Kore Yarımadası’ndaki ABD provokasyonları sadece Kore halkına değil tüm bölge halklarına felaket getirecek çapta büyük tehlikeler taşıyor
Kore Yarımadası’ndaki ABD provokasyonları sadece Kore halkına değil tüm bölge halklarına felaket getirecek çapta büyük tehlikeler taşıyor. ABD Çin’i Kuzey Kore provokasyonlarıyla, Rusya’yı ise Suriye üzerinden baskı altına almaya çalışıyor
Bu bir kısım Güney Koreli deli mi? Çıldırmış mı? Nankör mü? Artık hangisiyse siz karar verin…
Ezeli düşmanları olduğı iddia edilen ülkelerinin bölünmüş yarısının “manyak diktatör”ü eline nükleer silahlar geçirmiş, senelerdir onları vurmakla tehdit ediyormuş. Dostlarının karşı karşıya olduğu büyük tehdidin aciliyetini fark eden ABD, Güney Kore’de Soğuk Savaş yıllarından beri zaten var olan askeri üsleri, füze bataryaları ve on binlerce askeri yetmezmiş gibi, tam da gerginliğin tırmandığı günlerde bu kez nükleer füzeler taşıyan büyük denizaltısını da getirmiş Güney Kore’nin Busan Limanı’na yerleştirmiş. Yani “manyak diktatör”ün ülkesine “önleyici bir saldırı” yapabileceği nükleer füzeleri uygun noktaya konuşlanmış. Donanmasının en büyük uçak gemisi de etrafındaki savaş gemileriyle birlikte bölgeye iki saat uzaklıktaki bir noktaya ulaşmış, o da alana girmek üzereymiş.
Her zaman olduğu gibi, büyük insani kaygılara sahip olan ABD, bu “manyak dikatatör”ün ne yapacağı belli olmaz deyip, bütün bu savaş araçlarının yanı sıra Güney Kore halkını korumak için THAAD isimli füzesavar sistemini de getirip Güney Kore’ye yerleştirmeye başlamış. THAAD füzesavar sistemini taşıyan dev araçlar kentlerine geldiğinde, araçların etrafını saran bir kısım Güney Koreli ellerinde taşıdıkları üzerinde “THAAD’A Hayır! Savaşa Hayır” pankartlarıyla kendilerini korumak için gelen bu füzesavar sisteminin sevkiyatını engellemeye çalışmışlar. Tabii milliyetçi Güney Kore polisi eylemcilere hemen müdahale etmiş. Amerikalılar bu kadar gayretle çalışıyor… Bu kadar da nankörlük olmaz ki… Milliyetçi Güney Kore polisi de en az Amerikalılar kadar gayretle çalışmış. Bazı eylemcilerin kemikleri kırılmış…
Deli, çıldırmış, nankör
Eğer dünyadaki egemen anlatıya bakacak olursanız, bunlar ya deli, ya çıldırmış ya da nankör… Belki bir ihtimal, ABD’nin Asya’ya ihraç etmek için 60-70 senedir uğraştığı Batı demokrasisine düşman Kuzey Kore diktatörünün ya da Putin’in ajanıdırlar. O da değilse, dünyadaki yeni dalga “popülizmin” sol kanadıyla ilişkili olabilirler. Zaten attıkları sloganlar ve pankartlarında yazanlar “sol popülist” çağrışımlara sahip.
Her ne olurlarsa olsunlar, son tahlilde Amerikan alicenaplığına karşı tutumları son derece çirkin. Besbelli ki kendi gerçek çıkarlarını göremiyorlar. ABD üst düzey yetkilileri, Kuzey Kore’nin nükleer silah denemelerinin yarattığı tehdit nedeniyle Kuzey Kore’ye yönelik bir önleyici nükleer saldırı olasılığının bir opsiyon olarak masada olduğunu haftalardır tekrarlıyor. Busan Limanı’na yerleşen nükleer füzelerle yüklü denizaltı ve savaş gemisi filosu da zaten bu opsiyonun masada olduğunun en açık göstergeleri. Kuzey Kore de resmi açıklamalar yaparak buna aynı şekilde yanıt vereceğini deklare ediyor.
1 milyonu aşkın insan ölebilir
Newsweek’te yayımlanan konuyla ilgili bir yazıda, 1994 yılında Bill Clinton’ın Kuzey Kore’ye yönelik bir saldırı üzerinde çalıştığı ve o dönem ABD Ordusu’nun Güney Kore’deki birliklerinin komutanı olan Gary Luck’ın hazırladığı raporda, bir savaş durumunda Kore Yarımadası’nda 1 milyon insanın öleceği bilgisinin Beyaz Saray’a verildiği belirtiliyor. Bugün sahip olunan silahlar nedeniyle yaşanacak bir çatışmada insan kaybının çok daha yüksek olacağı vurgulanıyor. (What War With North Korea Looks Like (One Million Dead)
Güney Kore’deki eylemcileri harekete geçiren işte bu yalın gerçek… 1953’ten beri ülkelerini askeri işgal altında tutan ABD emperyalizminin onların hayatları üzerinden oynadığı bölgesel hegemonya oyununa duydukları tepki. ABD emperyalizmi Güney Kore’yi ülkenin egemen sınıflarının, ordusunun, polisinin ve istihbarat örgütlerinin işbirliği sayesinde uzun zamandır askeri işgal altında tutabiliyor. Yarattığı “yaşamsal tehdit algılarıyla” yapay sınırlarla bölünen kardeş halkları birbirine düşman edip, sonra da onların kurtarıcısı rolüne soyunabiliyor. Senelerdir Asya Kaplanları söylemi altında ballandıra ballandıra anlatılan ekonomik başarı hikayesinin Güney Kore kısmında ise, egemen sınıfının Amerikan emperyalizmine sunduğu hizmetler karşılığında emekçilerin sömürüsünden elde ettiği pay bulunuyor.
Trump yola geldi
Trump, Suriye’ye atılan füzelerden sonra Kuzey Kore konusunda da hızla “şahin”leşti. Amerikan militarizmi Trump’ı üç ay içinde biçimlendirip “doğru rota”ya yerleştirdi. Seçim kampanyası boyunca NATO’nun köhne bir kurum olduğunu söyleyen Trump’a, “NATO’nun köhne olduğunu söylemiştim, çünkü o zamanlar NATO hakkında az şey biliyordum, şimdi NATO hakkında daha fazla bilgi sahibiyim ve NATO’nun köhne olmadığını düşünüyorum” dedirtti.
Hillary Clinton ne kadar dövünse azdır, kendisi Beyaz Saray’ın dışında ama fikirleri ve savaşçı ruhu Beyaz Saray’da iktidarda…
Amerikan kanaat oluşturucuları da tabii bu üç ay boyunca hiç boş durmadı. Trump’ın her attığı adımda yeni bir hata ya da “popülizm işareti” yakalayan Amerikan ana akım basını Suriye’ye atılan füzeler sayesinde Trump’ın faziletlerini keşfetmeye başladı. Adam Johnson’ın ana akım ABD basınının Suriye saldırısına yaklaşımını analiz ettiği çalışmasına göre, ana akım basındaki 47 editorya değerlendirmesinin 39’u saldırıyı savunmuş, 1 editorya saldırıya karşı çıkmış ve 7 editorya lehte ve aleyhte görüş bildirmeyen belirsiz bir tutum almış. (Out of 47 Major Editorials on Trump’s Syria Strikes, Only One Opposed, Fair, 11 April)
En güçlü caydırıcı
Ana akım Amerikan basınının Trump’la buluşma noktası Amerikan militarizminin küresel eyleminin zorunluluğunun tartışılmaz bir gerçek olarak kabullenilmesi; yani Amerikan sopasının dünyanın üzerinden eksik edilmemesi gerektiğine duyulan derin ortak inanç.
“Doğru rota”ya yerleşen Trump, daha önce çok fazla rastlanılmayan bir karar aldı ve Senato üyelerini Kuzey Kore’yle olası bir askeri çatışma hakkında bilgilendirmek amacıyla Beyaz Saray’a davet etti. Senato üyeleri en üst düzey Amerikan askeri ve istihbarat yetkilileri tarafından “büyük tehdit” hakkında bilgilendiriliyorlar.
İçinde Güney Kore ve Kuzey Kore’li kadınların da bulunduğu 40 ülkeden eylemcilerse dün (26 Nisan) Trump’a ortak imzalı bir mektup yolladılar. Kadınlar mektupta, “Kore Yarımadası’nda yükselen savaş tehdidi ve nükleer krizin tek çözüm yolunun diplomasi olduğu fikrinde birleştik. Barış en güçlü caydırıcıdır.” diyorlar.
Mektup dün Beyaz Saray’da toplanan yetkililere ve senatörlere de ulaştırılmış. Mektubun imzacılarından Christine Ahn, Trump’a seçim kampanyasındaki sözlerini anımsatıyor ve ona kampanyası boyunca sürekli dile getirdiği “anlaşma yapma sanatındaki ustalığını” Kuzey Kore konusunda göstermesini öneriyor ve eğer böyle yaparsa, Pyongyang’la görüşmesinin iktidardaki ilk yüz gününün en başarılı işi olacağını ifade ediyor.
Anlaşılan bu kadın eylemciler de çıldırmış… “Manyak diktatör”le uğraşmak dururken, ezilen halkların koruyucu şövalyesine sanki sorumlu kendisiymiş gibi barış adımları atması çağrısında bulunuyorlar…
Çin üzerindeki baskı artarken
ABD yönetimi Kore Yarımadası’nda gerginliği tırmandırırken, Kuzey Kore’nin en büyük ticaret partneri olan Çin üzerindeki baskıyı da arttırdı. Çin’den Kuzey Kore üzerindeki etkisini kullanmasını, daha fazla ekonomik yaptırım uygulamasını istiyor. Trump, Çin gerekli adımları atmazsa, tek başlarına harekete geçeceklerini söylemişti. Daha sonra, Çin Devlet Başkanı Xi ile bir telefon görüşmesi yaptı. Telefon görüşmmesinin ardından bilgi veren Çin yönetimi kaynakları, Xi’nin Trump’a gerginliğin yatıştırılması ve diplomasinin kullanılmasını salık verdiğini ifade etti.
Global Times’ta iki gün önce yayımlanan imzasız bir yazıda ise, ABD yönetiminin Kuzey Kore’ye “sopanın yanında havuç ta göstermesi” gerekliliği dile getiriliyordu. Çin yönetiminin resmi tutumunu yansıttığı düşünülen yazıda, Kuzey Kore’nin olası bir savaşın sonuçları hakkında yeterince bilgi sahibi olduğu belirtiliyor, nükleer denemelerini durdurduğu takdirde ne tür kazanımlar elde edeceğinin ise belirsiz olduğu vurgulanıyordu. Yazıda, Pyongyang’ın nükleer silahları ABD’nin rejim değişikliği operasyonuna karşı bir güvence olarak gördüğü, ABD’nin niyetlerinden emin olmadığı belirtilip, ABD’ye bu konuda güven arttırıcı adımlar atması öneriliyordu. (Besides stick, US should offer North Korea a carrot, April 25)
Bu yaklaşım sergilenmediği takdirde, ekonomik yaptırımlar ve askeri tehditlerin Pyongyang’ı sadece bir ölüm kalım savaşına sokacağı ve bu durumun nükleer silah sorununa bir çözüm getirmeyeceği vurgulanıyordu. Çin’in bir çatışmayı önlemek için çaba harcadığı belirtiliyor, Pekin’in perspektifinden ABD’nin çabasının yeterli görünmediği, ABD’nin daha fazla çaba göstermesi gerektiği ifade ediliyordu.
Trump’a yollanan mektubun imzacılarından Ewa Ericsson Fortier de, Kuzey Kore’ye uygulanan ekonomik yaptırımların arttırılmasının çok daha kötü sonuçlara yol açacağını, halkın gıda, ilaç ve yakıt ihtiyaçlarını gidermesinin imkansızlaşacağını vurguluyor. Uygulanmakta olan yaptırımların zaten Kuzey Kore halkına karşı işlenen bir suç olduğunu ifade eden Fortier’e göre, yeni yaptırımlar halka karşı işlenmiş yeni daha büyük suçlar anlamına geliyor.
Ama bu kadarla da kalmadı, Dünyanın en gelişmiş füze sistemlerinden biri olarak gösterilen THAAD’ın kurulumu, Kuzey Kore’nin yanı sıra Çin ve Rusya‘nın da tepkisini çekti. Çin ve Rusya bu gelişmeden duydukları rahatsızlığı yaptıkları resmi açıklamalarla dile getirdiler. Bu gelişmeyle birlikte daha da açık hale geldi ki, Kuzey Kore’nin “nükleer tehdit”i sadece bir Kuzey Kore meselesi değilmiş. Tıpkı Suriye meselesinin sadece bir Suriye meselesi olmaması, Ukrayna meselesinin sadece bir Ukrayna meselesi olmaması, Güney Çin Denizi meselesinin de sadece bir Çin meselesi olmaması gibi…
Sözü edilen parlama noktalarının hiçbiriyle herhangi bir ortak sınırı bulunmayan ama tümünde meselenin merkezinde yer alan tek bir aktör var: ABD. Tümünde nükleer silahlarını ülkesinden binlerce kilometre uzaktaki alanlara yerleştiren, binlerce kilometre uzaktaki alanlarda yüz binlerce asker barındıran binlerce askeri üsse sahip olan da sadece o.
Kim Jong-Un’un aklını başına getirmek
Dün Amerikan Kongresi’nde konuşan ABD Pasifik Ordusu Komutanı Amiral Harry Harris, Kuzey Kore’nin bir dış güç tarafından diplomatik ya da askeri olarak engellenmemesi durumunda ABD’yi vurabilecek kıtalararası balistik füze teknolojisi geliştirebileceğini söyledi. Bunun ne zaman gerçekleşebileceği hakkında bilgi vermeyen Harris, kendisinin amacının Kim Jong-Un’u dizleri üzerine çökertmek değil, onun aklını başına getirmek olduğunu ifade etti. (US commander not confident North Korea will refrain from nuclear assault, Guardian, 26 April)
Harris’in komutasındaki Pasifik Ordusu kapsamında ABD Donanması’nın 7. Filosu’na bağlı 60 savaş gemisi, 140 savaş uçağı ve 40.000 ABD askeri Güney Tokyo’da Yokosuka’da konuşlanmış bulunuyor. Güney Japonya’daki Okinawa Takım Adaları’nın beşte biri uzun yıllardır ABD askeri güçlerine bırakılmış durumda ve Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki sınırda bulunan ABD askeri sayısı 30.000 civarında.
Chicago Üniversitesi’nden Prof. Bruce Cummings, ABD Pasifik Komutanlığı’na (PACOM) bağlı askeri varlığı, bir “Takımada İmparatorluğu” olarak adlandırıyor ve ABD Ordusu’nun Pasifik’te nükleer silahları da barındıran 800 askeri üsse sahip olduğu bilgisini veriyor. (An Archipelago Of Empire, The Economist, sf. 6, April 22ND-28TH 2017)
Bunlar ABD’nin hiçbir zaman, kimseye “tehdit oluşturmayan” askeri varlığının sadece bir kısmı.
Kuzey Kore “tehdidi” nedeniyle ABD’nin baskı yaptığı Çin’in nükleer silahları var. Başka ülkelerin de nükleer silahları var, ama bugüne kadar dünyada nükleer silah kullanarak yüzbinlerce insanı katleden tek ülke ABD. ABD kendisi için onur kaynağı olan bu eylemiyle yüzbinlerce Japon’u öldürdü. Şimdi Kore Yarımadası’ndaki provokasyonlarıyla hem Korelileri hem Japonları bir kez daha kitlesel ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Atom bombasının ve doların gücü
Onur duyuyorlar, duymasalar en azından özür dilerler… Obama geçtiğimiz yıl ABD’nin atom bombasıyla vurduğu Hiroşima kentini ziyaret etmişti. Ziyaret öncesi, Obama’nın bu korkunç saldırı nedeniyle Japon halkından özür dileyip, dilemeyeceği tartışması başlamıştı. O günlerde bir Japon televizyon kanalına konuşan Obama, özür dilemeyi düşünüp düşünmediğini soran programcıya “Hayır. Çünkü hükümet başkanları savaşın ortasında her tür kararı alabiliyor. Soruları yöneltmek ve yanıtları araştırmak tarihçilerin görevi” parlak yanıtını vermişti.
Obama özür dilemedi, ama tıpkı Güney Kore egemen sınıfı gibi, Amerikan emperyalizminin işbirlikçiliğini temel eğilimi haline getirmiş Japon egemen sınıfı onu dalkavukça ağırladı, saygıda kusur etmedi. Atom bombasıyla yüz binlerce insanı öldüren ABD halen göstermelik de olsa özür dilemiş değil. Bombalarının ve dolarlarının köleleştirici gücünü iyi bildikleri için buna gereksinim duymuyorlar.
Atom bombaları ve dolarlar gerçekten de etkisini göstermiş, Amerikalı amiralin söylediği gibi, Japon egemenleri efendileri karşısında dizlerinin üzerine çökmüş ve bir daha da ayağa kalkamamış, zaman içinde cellatlarının aşığına dönüşmüşlerdi.
“Haydut devletler”
Çin yönetiminin görüşlerini yansıtan yazıdaki bir vurgu bu açıdan oldukça önemli. Bu vurgu sadece Pyongyang yönetiminin kaygılarını yansıtmıyor. ABD emperyalizminin resmi Savunma Bakanlığı belgelerinde, değişik ABD başkanlarının konuşmalarında 1990’larda sıkça ifade edilmiş bir kavram: “haydut devletler” ve sayılan isimlerin yıllar içinde başına gelenlere bakıldığında yazıda ne ifade edilmek istendiği daha iyi anlaşılıyor. Amerika’nın haydut devletler listesi, İran, Irak, Libya, Suriye, Somali ve Kuzey Kore’yi kapsıyordu. Bunlar “dünya düzenini” bozuyordu.
1990’lardan bu yana ABD’nin haydut devlet ilan ettiği yerlerde olan bitenler gün gibi açık. Haydut devletlerin çoğu gerçekte tarihe karıştı. Son yıllarda ABD’nin “tehdit algısında” yeni ögeler daha sık vurgulanmaya başladı. Rusya ve Çin “tehdit algısında” önplana geçtiler. Çin yönetimi, Pyongyang’ın kaygılarından söz ederken, aslında kendi kaygılarını da bu vesileyle ifade etmiş oluyor.
Kore Yarımadası’ndaki ABD provokasyonları sadece Kore halkına değil tüm bölge halklarına felaket getirecek çapta büyük tehlikeler taşıyor. ABD Çin’i Kuzey Kore provokasyonlarıyla, Rusya’yı ise Suriye üzerinden baskı altına almaya çalışıyor.
Savaş ve mücadele
Kore Yarımadası’ndaki provokasyonun büyüklüğüne işaret eden ve yarattığı tehlikelere dikkat çeken Newsweek’teki yazıda, eski bir CIA analisti olan Klindberg’in konuyla ilgili yeni hazırladığı bir raporun Pentagon ve istihbarat örgütleri yöneticilerine dağıtıldığı; Klindberg’in raporunda, kendisi de nükleer silahlara sahip olan bir ülke ile karşı karşıya gelindiğinde silahlarla güç gösterisi yapıp, “önleyici saldırı” tehdidinde bulunmanın her an bir kazanın yaşanması olasılığına, belki de niyet edilmeyen çapta bir büyük savaşın başlamasına yol açabileceğinin vurgulandığı aktarılıyor.
Newsweek’in görüştüğü pek çok eski diplomat, istihbarat örgütü yöneticisi yaşananların tehlikelerine dikkat çekip, diplomasinin tek yol olduğu yönünde görüş bildirmişler. Onların da ortak vurgusu, Kore Yarımadası’ndaki kimi taktik hamlelerin büyük bir savaşa yol açma potansiyeline sahip olduğu ve bundan kaçınılması gerekliliği yönündeymiş.
ABD emperyalizminin dünya hegemonyasını militer baskıyla sürdürme yönelişi bu provokasyonların tümünün asli ve belirleyici nedeni. Bu yönelişe karşı nasıl bir mücadelenin hangi güçlerle verilebileceğinin en iyi ve açık göstergesi ise Güney Kore’deki eylemciler, Güney ve Kuzey Koreli kadınların diğer ülkelerden kadınlarla oluşturdukları ortak inisiyatifler. Emperyalist-kapitalizmin yapısal özellikleri nedeniyle halklar için giderek çok daha tehlikeli bir yer haline gelen dünyamızda, sözü edilen eylem ve insiyatiflerin bütün ülkelerin emekçileriyle buluşması, çoğalması, milyonlarca emekçinin 1 Mayıs alanlarına “Savaşa Karşı Halkların Barış ve Kardeşliği!”, “Sömürüye ve yoksulluğa karşı Enternasyonalist Sosyalizm!” sloganlarıyla akması dışında hiçbir gerçekçi seçenek bulunmuyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.