Taşrada Akademi Görünümlü “Okul”: Tunceli/Munzur Üniversitesi’nde AKP-Cemaat-Sessizlik İttifakı Ş. Gürçağ TUNA[1] Tunceli Üniversitesi’nde cemaatçilerden çok, gerçek bir üniversite olması için mücadele edenlere dokunur rektör. Ve yüzü hiç kızarmadan rektörlüğün üzerine altın renkli büyük puntolarla Hacı Bektaş Veli’nin şu sözlerini yazdırır: “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Ubeyde İpek’in Ege Üniversitesi rektörü gibi cemaatçi şüphesiyle açığa alınması […]
Taşrada Akademi Görünümlü “Okul”: Tunceli/Munzur Üniversitesi’nde AKP-Cemaat-Sessizlik İttifakı
Ş. Gürçağ TUNA[1]
Tunceli Üniversitesi’nde cemaatçilerden çok, gerçek bir üniversite olması için mücadele edenlere dokunur rektör. Ve yüzü hiç kızarmadan rektörlüğün üzerine altın renkli büyük puntolarla Hacı Bektaş Veli’nin şu sözlerini yazdırır: “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Ubeyde İpek’in Ege Üniversitesi rektörü gibi cemaatçi şüphesiyle açığa alınması hiç sürpriz olmayacaktır Dersim’de
6 Ocak KHK’sına kadar Tunceli Üniversitesi’nde -sonradan ismi Munzur Üniversitesi olarak değiştirilen yerde- yaklaşık 8 yılım geçti, 2 rektör ve 6 dekan eskiterek ve bol hukuksuzluk, adaletsizlik ve dolayısıyla mücadele dolu yıllar.
Dersim’de de yaklaşık 8 yılım geçti. Munzur dolu, Dersim dağları dolu, güzel insanlarla ve eylemlerle geçen dolu dolu hayat. Ama bu yazının konusu Dersim değil, Tunceli olacak. Bu yüzden AKP’nin istibdat döneminin taşra üniversitesinde yaşanan cemaatçi-İslamcı kadrolaşma ve buna karşı mücadele, yazının ekseninde yer alacak. Çuvaldız başkalarına batırılırken biraz da iğne “muhaliflere” batırılacak.
Dersim’e geldiğim 2009 yılının Nisan ayında hemen Munzur kıyısına koşmuştum. Eriyen kar suları ile coşan Munzur’u görünce ilke defa, demir/mavi köprü üzerinden hayranlıkla ve biraz ürpererek geçmiş ve Munzur’la tanışmamızı birayla kutlamıştım.
Munzur ile tanışmam gibi olmadı üniversiteye gidişim. Takım elbiseli erkek hocaların doldurduğu meslek yüksek okulunun karşısındaki iki katlı küçük bir binaya yerleştirildi ilk alınan hocalar. Dersim’in özgürlükçü havasından nasiplenmeyen bir yerdi üniversitenin ilk yılları. O zamanlardan bugüne kadar oraya hiç “üniversite” ya da “fakülte” demedim. Hep “okul”du benim için. Dersim’de illa bir yere “akademi” denecekse eleştirinin ve tartışmanın çok daha serbestçe yapıldığı 1980 öncesi umutların dile getirildiği Palavra Meydanı ilk sırada yer alır herhalde. Günümüzde ise Palavra Meydanı’nın yerini alan Seyit Rıza Meydanı tartışmanın ve eleştirinin merkezi konumunda bulunuyor.
Palavra ve Seyit Rıza meydanlarına üniversite hocalarının büyük çoğunluğu gelmez. Çünkü Tunceli Üniversite’nin öğretim elemanlarının büyük çoğunluğu çevre illerin muhafazakar şehirlerindendir. Ve kentin hızla bina dolan mahallesi olan Atatürk Mahallesi’nde otururlar. Mahallenin “eski” ismi olan “Sihenk”i bilmezler ya da ağızlarına almazlar. Bu hocaların büyük çoğunluğu başka üniversitelerde iş bulamamış ve “mecburi göçle” gelmişlerdir Dersim’e. Dersim de demezler tabii ki, Tunceli’dir onlar için. Dağlarında “teröristler” olan ve Sünni olmayan yapısıyla. “Mecburi göçün” en önemli sebeplerinden biri elbette maddidir. Tunceli Üniversitesi’nin diğer illere göre daha yüksek olan geliştirme ödeneği “mecburi göçü” epey cazip kılar. Bu öğretim elemanları Dersim’in merkezi olan Palavra Meydanı’nı bilmezler. Palavra Meydanı’ndaki Halkbankası’nı bilirler sadece. Seyit Rıza Meydanı’ndaki Çarşı Kafe’de çoğu çay içmemiştir. Bilmezler Dersim gündemini, tartışmalarını ve konuşmayı seven Dersimlilerin uzun söylevlerini. Bu gruba birinci grup diyelim.
Tunceli Üniversitesi’nin Alevi, Kürt, solcu ya da bu kimliklerin hepsini taşıyan Dersimli öğretim elemanları da vardır. Bunlar Çarşı Kafe’de çay içerler ama büyük çoğunluğu Atatürk-Sihenk mahallesinde oturur yine. Dersim merkezinin korsanlı, alevli akşamlarından güvenli mesafededirler. Bunun yanında kentle akademisyen mesafeliliği içinde ilişki kurarlar genelde. Genelde kentin gündemini uzaktan izlerler. Basın açıklamalarına katılmazlar çoğunlukla. Kente dair akademik çalışmalar yapar belki bir kısmı. Akademisyen tarihin oluşunda değil, tarih yazımında vardır. Bu yüzden uzaktan gözlem iyidir. Dersim’in kimliği, rahatlığı Dersim’i cazip kılar maddi olanın yanında. Öğrencilerle akademisyen mesafeliliğini korumak da tercih edilir genelde. Üniversite bileşenleri içinde hiyerarşi savunulur pek bilmeden belki. Bu grup da ikinci grup olsun. İkinci grup ilk grubu eleştirir görünür ama iktidara da rıza gösterir genelde. Rıza göstermesinin iktidarı iktidar yapan şey olduğunu bilmez görünür genelde.
Tunceli Üniversitesi, bu öğretim elemanlarından oluşmaz tümüyle. Kentle, öğrencileriyle başka ilişki kuran öğretim elemanları da vardır. Sayıları diğerlerinin yanında azdır elbette. Çarşıda, Gazik’te ve Sihenk’te otururlar. Diğerlerinin aksine basın açıklamalarına da katılırlar grevlere de. Akademisyen mesafeliliğinde kentle ve öğrencilerle ilişki kurmadıklarından haklarında bolca soruşturma da açılır. Bolca mobbinge uğrarlar. Gözaltına alınan öğrencilerini yalnız bırakmazlar, adliye kapısında beklerler. Çünkü akademi dört duvar arasında değildir. Bu gruptakiler için “kimlik” değil “akademi” ve “gelecek” önemlidir ve bu yüzden muhaliftirler. Ve KHK fırsatçılığıyla ihraç edilenler genelde bu gruptandır. Nihayet gururla söyleyebilirim, Tunceli Üniversitesi’nin en çok soruşturma açılan hocası olarak sayısı nicelik olarak en az olan bu üçüncü grupta yer aldım hep. Bu gruptakilere anayasal hakları kullanmaktan soruşturma açan üniversite yönetimi, diğer gruptakilere dokunmaz.
İşte bu üç gruptan oluşur Tunceli Üniversitesi yönetimi. Birinci gruptan bolca yandaşla doldurulur üniversite yönetimi. Ama hem Dersim gibi muhalif bir kentte hem de öğrencileri muhalif bir kentte meşruiyet sağlama sorunu vardır. Bunun için de ikinci gruptakilerin üniversite yönetimine getirilmesi çözümüne başvurulur. Kente ve öğrencilere mesaj verilir: “Bakın Alevi, Kürt ya da solcular da yönetimde”. İkinci gruptakiler dünden razıdır “akademi” görünümlü okul yaratma sürecine. Bazıları samimidir bu arkadaşların, geç anlarlar vitrine konulduklarını. Yine de çok azı ses çıkarır, istifa eder. Doçent olmak, koltuğu korumak yine de önemlidir çoğu için. Hiç mi üçüncü gruptakiler dahil olmaz üniversite yönetimine? Zorunluluktan, kadrosuzluktan dahil olurlar ya da seçimle gelirler ama uzun sürmez genelde. Hukuksuzlukla, mobbingle yerlerini ilk iki gruba bırakırlar. İkinci gruptakilere de mesaj verilir: “Ilımlı, sessiz olmazsanız sonunuz böyle olur.”
İlk gruptakilerin bazıları yandaşlığı, pervasızlığı abartır. Öğrencileri not veya mevki karşılığı ilişkiye zorlama iddiaları, taciz iddiaları veya yüksek lisans sorularını çalan hoca iddiaları hep bu muhafazakar gruba ilişkin olur. Bazen soruşturma açılır ama hiç ceza verilmez bu gruptan olanlara.
Okul dediğim yerin üniversiteye benzemesi için üçüncü gruptakiler mücadele verir genelde. Akademik üretimi her türlü koşulda sürdürürler ve öğrenci arkadaşlarıyla paylaşımı hiç bırakmamaya çalışırlar. “Her şehre üniversite” şiarıyla altyapısız, öğretim elemanı yetersiz şekilde “üniversite” açan zihniyetin birincil amacının hiç akademi olmamasını hatta üniversiteyi “kalkınmanın” aracı gibi düşünmelerini eleştirirler, teşhir ederler. Üniversite açmak inşaat yapmak gibi bişeydir üniversite yönetimine göre. Yeni Türkiye tarzı: Müteahhit kazansın, esnaf kazansın. 2-3 bin kişilik ilçelere meslek okulunun programları açılır bu şiarla. Tam da bunlar yapılırken “üniversite” kavramının evrensel olandan doğduğunu söyler her konuşmasında üniversitenin kurucu rektörü. Üniversitenin evrensel olandan doğduğunu söylediği konuşmalarına katılım ise zorunludur rektörün. Hatta üniversitede bağış toplamak bile zorunludur. Fişleme olur mu hiç evrensel olanın yerinde: “Bağış verenlere artı, vermeyenlere ise eksi. Rektör beyin emri.”
Akademik meseleler nedense hep ikincildir bu okulda. Öğretim üyesi yetersiz fakültelerde, uzmanlık dışı derse girmek gittikçe normalleşir. Hoca sayısı yetersiz “fakültede” niye ikinci öğretim programının açıldığı sorulduğunda dekan bey, hiç niyetini gizlemeden “ders ücreti almak için” cevabını verir. Sivas’tan sabah ezanı saatinde çıkıp Tunceli’ye gelip iki günde 20 saat civarı ders vermesinin motivasyonunu açıklar bu cevap.
Üniversitenin ilk yılı olan 2009’un bahar aylarıyla birlikte “okul”daki “karanlık hayalet” Dersim’deki sohbetlere sıkça konu olmaya başlar: Cemaat hayaleti. Sokakta, kahvede herkes cemaat örgütlenmesinden bahseder ve Dersim’in asimilasyon sürecinde cemaatin rol aldığı konuşulur. Üniversiteden önce Munzur Koleji ile Dersim’de varlık gösteren cemaat, cemevi yönetimiyle onlarca kesilen kurban eşliğinde ilişkenir. Tunceli Üniversitesi rektörü de bu ilişki ağında önemli rol alır.
Cemaatçi, gerici, İslamcı kadrolaşma rektör eliyle hız kazanırken buna karşı üniversitede Eğitim-Sen örgütlenmesi başlatılır, ikinci gruptakilerin suskunluğu eşliğinde üçüncü gruptakilerin katkılarıyla. Eğitim-Sen örgütlenmesi genişledikçe okuldaki rüzgar değişmeye başlar fakat buna cevap olarak rektör eliyle yandaş sendika örgütlenmesi gecikmez. Tek amacı Eğitim-Sen’in yetkili sendika olmasının önüne geçmek olan bir sendikal örgütlenme çok zaman geçmeden Eğitim-Sen’i üye sayısı olarak geride bırakmayı başarır. Bu başarı, kadrolaşmanın başarısıdır. Cemaat ötgütlenmesi ayyuka çıkarken cemaate karşı 2011’in Ocak ayında 50’ye yakın demokratik kitle örgütünün katılımıyla geniş katılımlı bir miting düzenlenir. Bu Türkiye çapında cemaati hedef alan ilk miting hatta ilk eylem olmalıdır. Eğitim-Sen Dersim Şubesi başkanı Mehmet Ali Arslan mitingde cemaati ve üniversiteyi şu sözlerle eleştirir: “Nüfusun çoğunluğu Alevi olan Tunceli’de, cemaatçi dershane ve yurtların açılması, cemaatçi okulların yapılanmasına iktidarın bütün olanakları sunuluyor. Tunceli Üniversitesi’ni bu amaca hizmet eden kuruma dönüştürdüler. Üniversite açılışından bugüne kadar yerelde tüm Dersim sivil toplum örgütleri ve sendika olarak yaptığımız tüm itirazlara rağmen, ciddi dinci ve gerici kadrolaşma yaratılıyor.”
Mehmet Ali Arslan’ın cemaat örgütlenmesi konusunda eleştirdiği üniversitenin o dönem rektörü olan Durmuş Boztuğ ise 5 yıl sonra AKP’den İzmir milletvekili adayı olarak girdiği seçimi HDP’nin milletvekili çıkartmasıyla kaybedecektir. Miting sonrasında çok geçmeden Eğitim-Sen başkanı Mehmet Ali arkadaş başka bahanelerle tutuklanacaktır. Cemaati hedef alan bir diğer kurum ise Demokratik Haklar Fedarasyonu’dur (DHF). Dersim’de cemaati de hedef tahtasına koyduğu yozlaşma karşıtı kampanya ile gündemi belirlediği süreçte yine yapılan bir operasyonla aralarında öğrencilerimizin de bulunduğu birçok üyesi tutuklanacaktır. Bu operasyonları yapan savcılar ise daha sonra cemaatçi oldukları gerekçesiyle tutuklanacaklardır. Cemaatçi kadrolaşmaya KESK’in öncülüğünde karşı çıkılan Dersim’de bugün 200’ü aşkın KESK üyesinin KHK ile ihraç edilmesi yoruma gerek durmayacak şekilde tabloyu özetler. Aslında üniversite rektörü olan Durmuş Boztuğ’u bir özne olarak muhattap almak çok yanıltıcı olacaktır. Durmuş Boztuğ’u Tunceli Valiliği’nin yakın markajında AKP’nin yönetici memuru olarak görmek kanımca en doğrusudur. Durmuş Boztuğ deyince tarafıma açılmış iki soruşturmayı biraz detaylandıracağım: İlki sendika eylemine katılmaktan yani anayasal haklarımı kullanmaktan dolayıydı. Diğeri de sendikal hak olan greve katılmaktan kaynaklıydı. Gezi için yapılan greve katılmaktan dolayı soruşturma açıldı bana ve birkaç arkadaşıma. Soruşturma sonucunda üniversiteden atılmamız istenmişti ve bu karar rektör tarafında onaylanacaktı ki Eğitim-Sen Genel Başkanı’nın rektöre anayasayı, AİHM’yi ve Dersim’in özgün yapısını hatırlatmasıyla soruşturma sürecimiz haklılığımızla son bulacaktı. Bu soruşturmalarda öğrencilerimizi de anmadan geçmemek gerek. Bir sene önce öğrencilerin tutuklanmasına karşı “öğrencime dokunma” t-shirtleriyle gelen hocalarına sahip çıktılar ve “hocama dokunma” t-shirtleriyle yanımızda oldular. Ve anayasal haklarımızı kullanan bizler kazandık.
Öğrencilerin çoğunluğu üç gruptan oluşan okulu iyi tanırlar. Birinci gruptakilerin çoğunluğunun öğrencilere verecek hiçbir şeyi yoktur. Not korkusuyla kurulan hiyerarşiden akademi çıkmadığını yaşayarak görürler. İkinci gruptakilerin çoğunluğunun “kimliğe” dayalı muhalifliği de çok geçmeden anlaşılır. Hayatın öznesi olmayanlar; doğanın, hayatın, tarihin diyalektiğini anlatabilirler elbette ama samimiyetsizlik de gözüne çarpar öğrencilerin. Zaten üniversite okul olmuşken susanlar, akademiye dair ne kadar konuşabilir ki. Öğrenciler üniversiteyi, geleceği savunanların üçüncü gruptan olduğunu iyi sezerler, bilirler. Hocaları üniversiteden ihraç edilse de dışarıda yaratılan akademide hocalarını dinlemek isterler. Beraberce verilen akademi mücadelesinde gerçeğin, geleceğin üçüncü grupta olduğunu ifade ederler hep. Zaten öğrencilerin çoğunluğu üçüncü grubun doğal üyesidir. Okul üniversite olacaksa en başta öğencilerin kesintisiz süren 8 yıllık mücadelesiyle ve bu mücadeleye omuz veren, verirken de öğrencilerinden çok şey öğrenen hocalarıyla olacaktır.
Gelelim son rektöre. 6 yıl önce 10 bin kişinin cemaat kadrolaşmasına karşı çıktığı Tunceli Üniversitesi’nde cemaatçilerden çok, gerçek bir üniversite olması için mücadele edenlere dokunur rektör. Cemaatçi örgütlenmede yer alan, cemaatçilerin pisliklerini örten yönetim kadrolarına neredeyse hiç dokunmaz. Dolayısıyla eski rektörün suç ortaklığını devam ettirir. Ve yüzü hiç kızarmadan rektörlüğün üzerine altın renkli büyük puntolarla Hacı Bektaş Veli’nin şu sözlerini yazdırır: “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Ubeyde İpek, başka bir yazının konusu olsun. Ubeyde İpek’in Ege Üniversitesi rektörü gibi cemaatçi şüphesiyle açığa alınması hiç sürpriz olmayacaktır Dersim’de. Bu kadar saldırganlığın altında ancak korku yatabilir. Korkunun ecele faydası olmaz. Çok geçmeden istibdat yıkılır, Dersim’deki “okul” bir gün gerçek üniversite olur. Bunun ne kadar hızlı olacağı ülkenin politik atmosferine bağlı olacak kuşkusuz ama ikinci grubun iktidarla sessiz ittifakının bozulmasına da bağlı olacak bu hız.
[1] Yrd. Doç .Dr., 06.01.2017 KHK’sı ile ihraç.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.