Türkiye ile Almanya arasındaki gerilimi değerlendiren yazar Murat Çakır, hem maddi temelleri olan bir kriz, hem de senaryo olduğuna dikkat çekti. Çakır, “Federal Almanya başkanlık sistemine karşı çıkmakta, Erdoğan’sız bir AKP istemektedir. Demokrasi taraftarı olduğundan değil, başkanlık sisteminin uluslararası tekellerle olan rekabetlerinde devlet desteğine muhtaç olan ‘İslami’ sermaye fraksiyonlarına kurumsal hamilik sözü anlamına geldiğinden” diye […]
Türkiye ile Almanya arasındaki gerilimi değerlendiren yazar Murat Çakır, hem maddi temelleri olan bir kriz, hem de senaryo olduğuna dikkat çekti. Çakır, “Federal Almanya başkanlık sistemine karşı çıkmakta, Erdoğan’sız bir AKP istemektedir. Demokrasi taraftarı olduğundan değil, başkanlık sisteminin uluslararası tekellerle olan rekabetlerinde devlet desteğine muhtaç olan ‘İslami’ sermaye fraksiyonlarına kurumsal hamilik sözü anlamına geldiğinden” diye konuştu
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanların Almanya’da referandum etkinlikleri düzenlemesine izin verilmemesi iki ülke arasında gerilimi artırdı. Erdoğan, toplantılara izin verilmemesini Almanya’nın “Nazi” dönemine döndüğü sözleriyle gerilimi yükseltti, Almanya ise açıklamaları “absürt” olarak niteledi, bakanların katılacağı toplantıları çeşitli nedenler ileri sürerek engelledi.
Yeni Özgür Politika ve Özgürlükçü Demokrasi yazarı Murat Çakır, uzun yıllara dayalı güçlü ekonomik, askeri ve siyasi işbirliği halinde olan iki devlet arasındaki gerilimle ilgili ETHA’nın sorularını yanıtladı. Çakır, yaşanan gerilimi hem senaryo hem de maddi temelleri olan kriz olarak değerlendirdi. Almanya ve Türkiye’deki egemen sınıfların çıkarlarının ortak olduğuna dikkat çeken Çakır’ın yanıtları şöyle:
Türkiye’nin Almanya’yla uzun yıllara dayalı ekonomik, askeri ve siyasi ilişkileri var. Ancak, referandum toplantılarına izin verilmemesiyle ciddi bir gerilim söz konusu. Gerilimin arka planı nedir?
Türkiye-Federal Almanya ilişkileri her zaman farklı şiddetlerde “gerilimler” üretmiş, ancak hiçbir gerilim bu ilişkileri koparacak güce erişememiştir. Aslına bakılırsa ilişkilerdeki güncel kriz, hem bir senaryo, hem de maddi temelleri olan bir krizdir. Senaryodur, çünkü gerilim retoriği her iki ülkedeki egemen sınıflara siyasi getiri sağlamaktadır. Türkiye’deki iktidar böylelikle milliyetçi duyguları kabartarak, referandumda eksik gördüğü desteği büyütmeye çalışıyor. “Yedi düvel karşımızda” söylemiyle başkanlık sistemine karşı çıkan milliyetçi kesimler iktidarın yanına çekilmeye çalışılıyor. Buna karşın Alman emperyalizmi, Alman toplumunda yaygınlaşan perspektif korkularının ve hızla artan kitlesel yoksulluk tehdidinin yarattığı hoşnutsuzluğu “Erdoğan figürüne” kanalize ederek, iktidar için tehdit oluşturmasını engellemeye çalışıyor, refah şovenisti ve İslam düşmanı duyguları körükleyerek, sorunların gerçek nedenlerinin üstünü başarıyla örtebiliyor. Oldum olası yaygın olan Türkiye karşıtlığı 2017 Eylül’ünde yapılacak olan federal parlamento seçimleri için bir araç haline getiriliyor.
“ALMANYA’NIN DERDİ DEMOKRASİ DEĞİL SERMAYE”
Ancak güncel gerilimin aynı zamanda maddi temelleri de var: Bir kere emperyalist güçler ve işbirlikçi rejimler arasında kurulu olan işbirlikçiliği belirli kurallar çerçevesinde yürütülmektedir. Bu işbirlikçilik hukuku çerçevesinde, asıl olarak zayıf olan taraf, konjonktürel duruma göre (Suriye politikaları, mülteci “krizi” vs.) kendi tekelci burjuvazisinin çıkarlarına yarayan adımları attırabilme fırsatını yakalayabilmektedir. Türkiye’nin Alman emperyalizmi için olan yaşamsal önemi, AKP rejimine Alman ortaklarına bazı dayatmalarda bulunma olanağını yaratmaktadır. Elbette bu, AKP rejimi her istediğini yaptırabilir anlamına gelmez. Örneğin Federal Almanya başkanlık sistemine karşı çıkmakta, Erdoğan’sız bir AKP istemektedir. Demokrasi taraftarı olduğundan değil, başkanlık sisteminin uluslararası tekellerle olan rekabetlerinde devlet desteğine muhtaç olan “İslami” sermaye fraksiyonlarına kurumsal hamilik sözü anlamına geldiğinden. Sonuç itibariyle başkanlık sistemi kapitalist rekabet doğrudan iktidar müdahalesi olanağını verdiğinden, Erdoğan karşıtı retorik kullanılmakta, yedek güç olarak görülen Gülen hareketine Federal Almanya’da örgütsel varlığını koruma olanağı verilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, güncel gerilim hem her iki tarafın iç politik dengelerine bağlı olarak gelişmekte, hem de karşılıklı çıkar çatışması çerçevesinde derinleştirilmektedir.
Alman kamuoyu bu gerilimin neresinde duruyor?
Alman kamuoyunun gerilime bakışını tek bir açıdan açıklamak olanaklı değil. Demokratik güçler ve Almanya’nın siyasi ve toplumsal solu -tüm Avrupa merkezciliğine rağmen- bu gerilimde Türkiye emekçi halklarının yanında durarak, dayanışma sergilemeye çalışırken, Alman kamuoyunun büyük bir kesimi gerilimi Türkiye karşıtlığı ve emperyalist kibir ile değerlendiriyor. Alman reformist solunun basit bir “Erdoğan karşıtlığına” dönüşen pozisyon alışı, sadece sorunun özünü gizlemekle kalmıyor, aynı zamanda yabancı düşmanı ve ırkçı yaklaşımların yaygınlaşmasına da neden oluyor. Sanki gerilimleri Erdoğan “tek başına” yaratıyormuş ve Alman emperyalizmi hiç rol oynamıyormuş gibi geliştirilen argümentasyon zinciri, ırkçı yaklaşımları yeniden üretmekten ve Almanya tekelci burjuvazisinin çıkarlarına destek olmaktan başka bir işe yaramıyor. Sonuç itibariyle Alman emperyalizminin AKP rejiminin güçlenmesindeki desteği görmezden geliniyor.
Bu gerilim iki ülke yönetimi arasındaki ekonomik ve askeri ilişkileri nasıl etkiler?
Ekonomik ve askerî ilişkileri herhangi biçim etkilenmesi söz konusu değildir. Türkiye ve Almanya arasındaki köklü işbirliği ve tarihsel müttefiklik Kaiser Wilhem döneminden bu yana değişmemiştir, değişmesi de beklenmemelidir.
Bir kere Almanya, Türkiye’nin en önemli ihracat ve ithalat partnerlerinden birisidir. Kaldı ki Türkiye ekonomisi, en ücra köşelerdeki oto tamirhanelerine kadar “Batı” orijinli ithalata derinden bağımlıdır. Almanya’dan yapılan ithalat olmadan Türkiye’nin ihracat gerçekleştirmesi olanaksızdır. Bu açıdan ekonomik anlamda Türkiye’nin “Batıdan” ve Almanya’dan kopması söz konusu değildir.
Aynı şekilde Türkiye, Alman tekelleri için yaşamsal önem taşımaktadır. Türkiye’de üretim yapan 6.000 Alman tekelinin varlığı bunu göstermektedir. Öte yandan Türkiye, Almanya’nın önemli kısıtlamalar getiren “Silah İhracatı Yönetmeliğini” aşabildiği ender ülkelerdendir. Alman silah sanayii dünyanın muhtelif bölgelerine doğrudan yapamadığı silah satışlarını Türkiye üzerinden ve Türkiye’nin ihracatı kisvesi altında gerçekleştirebilmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin askeri-sınai kompleksi geliştirilmiş, Gümrük Birliği, Türkiye ekonomisinin temel direği haline getirilmiştir. O nedenle Alman emperyalizmi ile Türkiye’nin birbirlerinden kopacağını gösteren tek bir maddi temel olmadığı söylenebilir.
Bu gerilim Türkiye’nin Almanya başta olmak üzere AB ülkeleriyle ilişkilerinde köklü bir değişikliğe neden olur mu?
Hayır. Emperyalist stratejiler, Türkiye egemenlerinin yayılmacılık hırsları ve genel anlamda sermaye çıkarları bu ilişkilerde söylemin dışında bir değişikliğe izin vermeyecek derecede derindirler.
Ortadoğu ve Kürdistan politikaları bu gerilimin neresinde duruyor?
Alman emperyalizminin ve Türkiye egemen sınıflarının Ortadoğu ve Kürdistan konusundaki çıkarları tam olarak örtüşmektedir. Türkiye, Ortadoğu ve Kafkaslardaki enerji taşıyıcılarının Avrupa’ya ulaşmasını sağlayan en önemli dağıtım merkezlerinin başında gelmektedir. Aynı zamanda Rusya ve İran ile enerji ithalatı ve dolaylı ihracatı (boru hatları) nedeniyle, Avrupa ülkelerinin enerji ihtiyaçlarını karşılayan önemli bir mevkidir. Türkiye, Charles de Gaulle’ün söylediği gibi, Batı Avrupalı emperyalist devletlerin jeostratejik, jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarını koruyacak olan etki alanlarına açılan “kapıların sahibidir”. En önemlisi NATO’nun ikinci büyük askerî güç mekanizmasına sahip olan üyesidir. O açıdan Ortadoğu ve Kürdistan politikalarının güncel gerilim ile yakından uzaktan alakaları bulunmamaktadır.
AB ülkeleri nasıl etkileniyor bu gerilimden?
Almanya için geçerli olan, diğer AB ülkeleri için de aynen geçerlidir. Ancak belirleyici olan Alman emperyalizmidir ve AB içerisindeki çelişkiler, tek tek AB üyesi ülkelerin Türkiye ile olan ikili ilişkilerini farklı biçimlerde belirlemektedir.
Diğer yandan Türkiye’nin dış politik fiyaskosu genel olarak Avrupa’da bir “zayıflık” olarak yansımaktadır, ancak Güneydeki AB üyesi ülkeler (Yunanistan, Kıbrıs, Bulgaristan gibi) doğrudan sınır komşusu olmaları nedeniyle, Türkiye’nin zikzaklı dış politika çizgisini bir güvenlik tehdidi olarak algılamaktadırlar.
Erdoğan, diktatörlüğünü resmileştirmek için saldırganlığını artırırken, Almanya’yı Nazi dönemine dönmekle suçlamasını nasıl yorumlarsınız?
Alman faşizmini izafileştiren ve milliyetçi-faşizan Türkçülüğü körükleyen demagojik bir söylem olması dışında herhangi bir anlamı olmayan boş laf.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.