#Hayır, bitmedi mücadelemiz sürüyor! Biz milyonlar, tek perdelik mücadelemizde sonuç almaya kararlıyız. Bu işi oyun sananlar ikinci yarıya ittifaklarıyla tek kale devam etsin!
#Hayır, bitmedi mücadelemiz sürüyor! Biz milyonlar, tek perdelik mücadelemizde sonuç almaya kararlıyız. Bu işi oyun sananlar ikinci yarıya ittifaklarıyla tek kale devam etsin!
Şu Deniz Baykal bu dünyaya sanki Tayyip Erdoğan’ın kurtarıcı meleği olarak gelmiş anlaşılan. Bu kaçıncı cankurtaran simitliği kardeşim. 2002 seçimlerinde Tayyip Erdoğan aldığı ceza nedeniyle muhtar bile seçilemezken, Deniz Baykal’ın teklifi ve tam desteğiyle çıkarılan yasayla Erdoğan’ın başbakanlığının önü açıldı. O dönem Baykal böbürlenerek bunu “demokrat olmanın gereği” olarak yaptığını söyledi. Bunu kime yaptı? Demokrasiyi varılacak durağa geldiğinde inilecek vagon olarak tanımlayan bir zihniyete. Sonraki süreci birlikte yaşadık. Ta ki 2015 7 Haziran’ındaki seçim sonrası 3-4 gündür ortalıkta görünmeyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ziyaret ederek adeta diri girdiği mezardan çıkaran Baykal yeniden sahne aldı.
Daha sonra 7 Haziran sonrası nafile istikşafi koalisyon görüşmeleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meclisi feshederek (yeniden seçim kararı alarak) seçim tarihini belirlediği 1 Kasım seçimi. Sonrası yok sayılan, gasp edilen halk iradesi, katliamlar… Suruç, ardından 10 Ekim Ankara Gar’ında ülke tarihinin en büyük katliamı. 1 Kasım’da katliamlar üzerine inşa edilen seçim süreci, AKP ve Erdoğan’ın meydanlarda istikrar vaat ederek kazandıkları seçim. Peki istikrar sağlandı mı? Hayır! Katliamlar, katliamlar. Şubat 2016 Başbakanlık Genelgesi ile 10 Ekim Katliamı ile açık hedef haline getirilen KESK’in tasfiyesi hedeflendi. Baskı ve soruşturma, işten atma, sürgünlerle iktidarın önünde direnç noktası oluşturacak tüm güçlerin tasfiyesi hedeflendi. Ardından hükümete yapılan Saray darbesi ile görevinden alınan ve göreve getirilen halef selef başbakanlar (Davutoğlu’nun görevden alınarak Binali Yıldırım’ın başbakanlık görevine getirilmesi). 2016 20 Mayıs’ında CHP’nin suç ortaklığı ile Meclis’e yapılan Saray darbesi, kaldırılan milletvekilliği dokunulmazlığı. Ardından AKP ve Erdoğan tarafından 15 Temmuz darbe girişiminin fırsata çevrilerek 20 Temmuz’da karşı darbe olarak OHAL ilan edilerek OHAL/KHK rejimine geçilmesi. O günden bu güne ne için ilan edildiği unutularak sanki normal yaşamımızın bir parçası haline getirilmeye çalışılan OHAL’in her üç ayda bir uzatılması, Meclis’in by-pass edilerek devlet yönetiminin KHK’lerle yürütüldüğünü gördük yaşadık.
7 Haziran seçimlerinden sonra başkanlığa gidilen yolda taşlar adım adım döşenirken OHAL’in ilanıyla süreç adeta koşar adım yürütülmeye başlandı. Bu süreçte “FETÖ ve bölücü örgüt ile ilişkisi, iltisaklı, irtibatlı olduğu değerlendirilen” gibi hukuk literatürüne yapılan dahiyane katkılara dayanarak yüz binlerce sorgusuz sualsiz işinde atılan kamu emekçileri, kapatılan TV kanalları, gazeteler, dernekler, gasp edilen demokratik haklar ve meclisten palas pandıras geçirilen bir anayasa teklifi ve anayasa referandumu süreci.
Başından beri OHAL sürecinde eşitsiz koşullarda toplumsal bir sözleşme/mutabakat yerine dayatma ile getirilen meşruiyetini daha başında kaybeden anayasa referandumu (ki referandum değil plebisit). Referandumun propaganda sürecinde tek yanlı olarak anayasa değişikliği üzerinden toplumda bir tartışma yerine topluma “evet”i kabul ettirmeye dönük gerek propaganda gerekse devletin gücüyle bir baskı kurma süreci (ki bir görüşü tepeden aşağı halka tüm devlet olanaklarını kullanarak kabul ettirilmesi, bunu “halkın oyuna duyulan ihtiyaç” nedeniyle halkoyuna sunulmasına plebisit denir) yaşandı. Devasa propaganda aygıtı, devletin tüm olanaklarının “evet”i kabul ettirmeye yönelik seferber edilmesi, “hayır”ı savunmanın ise adeta suç sayıldığı, terörist ilan edildiği bu aşama elbette ki bir referandum değil, “evet”i topluma yukarıdan aşağı devlet gücüyle dayatılan bir süreç. Aslında referandum gibi tüm görüşlerin eşit olanaklar sağlanarak tartışılıp halkoyuna sunulması süreci işletilmeyerek anayasa değişikliği zorla onaylatma sürecine dönüştürülmüştür.
Başından beri bu anayasa teklifi gerek OHAL sürecinde her türlü baskı ve sindirme ile yürütülen propaganda süreciyle usul açısından, gerekse yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı Tek Adam rejimini içermesiyle de esastan geçersiz, toplumsal meşrutiyeti bulunmamaktaydı. Referandum (siz plebisit diye okuyun) sonrasında YSK’nin yasaları yok sayarak halkın “hayır”ını gasp ederek “evet”i kazandırması onu gayri meşruluğunu pekiştirmekten başka bir işe yaramadı.
Referandumun yapıldığı gece bu sonuca itiraz eden, kendi iradesinin gasp edilmesini kabul etmeyen geniş halk yığınları meşru ve demokratik tepkilerini ortaya koydu. Sokaklarda “hayır”ının peşinde koşan milyonlar iradesine sahip çıkarken sonuçlara saygı duyacağını açıklayan bir CHP Genel Başkanı sahneye çıktı. Ancak daha sonra “hayır” iradesine sahip çıkan milyonların tepkisi, Kılıçdaroğlu’nu, özeleştiri içeren, YSK’nin kararını meşru görmediklerini ve bu sonuca itiraz edeceklerini ifade eden Meclis grup konuşmasını yapmak zorunda bıraktı.
Referandumun sonuçlandığı akşam AKP ve Saray’ın ittifakı olan Ergenekon artığı ultra faşist Doğu Perinçek referandum sonucunun tanınması gerektiğini tersi durumun ABD emperyalizminin oyununa gelmek olarak niteleyip Saray’a selam durdu. Bunu duyan Perinçek’in gençlik uzantısı TGB’nin “referandum geçti ‘evet’çi ve ‘hayır’ce gençlerin bir arada tek yumruk olarak büyük yürüyüş” daveti geldi.
Bütün bunlar AKP-Saray ittifakı içinde olan Ergenekon çetesiyle doğrudan ilişki içinde olduğu bilinen Baykal’ı bugün yeniden devreye soktu. Tayyip Erdoğan’ın kurtarıcı meleği olan Baykal, Tayyip Erdoğan “sürecin birinci yarısının bittiğini ikinci yarısının devam ettiğini, bunun ise 2019 başkanlık seçimi olduğunu” söyleyerek bir kez daha Erdoğan’ın can simitliği görevini yerine getirdi.
Bu ifadesiyle Baykal, anayasa değişikliği ile ilgili olarak söylediği tek adam rejiminin anti-demokratikliği, tüm güçleri tekelde toplaması, meclisin yetkisinin elinden alınması gibi sözlerini yutmuş oldu. Yani Baykal bu tutumuyla YSK marifetiyle halkın iradesinin Erdoğan lehine gasp edilmesine ortak oldu. Baykal’ın ardından şimdiye kadar ne dediği belli olmayan CHP yönetimin rücu etmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Elbette ki bu halk yani milyonlar kendi iradesinin gasp edilmesine, oylarının çalınmasına karşı çıkacak, Türkiye’nin yüzyılı aşkın demokratik birikimine sahip çıkmaya devam edecektir. Peki, bizler ne yapacağız bu durumda? Halkın içinden, onun bir parçası olan bizler tabi ki milyonlarla birlikte haklı ve meşruiyetimizden aldığımız güçle tek alanımız, aracımız olan sokakta “hayır” irademize sahip çıkmaya devam edeceğiz.
Burada Sendika.Org Editörü sevgili Ali Ergin Demirhan’ın dediği gibi;
Fakat kazandığımız bir referandumun göz göre göre çalınmasına neden razı gelelim? Neden son bulması gereken bir Tek Adam rejiminin, çalıntı bir referandumla yasal temel kazanarak devam etmesine izin verelim? Neden eksik gedik de olsa demokrasi ve laikliğe dair kazanımların yok edilmesine göz yumalım? Neden “200 yılın rövanşını alıyoruz”, “karıları kızları bize helaldir” diyen bir çeteye teslim olalım? Neden iktidarın suç ortağı YSK’ya, ne dediği belli olmayan CHP’ye, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece en kirli diktatörlüklere bile destek veren ABD ve Avrupa’ya güvenelim? Kendi memleketimizin sokağından başka bir güvence görebiliyor muyuz?
* KESK MYK üyesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.