ABD’nin Suriye’deki saldırısı ABD yönetici elitinin dünyayı militer olarak kontrol etme politikasının ürünüdür, bu politika Ortadoğu’dan Asya’ya yeni savaşların ve büyük toplumsal yıkımların habercisidir
ABD’nin Suriye’deki saldırısı esas olarak, ABD yönetici elitinin dünyayı militer olarak kontrol etme, dünya hegemonyasını militarist baskıyla kurma politikasının ürünüdür, bu politika Ortadoğu’dan Asya’ya yeni savaşların ve büyük toplumsal yıkımların habercisidir
Trump Ortadoğu’da önderliğine soyunduğu “Sünni İttifak”ın forma girmek için büyük ihtiyaç duyduğu ilk hamleyi yaptı. “Suriye’yi vur” emri verdi. Suriye vuruldu. İsrail’den Türkiye egemenlerine, IŞİD’den, El Nusra’ya, Suudiler’den İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya’ya ve hatta Japonya yönetimlerine herkes “Yetmez ama evet” diyor.
Obama’nın ikinci başkanlık döneminde Dışişleri Bakanı Yardımcısı olan ve “IŞİD’le mücadele” faaliyetleri çerçevesinde sık sık Türkiye ziyaretleri yapan Andrew Blinken Suriye’ye düzenlenen saldırının ardından New York Times’a bir yazı yazdı.
Blinken’in yazısı Suriye’ye yönelik saldırının gerçek amacı ve saldırıdan beklenen sonuçlar hakkında açıklayıcı ögeler içeriyor (After the Missiles, We Need Smart Diplomacy on Syria, April 7).
Blinken, Trump’ın bir dünya başkanı değil, sadece ABD Başkanı olmak istediğini sürekli vurguladığını, ancak bu olayda da görüldüğü gibi, Beşar Esad gibi bir tiran uluslararası hukuku çiğneyip kendi halkına kimyasal silahlarla saldırdığında tüm dünyanın harekete geçmesi için ABD’ye baktığını ve Trump’ın doğru bir hamleyle harekete geçtiğini söylüyor. Blinken, Trump’ın Suriye’ye yönelik bu cezalandırma eylemi nedeniyle kutlanması gerektiğini ifade ediyor.
Blinken’e göre saldırı yapıldı ve şimdi Trump yönetiminin daha önce ciddiye almadığı şey hemen başlamalı: Akıllı diplomasi. Hedefi hemen açıklıyor: Akıllı diplomasi Rusya ile yürütülmeli, Ruslara Esad’ın bu saldırıyı gerektiren eylemleri devam ettikçe saldırıların da süreceği söylenip, onlardan etkili bir ateşkes ve isyancılarla gerçek barış görüşmelerinin başlaması talep edilmeli.
Blinken’e göre, Ruslar Esad’ın Sünniler üzerindeki insanlık dışı baskılarının yarattığı sorunları ve Sünnilere yönelik bu kanlı acımasızlıkların kendilerine geri tepme olasılığının yükseldiğini zaten biliyorlar, Suriye’nin Sünni Arap komşuları ve Türkiye gelişen bu koşullarda kendilerini Suriye muhalefetine olan desteklerini ikiye katlamak zorunda hissedebilirler, bu da Moskova’nın yaşamını çok daha zorlaştıracaktır.
Blinken sözünü ettiği “geri tepme”nin dinamiklerini de şöyle açıklıyor:
Merkezi Asya, Kafkasya ve Rusya’daki Sünni Müslümanlar Suriye’deki bu manzaralar nedeniyle Moskova’ya karşı daha da öfkelenecek ve Suriye’deki Kafkasyalı binlerce savaşçının bazıları intikam almak amacıyla eve dönmenin yollarına bakacak…
Blinken, muhtemelen Suriye’de radikalleştiğini düşündüğü St. Petersburg bombacısını sözünü ettiği duruma bir örnek olarak gösteriyor ve Trump yönetiminin Putin’in bu durumdan çıkış için yol bulmasına mutlaka yardımcı olması gerektiğini dile getiriyor.
Blinken, Trump yönetiminin Rusları Amerikan uçaklarının uçuş güvenliği konusunda mutlaka ikna etmesi, hava savunma sistemlerini harekete geçirmelerini engellemeleri konusunda uyarıyor.
Blinken’in Trump yönetimine bir başka tavsiyesi İran hakkında. Bu gelişmeler nedeniyle İran’ın Irak’taki milisleri Amerikan askerlerine karşı harekete geçirebileceğini, yönetimin bunu mutlaka engellemesi gerektiğini söylüyor.
Blinken’in yeni yönetime yaptığı bir başka uyarı müdahalelerin sınırları konusunda dikkatli olmak, öğreniyoruz ki Blinken, “sivilleri Kaddafi şiddetinden koruma” gerekçesiyle ABD yönetiminde Libya’ya askeri müdahaleyi savunanlardan biriymiş. Ama şimdi diyor ki, “Sivilleri koruma amacıyla başlatılan operasyon, bir rejim değiştirme ile sonuçlandı.” Böylesi bir durumda Suriye, ABD açısından Kaddafi sonrası Libya’dan daha fazla meydan okuyucu olabilir.
Blinken’in Trump’a son tavsiyesi, Trump’ın doğrudan ABD halkına seslenmesi, ülkenin misyonu ve hedeflerini doğrudan anlatması. Kongreyi bilgilendirip, ondan destek sağlaması… Trump’ın Kongre’yi bilgilendirip, ondan hukuki bir temel talep etmesi gerekiyor diyor Blinken… Neden mi? Çünkü ABD’nin Suriye’deki tüm askeri faaliyetleri, Blinken’in yönetimde önemli bir pozisyonda bulunduğu dönemde de, şimdi de ABD hukuku açısından bir boşluk içinde gerçekleştiriliyor. Suriye’deki askeri faaliyetlerin hukuki bir temeli yok, bazı ABD parlamenterleri bunu sürekli olarak gündeme getiriyorlar, ama ABD yönetimleri orası dünyanın demokrasi ve hukuk devleti mabedi olduğu için yasal temele, Kongre’den onay almaya gerek duymadan askeri faaliyetlerini icra ediyorlar.
Blinken’in yazısı bir örnek, yeminli Trump karşıtı ana akım liberal Batı basını onun emperyalist saldırganlık yönelişli bir çizgiye gelmesi karşısında tek vücut olmuş Trump’ı selamlıyor ve onun emrini verdiği saldırının propagandasını yapıyor. Bizim açımızdan bunda şaşılacak hiçbir şey yok. Bu durum eşyanın tabiatına son derece uygun. Lenin’in formüle ettiğinden beri, emperyalizm militarizm ve gericilik demektir, başka hiçbir anlamı yoktur. Blinken’de en üst temsilcilerinden biri şahsında cisimleştiği gibi, söz konusu Amerikan emperyalizmi ve militarizmi olduğunda tüm kanatlar ortak optimal noktada buluşurlar.
ABD tam da bugünlerde, cihatçı katillerin Suriye’de askeri olarak pek çok alanda geriletildiği, İdlib operasyonu hazırlıklarının yapıldığı günlerde harekete geçti. Bizim açımızdan çok uzun zamandır son derece net olan gerçekler, ABD’nin saldırısıyla çok daha fazla görünür hale geldi.
Yaklaşık altı yıllık başarısızlığın ardından yeniden organize edilen ABD ve İsrail önderliğindeki “Sünni İttifak”ın sağlam bir güven tazelemesine, bir öncü işaret fişeğine ihtiyacı vardı. Bu işaret fişeğini ancak ABD çakabilirdi ve öyle de oldu.
“Sünni İttifak”ın yeniden örgütlenmesinde hayati adımlardan birisi yine Beyaz Saray’da atılmış, Suudi Veliaht Prensi Salman, Trump’la iki hafta önce gerçekleşen görüşmesinde ABD’de yapılacak 200 milyar dolarlık yeni Suudi yatırımının garantisini vermiş, Mısır’dan Suudi Arabistan’a geçtiğimiz yıl devredilen stratejik öneme sahip iki adada ABD’nin askeri üsler kurması teklifini Trump’a sunarak güven tazelemişti.
Trump’ın emriyle Suriye’ye saldırı düzenlenmesi “Sünni İttifak”ta coşturucu bir etki yarattı. Ama coşturucu etki sadece Ortadoğu ile sınırlı değil. İsrail’den Suudilere, Tayyip Erdoğan’dan aylardır ticaret fazlası ve NATO ödentileri konusunda didişip durdukları Merkel’e tümü Trump’a güven tazeliyorlar.
Ama gerçeğin takipçisi olan, emperyalizme uşaklığı tercih etmeyenler de var. Mesela Birleşmiş Milletler’deki Bolivya temsilcisi…
Bolivya’nın BM temsilcisi, ABD’nin Suriye’ye saldırısını, “Irak işgali”ne benzetti ve “Irak’ta kitle imha silahı olduğuna dair kanıtlar olduğu” iddiasını hatırlatarak, ABD’nin Irak’ta yalan çıkan bu iddiayla 1 milyon insanı öldürdüğünü vurguladı. 1960’lar ve 1970’lerde Latin Amerika’daki ABD destekli askeri darbeleri de hatırlatan Bolivya temsilcisi, “Çıkarınıza olmadığı zaman insan hakları veya demokrasiye ilgi duymuyorsunuz” diyerek ABD yönetimini BM’de mahkum etti.
Meselenin bir diğer önemli boyutu ise, 2013 yazında Obama Suriye’yi yine bir “kimyasal silah provokasyonu” nedeniyle vurmaya hazırlandığında bugün vur emri veren Trump’ın o günkü tutumunda yatıyor. Trump o günlerde de Twitter’ı etkin bir iletişim aracı olarak kullanıyor ve konuya ilişkin şunları yazıyordu:
Bizim budala başkanımıza, Suriye’ye saldırma. Eğer bu saldırıyı yaparsan, Birleşik Devletler’in hiçbir şey kazanamayacağı bu savaşta, çok daha kötü şeyler gerçekleşecek. Eğer ABD Suriye’ye saldırır ve yanlış hedefleri vurup sivilleri öldürürse, bunu dünya çapında bir cehennemle ödeyeceğiz, bundan uzak dur. Suriye cehenneminden uzak durmalıyız, oradaki “isyancılar” da en az şimdiki yönetim kadar kötü. Milyarlarca dolarımız ve yaşamlarımızla ne elde edeceğiz? Sıfır…
Trump 2013 yazında her zamanki üslubuyla meseleyi böyle ortaya koymuştu.
Trump seçim kampanyası boyunca, “radikal İslamcı terörle savaş” başlığını öne çıkarmış, Amerikan emperyalizminin Irak ve Afganistan savaşlarına eleştirel yaklaşmış, Rusya’nın “radikal İslamcı teröre karşı savaşta” bir müttefik olabileceğini dile getirmişti. Trump’a göre, ABD’nin Ortadoğu’da girdiği savaşlar “aptalca ve sonuçsuzdu”. O, uzun ve başarılı ticari hayatındaki deneyimlere dayanarak çok başarılı anlaşmalar yaparak ülkeyi çok ucuza güvenli bir hale getirebileceğini söylüyordu.
Trump’a göre Putin “İslamcı terörle savaşta” önemli bir partner olabilirdi ve Suriye’de Beşar Esad “ne güzel İslamcı terörle savaşıyordu”, ancak Trump’ın seçimi kazanmasıyla birlikte ABD yönetici elitinin güçlü bir kanadı harekete geçti. Trump’ın Putin’in adamı olmasından, Trump ekibinin Rus çıkarları doğrultusunda çalışmasına uzanan bir çizgideki argümanlarla çok güçlü bir kampanya başlattı.
İki ay boyunca yapılan inanılmaz baskılar sonucunda, “güçlü adam Trump” yola beraber çıktığı ve ABD Ulusal Güvenlik Konseyi gibi en önemli organlardan birinde üst düzey görev verdiği iki yakın çalışma arkadaşını feda ederek seçimle kazandığı başkanlığı Amerikan yönetici elitinden bu ihanetleri ve Suriye saldırısıyla yeniden satın almak zorunda kaldı.
Suriye saldırısı Trump’ın yakın çalışma arkadaşı Bannon’un Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki önemli görevinden el çektirilmesinden birkaç saat sonra geldi. Trump bu saldırıyla Amerikan yönetici elitine kendini ispat etmiş ve artık gerçek manada ABD Başkanı olmuştu. Yani ABD egemen eliti tarafından fethedilmişti.
ABD’nin Suriye’deki saldırısı esas olarak, ABD yönetici elitinin dünyayı militer olarak kontrol etme, dünya hegemonyasını militarist baskıyla kurma politikasının ürünüdür, bu politika Ortadoğu’dan Asya’ya yeni savaşların ve büyük toplumsal yıkımların habercisidir. Ortadoğu’dan Asya’ya emekçi sınıfların barış ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeleri dışında bu eğilimi engelleyebilecek hiçbir alternatif yoktur.
Blinken’in yazısında da bir kez daha vurgulandığı gibi, ABD’nin Suriye’deki temel politik hedefi ülkedeki etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinde temellenecek küçük birimlerden yeni devletler çıkararak bu birimleri ekonomik, politik ve askeri düzeylerde kendi kontrolü altına almaktır.
Bu politik hedefi kavramanın yolu Irak’a bakmaktan geçiyor, modelin kendisi orada en canlı haliyle karşımızda duruyor. Etnik ve mezhepsel temellerde ebedileşen düşmanlıklar ve ABD’ye her düzeyde mutlak bağımlılık Irak’taki grupların paylaştığı ortak özelliklerdir. ABD’nin istediği işte böyle bir Ortadoğu’dur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.