Eğitim ve bilim emekçilerinin referandumda anayasaya ilişkin tercihleri “hayır” olmak zorundadır. Bu bağlamda tüm yurttaşların da diğer haklı nedenler bir yana sadece eğitim açısından dahi çocuklarının ve torunlarının geleceklerine ilişkin olarak referandum tercihlerinin “hayır” olması gerektiği açıktır Barınma, sağlık ve eğitim hakların sağlamayan ve güvence altına almayan hiçbir anayasa toplumcu bir anayasa değildir. Anayasalar tarihsel […]
Eğitim ve bilim emekçilerinin referandumda anayasaya ilişkin tercihleri “hayır” olmak zorundadır. Bu bağlamda tüm yurttaşların da diğer haklı nedenler bir yana sadece eğitim açısından dahi çocuklarının ve torunlarının geleceklerine ilişkin olarak referandum tercihlerinin “hayır” olması gerektiği açıktır
Barınma, sağlık ve eğitim hakların sağlamayan ve güvence altına almayan hiçbir anayasa toplumcu bir anayasa değildir.
Anayasalar tarihsel bir olgu olarak ortaya çıkışlarından bu yana “halkın devleti” ve “devletin halkı” temelinden hareketle kurulan sözleşmeler ve dayatmalar şeklinde özetlenebilecek yazılı metinlerdir.
Türkiye birçok Anayasa deneyimine sahip bir ülke olsa da genel olarak Anayasa kültürü bakımından “devletin halkını” oluşturma formasyonuna sahip anayasalardan oluşan bir geçmişe ve deneyimlere sahiptir.
Aydınlanma ve endüstrileşmenin dolayısıyla da laikliğin ve sınıf temelli ihtiyaç ve mücadelelerin sonunda kazanılan, damıtılarak oluşturulan “sözleşmeler metni” temelli bir Anayasa fukaralığı gerçekliğimizi kabul etmek gerekir.
1921 Anayasası’ndan itibaren ’24, ’61 ve ’82 ve şimdi de referandum anayasalarını yüzeysel olarak değerlendirmek gerektiğinde hiçbir anayasamızın toplumun gelişim ve değişim diyalektiği koşutluğunda ve daha da önemlisi gelişimsel mücadele taleplerinin bir ürünü ve kazanımı olarak nitelendirilemez.
Çok daha vahimi anayasalar külliyatımızda tepeden inmeci de olsa ilerici, uygar, toplumcu bir evrimsel süreç gerçeğini görmek gerekir. Bu ’21, ’24 ve ’61 anayasalarında dünya konjonktürünün de bir gereği olarak açıkça görülmektedir. Normal koşullarda beklenilen ve olması gerekenin giderek daha özgürlükçü ve daha demokratik olması gereken anayasal düzenlemelerin ilginç bir şekilde büyük bir kırılma yaşayarak ’82 Anayasası ile büyük bir gerilemeye dönüşmüş, şimdi de referandum anayasası ile dönüşmesini daha totaliter bir yönetim yapısı oluşturmayı amaçlayan/kuran bir niteliğe ulaşmıştır. Bunu da elbette dünya konjonktüründen bağımsız düşünmemiz mümkün değildir. Ancak referandum anayasasının diğer bir özelliği, dış dünyadaki kapitalizm ve sömürü ilişkilerinin daha acımasız olarak yeniden biçimlenmesine paralel olması yanında, içeride uzun süredir iktidarı eline geçirmiş bir yapının, ne olursa olsun kendini güvenceye alma ihtiyacına cevap verecek bir içerikte güncellenme ihtiyacı ile de şekillendirildiği açıktır.
Referandum Anayasası neresinden bakarsanız bakınız şu ana kadar düzenlenmiş veya yazılmış olan anayasaların en gerisinde kalan veya kalacak olan bir anayasadır. Her şeyden söz konusu anayasa önce tekilci, grupçu ve aileci bir yönetim şeklini öngören ve sağlayan olması bakımından tam bir “Ortadoğu coğrafyası ve toplumu anayasası”dır. Bunun için devleti oluşturan kurum ve kuruluşların nasıl oluşturulacağına ve işlevlerini nasıl yerine getireceklerine bakılması yeterlidir. Yürütme her şeyin üstünde ve biricik belirleyicidir. Yasama ve yargının, yürütmenin uhdesinde olduğu hiçbir rejim “çoğulcu” rejimler değildir. Çoğulcu olmayan rejimler önce çoğunlukçu sonra giderek tekilci olurlar. Bu ülke on beş yıldır belirgin bir şekilde tüm nesnel göstergeleri belgelendirilecek şekilde çoğunlukçu bir iktidar/hükümet tarafından yönetilmektedir. Şimdi gelinen bu noktada, söz konusu anayasal düzenleme ile “tekilci anlayıştaki bir rejime” doğru evrilmek istemektedir. Dolayısıyla referandum anayasası bir anayasa olma süreci ve toplumsal evrimselliğin dışında yeni bir hükmetme sözleşmesinin halka dayatılmasıdır.
Unutulmaması gerekenlerden birisi şudur; çoğulcu olmayan yönetimler, çoğunlukçu iktidar olurlar. O çoğunluğun içinde olmayanlar sadece muhalefette olanlar değil, iktidarı seçimler ve oyları ile sağlayan tüm emekçiler ve alt sosyal sınıf insanlarıdırlar. Onların hiç birisinin adı böylesi iktidarlarda seçimler dışında yoktur.
Yeni, ilerici, uygar ve çoğulcu bir anayasası ihtiyacı ile referandum anayasası ihtiyacı aynı şey değildir. Toplumsal ihtiyaç ile iktidar ihtiyacı birbirine çakıştırılmış ve ortaya tam anlamıyla iktidarın ihtiyaç duyduğu bir anayasa metni çıkarılmıştır. Şimdi bunu halka onaylatarak sözleşmeye dönüştürmek peşindedirler. Oysa bu anayasa metni on beş yıldır yapılanların kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve mecbur kalınmış bir anayasa çalışmasıdır.
Dolayısıyla bu metni referanduma götürenlerin öncelikle “Neden evet?” sorusunu cevaplamaları gerekmektedir. Çünkü başlangıç sorusu “Neden hayır?” olamaz. Başlangıç sorusu “Neden evet?” olmak zorundadır. Çünkü getirilmek istenen bir şey vardır. Getirilmek istenen şey, her ne olursa olsun getirilme gerekçelerinin de olması gerekir.
Peki, referandum anayasasının neden getirdiğine ilişkin gerekçeler nedir? Açıklamaları ve savunması var mıdır? Yoktur. Yapılanlar ise kişisel, hamasi ve slogan içeren sözlerden ibarettir.
Örneğin referandum anayasası kabul edilirse, daha uygar ve daha üretken bir eğitim modeli ve eğitim-bilim emekçilerine yönelik daha iyi bir gelecek sunmaya ilişkin “evet” açıklamaları ve gerekçeleri sunulması gerekmez mi? Elbette anayasalar çalışma alanlarına ilişkin nelerin, nasıl gerçekleştirileceğini ayrıntılı veren metinleri değillerdir.
Dolayısıyla eğitim alanında “daha iyi bir eğitim” ve “eğitim-bilim emekçilerine daha iyi bir gelecek” konularına ilişkin referans olarak almamız gerek şey, söz konusu referandum anayasasının sahibi iktidarların bu alanda neler yaptıklarına bakmaktır. Böylece hazırladıkları yeni anayasanın mümkün kılacağı totaliter yönetim sistemin kendilerine sağlayacağı olanak ve fırsatları kullanarak daha neler yapabileceklerini de gösterecektir.
Bu iktidar her şeyden önce “4+4+4 kesintili eğitim modeli” diye bir okul modellemesi icat etmiş, beş yaşını dolduran çocukları ilkokula başlatmış bir iktidardır. Daha sonra bunu düzeltme ihtiyacı duysa da, hâlâ 5,5 ve 6 yaşında çocukların ilkokula alınmaları yasal olarak mümkündür. Bazı sınıflarda üç farklı yaş grubundan oluşan çocuklar söz konudur. Tüm gelişim psikologları ve eğitim-bilim uzmanları ilkokula başlama yaşının 72 ay olması gereği üzerinde dururlarken, çocukları erken yaşta ilkokula başlatma ve daha 9-10 yaşında ilkokulu bitirmelerini sağlamadaki acelecilik, hangi tarz bir ortaokula gideceği konusunda karar verecek olgunluğa ve düşünceye ulaşmasının önüne geçmek değilse başka nedir? 10-12 yaş aralığının çocuklardaki öğrenme açısında en verimli ve sıçramalı yıllar olduğundan hareketle, bu yaşta çocukları “ele geçirme” düşüncesi hangi uygar eğitim anlayışı ile açıklanabilir ve örtüşebilir? Böylesi yanlış ve acımasız bir uygulama ortadayken, bunlara neden olan bir iktidarın referandum anayasasına neden ve nasıl “evet” denebilir?
İlkokul, ortaokul ve lise okullaşmalarına olağanüstü müdahaleler gerçekleştirilmiş, imam-hatip ortaokulları oluşturma adına birçok klasik ortaokul ve ilkokul binaları boşaltılarak, düzenlenerek ve yeniden inşa edilerek imam-hatip ortaokulları okullaşma oranında yapay bir sıçramaya neden olunmuştur. Öğrenci sayıları da doğal olarak planlanan ihtiyacın çok ötesinde olağanüstü sıçrama göstermiştir.
Aynı özen akademik okullar olarak nitelendirilen okullara gösterilmediği gibi, liselerin tümü Anadolu liseleri olarak tescil edilerek eğitim içerikleri ile oynanmış ve birçok ders programlardan çıkarılmıştır. Öğretmen liseleri kapatılmış, proje okul uygulamaları ile geleneği ve köklü bir eğitim geçmişi olan birçok okul müdahaleye uğramış, öğretmeleri zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulmuş, iktidar referanslı idareciler eliyle dönüştürülmeye çalışılan okullar haline getirilmiştir. Yükseköğrenimde ek puan uygulamaları kaldırılarak lise düzeyi eğitimler ile yükseköğrenim arasında az da olsa amaç ilişkisi bağlantısı yok edilmiştir. Bundan sonrası için sıranın “karma eğitime” geldiğini bile bile, bu tür söylemlerin dillendirildiği bir ortamda, ilkokuldan itibaren kız ve erkek öğrencilerin ayrı okullarda okutulması gereğine ilişkin görüşlerin rahatlıkla ifade edildiği bir durumda nasıl olur da referandum anayasasına “evet” denebilir? Ya da “hayır” demekten başka bir düşünce nasıl mümkün olabilir?
Öğretim programları ilk etapta on yılı aşkın süredir sözüm ona çağı yakalamak ve çocukları çağın gereğine ilişkin yetiştirmek amacıyla “yapılandırmacı yaklaşım” adı altında Amerika menşeli ama Amerika’nın kendisinin çoktan terk ettiği bir eğitim anlayışı ile oluşturulmuş, çocukların kendi ihtiyaçları ve özellikleri ölçüsünde yapılanacakları düşünülen “etkinlik temelli” eğitim uygulamalarına geçilmiştir. Sorgulamanın, analiz ve sentezin, bunlar kadar önemli hayatiliğin hiçe sayıldığı, etkinlik denilen şeylerin dört duvardan oluşan dersliklerde gerçekleştirilmeye çalışıldığı, ağırlıklı bir kırtasiye işine dönüşen eğitimin, ölçme değerlendirmeleri ise “yapılandırmacı” anlayış ile gerçekleştiremediği, bu nedenle tam bir “arabesk” halinin oluştuğu bilinmektedir. TEOG adı verilen sınavların ise öğretim programları ile örtüşmediği, tam öğrenme modeline göre hazırlanan sınavlar ile yapılan bu sınavların öğretmen ve öğrenciler üzerinde farklı yönelmelere neden olduğu açıktır. Dahası son 10 yıl içinde sayısını unuttuğumuz şekilde güncellenen ve yenilenen öğretim programları 2017 yılı itibari ile son Milli Eğitim Şurası’nda alınan piyasacı ve gerici kararların hayata geçirilmesi gereğinin bir sonucu olarak bir kez daha güncellenmek üzere “taslak” programlar adı altında bekletilmektedir. Taslaklar incelendiğinde güya sadeleştirilmesi gerekçe gösterilen tüm konular her nasılsa bilimsel ve nesnel konu ve temalar olup, buna karşılık metafizik ögelerin daha yoğunlaştırıldığı bir içerik ile bezenmiş durumdadır. Eğitimini ve değerlendirmesini birbirine paralel yapamayan, yaratıcılık kuramının yanına evrim kuramını tam olarak koymaktan kaçınan bir bakanlığın ve onun iktidarının yeni bir anayasa önerisine hangi neden veya gerekçe ile “evet denebilir ki?
On beş yıldır iktidar olanların, YÖK marifeti ile iktidarları süresince ihtiyacın çok üstünde Eğitim Fakültesi açıp, yine ihtiyacın çok üstünde mezunlar vermesi sağlanarak, mezun edilen öğretmenlerin KPSS mağduriyetlerinin engellenemediği gerçeği herkesin bilgidir. Üstelik şimdi de bilindik nedenler gerekçe gösterilerek “mülakat” adı altında atamaya uygun olan öğretmen seçimleri gerçekleştirildiği, bu mülakatlarda KPSS puanı 85 olan adayın puanının 60 olarak tescil edildiği, başka bir adayın ise tam tersi olarak atandığını ve bunların münferit şeyler olmadığını herkes tarafından bilinmektedir. Bu ülkede “atanamayan öğretmen sendromu” diye bir hastalığın baş gösterdiğini, bu nedenle intihar eden öğretmenlerin olduğunu ama buna karşın yönetenlerin yeni bir anayasa önerisi ile eğitimde daha neler yapabilecekleri göz önüne alındığında referandum anayasa metnine “evet” demenin mümkün olmadığı ortadadır.
Yükseköğrenim öğrenim gören gençler açısından mesleki yeterlilik kazanma açısından giderek daha sorunlu bir kurum olmaktadır. Çünkü çoğu kasaba üniversitesi görüntüsü veren taşra üniversitelerinde yeterince donanım ve imkan olmadığı gibi yeteri kadar ve kaliteli öğretim kadrosu problemi en üst seviyededir.
Akademisyen kadrosunda bulunanların hiç azımsanmayacak bir kısmı “bilim insanı” sıfatını hak eden çalışma, birikim ve geçmişe sahip olmadıkları gibi yakın geçmişte yaşanılan örnekte olduğu gibi belli bir kısmı da bilim dışı ilişkiler nedeniyle bulundukları yerlerde olmuş kişilerdir.
Akademiler düşüncelerin açıkça tartışıldığı, forum olmaktan uzak, özgürce bilim üretilen ve muhalif olma davranışları sergilenen yerler olmaktan çıkmış veya çıkarılmış, belli aidiyetlerin referans olarak kullanıldığı yerler olmuştur. Uluslararası ve evrensel boyutlarda kabul gören bilim insanı akademisyen niteliği akademisyen sayısındaki artışa rağmen gerçekleşmemektedir. Bilim insanı yetiştirmede özellikle yurtdışı görevlendirmelerde olsun, öğretim üyesi yetiştirmede büyük sorunlar vardır. Araştırma görevliliği seçimleri ve yetiştirmeleri tercih ve süreç bakımından sorunludur. Üniversite dışında yüksek lisans ve doktora tezleri yazma üzerine pazarlar oluşmuş, akademik yükselmelerde, ölçütlerin yerine getirilmesinde ve yayınlar konusunda gelişmiş ülkeler düzeyinin çok gerisinde kalınmıştır. Bu arada akademisyenler üzerinde idari ve adli baskı ve yıldırma siyasetlerinin akademileri daha da fakirleştirmekte olduğu açıktır. Yükseköğrenim üniversite, program açma ve istihdam yaratma ve üretime dönük işlevsellik konularındaki yetersizliği ve karmaşası devam etmektedir. YÖK başta olmak akademinin idari ve doğal olarak da işlevsel olarak üzere iktidarın tam güdümünde olması anlaşılır ve kabul edilebilir bir durum değildir. Referandum anayasası bu anlamda akademinin tam olarak iflası anlamına gelecektir ve kabul edilmesi mümkün olan bir anayasa değildir.
Gerçekten de referandum anayasa metninde Türkiye’nin tüm emekçi kesimleri adına “evet” demek için tek bir gerekçe dahi yoktur. Eğitimin getirildiği ve getirileceği muhtemel düzey açısından referandum anayasası metnine “hayır” demek söz konusu metnin anayasa haline gelmesine izin vermemek her şeyden önce bir vatandaşlık sorumluluğu ve görevidir.
Eğitim Sen, eğitim ve bilim emekçileri adına söz konusu iktidarın referandum anayasa metnine “hayır” deme gerekçelerine sahiptir. Evet denebilecek bir anayasa metni ve içeriği en azından şu ölçütü tutturabilecek bir anayasa olmak zorundadır.
Kamusal, parasız, bilimsel, laik, demokratik eşitlikçi bir eğitimi sağlayacak ve garanti altına alacak bir Anayasa…
Peki, referandum anayasası bunu sağlıyor ve garanti altına alıyor mu? Hayır. O halde eğitim ve bilim emekçilerinin referandumda anayasaya ilişkin tercihleri “hayır” olmak zorundadır. Bu bağlamda eğitim ve bilim emekçileri dışındaki tüm yurttaşların da diğer haklı nedenler bir yana sadece eğitim açısından dahi çocuklarının ve torunlarının geleceklerine ilişkin olarak referandum tercihlerinin “hayır” olması gerektiği açıktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.