Söylemek istediğim şey, kenardan kenardan giderek paçayı kurtarmanın artık mümkün olmadığıdır. Bu durum veriyse eğer, biz de kendi yolumuzdan gideceğiz ve bedeli de her neyse ödeyerek yürüyeceğiz; artık her şey bu kadar basit Şunu yasakladık artık kendimize: “Yok canım o kadarını da yapamazlar artık.” Yasakladık, çünkü gereksiz bir cümle ve nefes israfı oluyor. Yapıyorlar, “o […]
Söylemek istediğim şey, kenardan kenardan giderek paçayı kurtarmanın artık mümkün olmadığıdır. Bu durum veriyse eğer, biz de kendi yolumuzdan gideceğiz ve bedeli de her neyse ödeyerek yürüyeceğiz; artık her şey bu kadar basit
Şunu yasakladık artık kendimize: “Yok canım o kadarını da yapamazlar artık.”
Yasakladık, çünkü gereksiz bir cümle ve nefes israfı oluyor. Yapıyorlar, “o kadarını” da yapıyorlar, hatta “o kadarı”ndan daha fazlasını da yapıyorlar. Bizim rasyonel düşünme tarzımız, “kişi kendinden bilir” düsturuyla kendi dünyamızdan türettiğimiz kötülük sınırları boylu boyunca çöküyor her seferinde; hayal edebileceğimiz fenalık türleri bir sonraki gün hep yetersiz kalıyor. “Suç” türleri de aynı hızla artıyor.
Öyledir ama… Dünyanın her yerinde, bütün baskıcı rejimlerin en tipik iki aşaması, önce insanlık tarihinin o güne kadar taşıyıp getirdiği temel hukuk normlarını yavaş yavaş yok saymak ve sonra ihtiyaca göre her adımda yeni “suç” türleri üretmektir. Birincisi o kadar mühim bir iş değildir; kaldırdım dersin olur biter. “Masumiyet karinesi”ymiş, savunma hakkıymış, falan filan… Hatta bunları resmen kaldırmasan da olur yani; öyle bir cadı avı düzeni kurarsın ki, kendiliğinden yok olur gider her şey.
Suç üretmek ise başlı başına bir sanattır. Güney Afrika rejimini anlatan (muhtemelen Cry Freedom – yanılıyor da olabilirim) bir film hatırlıyorum; bir sahnesinde, ırkçı rejimin “siyah dostu” sayarak pek sevmediği bir karakter, arabasıyla anayolda giderken polis tarafından durdurulur. Adam polislere “Sorun nedir?” diye sorduğunda, “Ön farınız kırık bayım” cevabını alır. “Hayır” der adam, “Ön farım kırık filan değil ki.” Gerçekten de kırık değildir far; polislerden biri esaslı bir tekmeyle paramparça edene kadar… “Bakın” der polis şefi, “Farınız şimdi kırık işte! Arabanıza el koymamız gerekiyor!”
Bu yöntemin en hoş yanı da, şekilde görüldüğü gibi aslında “suç” kavramının tamamen muğlak hale getirilmesi ve bir süre sonra artık hiç kimsenin neyin “suç” olduğu neyin olmadığını bilemez hale gelmesidir. Zaten varılmak istenen sonuç da budur: Sakıncalı durumların yelpazesi genişledikçe, bildiğimiz anlamdaki zaten faşist içerikli olan ceza yasaları aslında anlamsız hale gelir ve yazılı format bir tür “güvence” olmaktan çıkar. Yani siz, mevcut yazılı yasaya bakıp, “Hımm, şunu yapsam bi’şey olmaz” dediğinizde boş bir laf etmiş olursunuz.
Böylece “suç” işlemekten kaçınma çabası da giderek absürt bir hâl alır. Her tarafı kuşatılmış bir örümcek ağı içinde ya da karmaşık bir labirentte kim neden emin olabilir ki?
“Bir referandum sonuçlarına itiraz etmek, sonuçların meşru olmadığını söylemek” diye bir yazılı yasa hükmü var mıdır örneğin? Olması gerekmez. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” diye öyle geniş bir çuvalımız var ki, onun içine ne istersen sığar! Aynı çuval, “çocuk istismarına karşı” eylem yaptığınızda da, “taşeron sistemi kaldırılsın” dediğinizde de sizi pekala kapsayabilir.
Uzatmaya gerek yok; mesele şudur özetle: Bir rejim, kesintisiz bir üretimle ‘suç’ yelpazesini sınırsız ve pervasız bir biçimde genişletiyorsa, orada suçtan kaçınmak, bunun için ince ince hesaplar yaparak kenardan kenardan yürümeye çalışmak beyhude bir iştir!
Kendini kontrol et!
İyi, edeyim ama nasıl?
Diyet rejimi gibi bir şey bu. Derler ya hani “Su içsem yarıyor” diye; ne yapsan boş işte! Belirlenmiş bir diyet listesi bile yok, düşünün! Yani, sofraya oturduğunuzda, sadece yağlıları tuzluları değil, olası bütün diğer nesneleri de “her ihtimale karşı” yememek zorundasınız. Bu çok ihtimalli “her an her şey olabilir” diyetini uyguladığınızda ise, tam olarak söylersek aç kalıyorsunuz ve program aslında amacına ulaşmış oluyor: Ölüyorsunuz!
An itibarıyla, sadece Sendika.Org’un değil, hepimizin geldiği nokta budur!
Bütün bunları memleketten umut kesmiş bir duyguyla yazıyor değilim. Söylemek istediğim şey, kenardan kenardan giderek paçayı kurtarmanın artık mümkün olmadığıdır. Bu durum veriyse eğer, biz de kendi yolumuzdan gideceğiz ve bedeli de her neyse ödeyerek yürüyeceğiz; artık her şey bu kadar basit.
Biz çocukken, mahalle arasındaki maçlarında kale direği filan yoktu doğal olarak; kaleyi belirlemek için iki büyükçe taş konulurdu. Ve maçlarda, özellikle havadan atılan toplarda “Gol mü aut mu” tartışmaları o kadar çok olurdu ki, başlamadan önce aramızda şöyle konuşurduk: “Golü ortadan atalım lan!”
Özet budur. Kenar, köşe, kontrol, oto-kontrol sona ermiştir. Ortadan gidiyoruz artık. Bedeli var, biliyoruz. Bedelsiz bir yere varılamıyor, onu da biliyoruz. Bu diyet programıyla öleceğimiz nas’olsa kesindir; hiç olmazsa ağzımızın tadını bozmayalım diye düşünüyoruz.
Yarın ne olacağımızı, şimdi ne olduğumuz, ne yaptığımız belirliyor ayrıca. Çok gençtim, 1970’ler, bir gece bir arkadaşımla eve giderken, yaşadığım şehrin ortasında faşistlerin tek bir solcuyu evire çevire dövdüklerini görmüştük. Tereddüt etmedik hiç, ikimiz de kafadan daldık grubun ortasına ve tabii ki muhteşem bir dayak yedik. Daha sonraki yıllar boyunca hep düşünmüşümdür, o gece öyle davranmasaydık ne olurdu diye. Yıllar sonra vardığım sonuç şu oldu: İyi ki de öyle yapmışız! Çünkü insan, bir şeyi bir defa yapmayınca, bir defa daha yapmayınca, bir defa daha… artık yapabilecek ruh halinden de uzaklaşıyor; çünkü cesaret, “Şurada dursun, yarın kullanırım” diyebileceğimiz bir şey değil, hep beslenmesi, durmadan beslenmesi gereken bir şey…
Neyse, demek böyle yürüyeceğiz artık. İyimserliği ve cesareti birbirimize bulaştırarak ve kafamızdaki kontrol noktalarını havaya uçurarak…
İpin neresi incedir? Boş verin gitsin; koparsa kopar!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.