, siyasi parti (AKP) ve siyasi lider (Erdoğan) tercihleri vermiştir; çünkü Evet merkezi, kampanyayı bu yönde yürütmüştür. Hayır Oyları, 16 Nisan’ın anlamına da uygun olarak, hükümet sistemi ve siyasal rejim konusunda, halk egemenliğine dayalı, laik, demokratik hukuk devleti arzusunun ifadesi olmuştur. Hayır’ın gücü ile 16 Nisan’da bir kez daha görülmüştür ki, ümmet üst kimliği bu topraklarda yaşayan kadın ve erkeklerin siyasi birliğini teşkil edemez. Gezi Direnişi bir arada yaşama arzusunun hangi ilkelerle vücut bulacağını uygulamalı olarak ortaya koyan ilk büyük dışa vurum idiyse, ikincisi de 16 Nisan’daki Hayır meydan okuması olmuştur. Evet ve Hayır oylarının siyaseten karşılaştırılamaz olmasının bir diğer nedeni kampanya süreciyle ilgilidir. Evet tercihi devlet eliyle yürütülen son derece kayırmacı bir kampanyanın sonucu iken Hayır tercihi, yüz binlerce kadın ve erkeğin örgütlü ve örgütsüz iradeleri ile seferber oldukları, tam anlamıyla toplumsal bir hareketin sonucudur.
Odağında gençlerin ve kadınların yer aldığı bu büyük kitlesel seferberlik karşısında yapılmaması gereken şey, araççı bir yaklaşım geliştirmektir. Bu da en yalın ve itici biçimiyle, Hayır oylarına, zamanlamasını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirleyeceği seçimlerin “elde var %49” u gibi bakmak demektir. Hayır ile ortaya çıkan, oy potansiyeli değildir; kolektif irade beyanıdır. Kolektif irade, temsil vekaleti arayışına indirgenemez. Zira, Hayır’ın siyasi düzlemi, kurucu irade düzlemidir. Hangi ilkelerle bir arada yaşayacağı sorusu, güncelleşmiştir; gençler geleceklerinin, yetişkinler çoluk çocuklarının derdine düşmüştür. Savaş, yoksulluk ve güvencesizlik gündeminin dışında ve onunla ilişkilendirilmeyi bekleyen bir arayış söz konusu değildir. Egemen bir halk (Cumhuriyetçilik) olarak laik, demokratik hukuk nizamı içinde yaşamak arzusu, kurucu bir irade formuna büründüğünde, bu yakıcı sorunların köklü çözüm düzlemi de yaratılmış olacaktır.
Bitti
önceki yazılar:
16 NİSAN HALKOYLAMASI: NASIL BAKMALI, NE YAPMALI? – METİN ÖZUĞURLU
“KURUCU İRADE ÖRGÜTÜ” SİYASİ PARTİLERE KARŞI – METİN ÖZUĞURLU
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.