Aidiyetleri ve sınırları sallamayan, gezegen kapsamında yeni bir bilinç ortaya çıkmakta. Tarihçi ve filozof Achille Mbembe, dönemimize uygun bir demokrasi bulmanın zamanı olduğunu düşünüyor
Aidiyetleri ve sınırları sallamayan, gezegen kapsamında yeni bir bilinç ortaya çıkmakta. Tarihçi ve filozof Achille Mbembe, dönemimize uygun bir demokrasi bulmanın zamanı olduğunu düşünüyor
Kısa bir süre evvel, burayla berisi arasındaki sınır az çok net bir şekilde çizilmiş oldu. Bugünse böyle bir çaba boşuna. Bundan böyle sınır çözülmeye değilse bile gevşemeye meyillendi. Geri dönüşü yok. Aslında, ulusalcılıklara rağmen daima sadece bir dünya var olmuştur. Beğenelim ya da beğenmeyelim hepimiz bu dünyanın hak sahipleriyiz. Bu gezegensel çağda hepimize ortak[1] olanın parametrelerini yeniden tanımlamak için daha elverişli zamanlar olamazdı.
İnsanlık, bir fikirde ya da diğerinde, temelinde borç olmayan bir dünya, bir toplum veya bir topluluğun olmamasında ortaklaşır. Kendimize kutsallık atfetmesek kendi kendimizin türünü tehlikeye atmamız söz konusu değil. Bizi hayata açan daima başkalarıdır. Onlara sadece doğumumuzu değil, aynı zamanda, hem hesabı hem de geri ödemesi imkânsız olan dilimizi, temel kurumları, çeşitli verasetleri ve maddi olmayan zenginlikleri de borçluyuz. Bunların ilk kurucuları bizler değiliz.
Borcun bu esaslı hali bizden sonra gelenlere başka türlü bir dünya miras bırakma yükümlülüğünün ortasında bırakıyor bizi. Elbette bu borç, alışveriş şeklinde yeniden üretim koşullarını veya hatta milyonlarca kadın ve erkeğin hayatta kalım koşullarını günümüzde tehlikeye atan kamusal borçtan farklı.
Öte yandan insanlığın özelliği birbirimize birbirimizi teşhir ederek ve kültürlerden ve kimliklerden azade yaşamaya meyilli oluşumuzdur. Fakat son tahlilde dünya üzerinde diğer türlerle olan tarihimizin aldığı gidişat da budur. Birbirimize teşhir olarak yaşamak, dönüştüğümüzün bir kısmının filozof Judith Butler’ın zafiyetimiz olarak adlandırdığında kök bulacağını kabul etmeyi gerektirir. Bu ise düşmanlar yaratmaya değil, dayanışmalar örmeye bir çağrı olarak yaşanmalı ve duyulmalıdır.
Aslında kimlik dediğimiz şey esas değildir. Hepimiz birer yolcuyuz. Gezegen kapsamında yavaş yavaş yeni bir bilinç oluşurken nesnel bir yazgı topluluğuna dair bir gerçek farklılık kültünün üstesinden gelebilmelidir.
Ne yazık ki neoliberal dönemin özelliği, pek de uzak olmayan bir geçmişte tabular alanında alt edemesek de geriletmeyi az çok başardığımız karanlık ve çürük güçlerin bin çeşidini serbest bırakmayı içeriyor. Irkçılık için de aynısı geçerli, liberal demokrasileri kurtarmayacağını tekrarlamamız gereken diğer otoriter itkiler için de.
Yeterince ortaya koyamadık fakat neoliberalizmin ağlarına yakalanmış toplumlara içkin ırkçılığın kökünde keyiflenme zorluğu bulunur. Hal böyleyken ırkçı itkiler libidinal itkilere dönüşmüştür.
Irkçılığın işleyebilmesi için saf bedenler, saf kültürler, saf kan bulunan kurguya ihtiyacı vardır. Hâlbuki saf, saydam hiçbir insan bedeni yoktur. Vücut, din, kültür veya kan olarak beyaz yoktur işte. Tüm bedenler kızıla[2] boyalı ve koyudur. Ve onlardan insani ve yaşayan vücutlar, onları yaşatanların, dünyanın etinin üzerine açılan delikli vücutlar yaratan da budur.
Demokrasiye yeni bir şans vermek için, öyle veya böyle varoluşun finansallaştırılma sürecine sınırlar dayatmak ve ister öfke savaşları olsun ister çağımıza özgü meslek veya talan savaşları olsun, savaşların yeni şekillerini yenilgiye uğratmak gerekecektir. Öte yandan temsiliyetin terimlerini öyle bir şekilde yeniden icat etmek gerekecektir ki bütün sesler duyulsun ve etkin olarak kâle alınsın. Demokrasinin temelinde eşitlik ilkesi bulunuyorsa sosyal eşitsizliğe yönelik belirli bir eşiğin demokrasinin fikrini bile tehlikeye atacağını kabul etmek gerekir.
Bu yaşayanların demokrasisi sadece evrensel anlamda değil “ortak olarak” anlamında da bir derinleşmeye çağrıdır.
Geride kalanlar için sınırları olan ve sonucunda ebediyete uzatılamayacak dünyamız bitmiştir. İnsanlar bu dünyanın ne tek yerleşikleridir ne de tek hak sahipleridir. Bundan böyle dünya üzerinde sınırsız hükümranlık süremeyeceklerdir. Bu bir kenara, gerçekçi demokrasi ancak kendi birlikteliklerinde yaşayanlara ait olacaktır.
Bu yaşayanların demokrasisi evrensel anlamda değil, “ortak olarak” anlamında, ve haliyle bir özen anlaşması – gezegene özen, dünya üzerinde yaşayan insan veya insan olmayan herkese taşınan bir özen – dahilinde bir derinleşmeye çağrıdır.
Öte yandan “ortak olarak” projesi yolcuya yer açar. Yolcu son tahlilde, geniş anlamıyla geleceğe doğru bir minvalde giden ortak koşulumuzu oluşturana, ölümlü olana atıfta bulunur. Yolcu olmak, sonuç itibariyle dünyevi insanın koşuludur. Yeni çıkmazlar kurmak değil, geçişi, yolu teminat altına almak, planlamak ve yönetmek; bana göre gezegensel çağda demokrasiye düşen budur.
Achille Mbembe, Kamerun’da doğdu, Güney Afrika’da, Johannesburg’daki Witwatersrand Üniversitesi’nde okutman ve yakın zamanda “Tedirginlik politikaları” (La Découverte, 2016) kitabını yayınladı.
[1] Orijinal metinde “commun” olarak geçen (ve yer yer “en-commun”e dönüştürülen) terim politik düşünce ve eylem olarak benimsenen komünü, müştereği, ortak olanı ifade etmektedir.
[2] Yazar esasında aşıboyalı (ocre) kelimesini kullanıyor fakat deriye atfedilen (aynı zamanda ırkçı bir sembolik anlamı bulunan) Türkçe karşılık kızıldır.
[Lemonde.fr’de yayımlanan 24 Ocak 2017 tarihli Fransızca orjinalinden Evrim Şaşmaz tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.