ABD askeri yetkililerinin verdikleri bilgilerden ve yaptıkları yorumlardan Rakka’dan sonra Deyrizor’u hedefleyecekleri anlaşılıyor
ABD askeri yetkililerinin verdikleri bilgilerden ve yaptıkları yorumlardan Rakka’dan sonra Deyrizor’u hedefleyecekleri anlaşılıyor. ABD askeri varlığının arttırılmasının asıl nedeninin bu bölgede yoğunlaşmak olduğu da giderek netleşiyor
Görüşmenin tarihi bilinçli olarak mı seçilmiş bilinmez, ama dün (9 Mart) gerçekleşen Putin-Netanyahu buluşmasının başlangıcında konuşulanlar oldukça anlamlı mesajlar içeriyordu.
Rusya’da bir araya gelen Putin ve Netanyahu görüşme başlamazdan önce basının karşısına geçtiler ve Putin, Netanyahu nezdinde Yahudi halkının Purim Bayramı’nı kutladı. (Netanyahu Tells Putin: We Don’t Want Iranian Terror to Replace ISIS Terror, Haaretz, March 9)
Putin’in kutlamasının ardından söz alan Netanyahu, Purim Bayramı’nın anlamına ilişkin bilgi verdi. Netanyahu, antik çağda Perslerin Yahudileri yok etme girişiminde bulunduklarını, ancak bu girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığını, Purim Bayramı’nda Yahudilerin bunu kutladıklarını söyledi.
Netanyahu, Purim Bayramı’nın anlamını açıkladıktan sonra, “Perslerde bugün İran’da Yahudi Devleti’ni yok etmeye yönelik girişimin sürekliliği var, bunu olabilecek en açık şekilde söylüyorlar,” dedi.
Konuşmasına, asıl olarak savaşmaları gereken gücün İran olduğunu bir kez daha yineleyerek devam eden Netanyahu, İran’ın bölgedeki dallarına, özellikle Hamas’a sağladığı silahlara dikkat çekti. Netanyahu konuşmasının devamında, İsrail’in, Suriye’de El Kaide ve IŞİD’in radikal Sünni terörizminin yenilmesinin ardından, onların yerini İran tarafından önderlik edilen radikal Şii terörizminin almasını istemediğini belirtti.
Netanyahu’nun Rusya ziyareti üzerine Haaretz gazetesinde bir analiz kaleme alan Anshel Pfeffer, “Netanyahu, Rusya ve İran’ı birbirinden ayırabilir mi?” diye soruyordu. Netanyahu’nun ziyaretinin temel amacının Rusya’yı İran’la işbirliğinden vazgeçirmek olduğu yönünde son günlerde çok sayıda haber yayımlandı.
Pfeffer analizinde, İsrail’in eski Rusya ve Ukrayna Büyükelçisi olan ve halen eski Sovyet ülkelerindeki Yahudilerle İsrail arasındaki ilişkileri düzenleyen Nativ adlı örgütün başkan yardımcılığını yapan Zvi Magen’in görüşlerine yer veriyor.
Magen, “Rusya tabii ki İran’la ittifakını terk etmeyecek, ama İsrail’in önceliklerini de dikkate almak zorunda olduğunu biliyor, bu nedenle bir denge tutturmanın yollarını arayacak” diyor. Magen’e göre, İsrail’in tek başına hareket etmediği çok açık, Netanyahu, Rusya’ya arkasındaki ABD ve Sünni ittifakı desteğiyle gitti ve aslında bunların tümü Rusya’daki masada varlar.
Magen, Putin’in ABD’den bölgede bir hareket beklediğini, ABD olmadan bölgesel bir dengenin oluşmayacağını düşündüğünü, bu nedenle Netanyahu’nun Rusya’ya Trump’ın “vekili” olarak gitmiş gibi göründüğünü iddia ediyor.
Pfeffer’e göre, Suriye savaşı artık sona eriyor ve Netanyahu’nun Rusya ziyareti ise, savaş sonunda Suriye’de oluşacak nüfuz alanlarının paylaşımı sürecinin ilk adımını oluşturuyor. Birkaç gündür konuşulmaya başlayan ve ABD tarafından da resmi olarak açıklanan Suriye’deki ABD askeri varlığını genişletme hamlesi bu tespitin doğruluğu yönünde önemli veriler sunuyor.
ABD, Suriye’ye yeni asker ve ağır silah sevkıyatı yaptığını resmi olarak açıkladı. Verilen bilgilere göre, ABD’nin Suriye’deki asker sayısı bine ulaştı, ama Kuveyt’e ek olarak bin asker daha gönderiliyor. Rakka operasyonu için daha fazla asker gereksinimi duyulursa, sahadaki ABD’li komutanlar ek istekte bulunabilecekler.
Tayyip Erdoğan’ın bugün yapacağı Rusya ziyaretinin zamanlamasının da bu gelişmelerle yakından bağlantılı olduğunu savunan Pfeffer, Erdoğan’ın da Putin’den Netanyahu ile aynı şeyi, İran’ın Suriye’den çekilmesini isteyeceğini iddia ediyor.
ABD’nin Suriye’de askeri varlığını büyütmesi hakkında Washington Post’a açıklamalarda bulunan ABD’nin 2014’e dek Suriye Büyükelçisi olan Robert Ford, “Bu küçük bir politika değişikliği değil, bu büyük bir politika değişikliğidir. Suriye’de daha önce bunu yapmamıştık, savaşan taraflar arasına askerlerimizi sokmamıştık” diyor.
Ford ABD’nin politika değişikliğinin, Rakka operasyonuna katılacak güçlerle ilgili olmadığını, operasyonun önceden tasarlandığı gibi Demokratik Suriye Güçleri ile birlikte yapılacağını, politika değişikliğinin ABD askerlerinin Suriye’de operasyonel faaliyetlerini genişletmesi ile ilgili olduğunu ifade ediyor.
ABD’nin yeni hamlesi nedeniyle bir politika değişikliğinden söz etmek mümkün değil, olsa olsa ABD’nin Ortadoğu’ya “IŞİD tehdidi” örtüsünü kullanarak gerçekleştirdiği “muhteşem dönüş”te yeni bir aşamadan söz edilebilir. Irak ve Afganistan işgalleri sonrası ABD’de oluşan savaş karşıtı toplumsal psikoloji ve ABD’nin bölgede ve dünyada yaşamış olduğu yıpranma ABD’nin hareket alanını daraltan faktörlerdi.
ABD bu daralmayı “IŞİD tehdidi” sayesinde büyük ölçüde aştı ve bölgede kendisine yeni “meşruiyet alanı” açtı.
Bu “meşruiyet alanına” rağmen, Trump seçim kampanyasını, Afganistan ve Irak savaşlarını eleştiren, bir daha böylesi “aptalca savaşlara” girilmemesini savunan bir platformda yürüttü. NBC News/Survey Monkey’in yaptığı yeni bir kamuoyu araştırmasına göre, Amerikalıların üçte ikisi yeni bir “büyük savaşa” girilmesinden ciddi kaygı duyuyor. (Americans don’t want another war. Hopefully our leaders will listen., The Hill, 03/07/2017)
Bu “meşruiyet alanına” dayanarak ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını genişletmesi, asıl olarak IŞİD sonrası dönem açısından önem kazanıyor. ABD basınına yansıyan analizlerde, IŞİD’in Musul ve Rakka’da yenilmesinin ardından, kaçan militanların tüm bölgeye yayılacakları ve farklı ülkelerde var olup, buralardan saldırılar düzenlemeye çalışacakları yönünde tehlikeler sık sık vurgulanıyor.
Bu tip projeksiyonların yer aldığı analizlerin en sonuncusu New York Times’ın 8 Mart tarihli nüshasında ABD’nin Suriye’ye yeni asker ve ağır silah sevkıyatı bağlamında ifade edildi. Burada da, ABD’li askeri planlamacıların, Rakka ve Musul sonrası IŞİD’in bölgenin değişik ülkelerinde oluşturacağı yeni tehditlere karşı askeri planlamalar geliştirmesi gerekliliği vurgulanıyordu. (ISIS Leaders Are Fleeing Raqqa, U.S. Military Says, March 8)
Musul operasyonunun yeni etabı başlarken Irak’a ani bir ziyaret gerçekleştiren ABD Savunma Bakanı Mattis, Bağdat’ta yaptığı konuşmada, Irak’taki ABD askeri varlığının IŞİD’e karşı savaştaki yararlarını anlatmış ve Musul’un IŞİD’den alınmasından sonra da Irak’ta ABD askeri varlığının devam etmesinin önemini ve gerekliliğini dile getirmişti.
Dünkü görüşmenin ardından kulislere yansıyan bilgilere göre, Netanyahu Putin’e, IŞİD sonrası Ortadoğu hakkındaki kaygılarını aktarırken, yenilginin ardından bölgenin değişik ülkelerine dağılacak IŞİD militanlarının buralardaki anti-İsrail gruplarla birleşme ve İsrail güvenliğine ciddi tehdit oluşturma olasılığını aktarmış. Netanyahu bu tip gelişmelere karşı hazırlık yaptıklarını bildirmiş ve Lübnan’ı böylesi bir gelişmenin yaşanabileceği bir örnek ülke olarak göstermiş.
ABD ve İsrail’in IŞİD sonrasına ilişkin projeksiyonlarındaki ortaklık şaşırtıcı değil, ortak bir aklın ürünü olmaları muhtemel ve IŞİD sonrası Ortadoğu’nun nasıl bir yer olabileceğine ilişkin önemli işaretlere sahip. Rakka ve Musul’da yenildiğinde bile “IŞİD tehdidi” bitmeyecek. Tersine genişleyecek, bunun anlamı ABD ve İsrail’in “İslamcı terörle savaş”ının daha geniş bir alana yayılacak olması.
Guardian’ın Ortadoğu muhabiri Martin Chulov da son gelişmeleri ele aldığı analizinde, ABD’nin yeni askeri hamlesinin Suriye’de “etki alanı” mücadelesini yoğunlaştırdığını tespit ediyor. (Arrival of US troops intensifies struggle for influence in Syria, March)
Suriye’deki savaş alanını terk edip Türkiye’ye yerleşmiş “muhalif” komutanların görüşlerini aktaran Chulov, Kuzey Suriye’de faaliyet yürütmüş komutanların Türkiye ve Katar desteği azaldıktan sonra savaşa devam edemediklerini ve çok umutsuz olduklarını söylüyor. Geçtiğimiz Nisan ayının “muhaliflere” sunulan yardımın azaltılmasında dönüm noktası olduğunu ifade ediyor.
Chulov 2012 yılında Adana’daki bir askeri üste oluşturulan Askeri Savaş Odası aracılığıyla Kuzey Suriye’deki “muhalefete” silah ve lojistik destek sağlandığını, bu odanın CIA tarafından denetlendiğini, MİT’in de organizasyonda yer aldığını; “muhalif” liderlerin sık sık sınırdan geçip Adana’ya gelerek ABD’li ve Türk yetkililerle buluştuklarını anlatıyor.
Chulov’un yetkililerden aktardığına göre, Sırbistan ve Bulgaristan’dan satın alınan silahlar bu oda aracılığıyla Halep düşene kadar Suriye’ye sevk edilmeye devam etmiş, ancak sevkıyatlar giderek daha fazla küçülmüş.
ABD’nin Suriye’deki askeri etkinlik alanını genişletmesine ilişkin tartışmalarda daha önce en fazla dile getirilen sorulardan birisi Rakka’nın IŞİD’den kurtarılmasından sonra ne olacağıydı. ABD Ordusu’nda CENTCOM komutanı olan Orgeneral Joseph Votel dün ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesi’nin sorduğu soruları yanıtladı.
Kısa bir süre önce Türkiye, Rojava ve Suudi Arabistan ziyaretleri yapmış olan komite başkanı senatör John McCain yaptığı konuşmada, “Rakka’nın en sonunda DEAŞ’tan alınacağını, ancak o gün yaklaştıkça ABD’nin Suriye’deki temel sorunlardan kaçınamayacağını” ifade etmiş ve “Rakka operasyonu sonrasında ülkedeki savaşın seyrinin nereye varacağı, PYD/PKK’nın Suriye’deki kaderi ve ülkedeki İran destekli radikal Şii gruplar ile Sünni grupların etkisi konusunda ABD’nin ne yapacağının önemli olduğunu” söylemiş. (ABD’li senatörlerden CENTCOM Komutanına PYD “sorgusu”, Hürriyet, 9 Mart)
ABD askeri yetkililerinin verdiği bilgilere göre, Rakka’da 3000 ile 4000 arası IŞİD militanı bulunuyor. Yönetici konumdaki bazı IŞİD’liler şehri terk edip Suriye ve Irak’ın farklı noktalarına dağılmışlar. Amerikalılar, Deyrizor’da IŞİD’in ciddi bir savaş hazırlığı yaptığını tespit etmişler. IŞİD’liler İslam Devleti’ni buraya taşıma ve burada sürdürme hazırlığı yapıyorlarmış. (ISIS Leaders Are Fleeing Raqqa, U.S. Military Says, New York Times, 8 March)
ABD askeri yetkililerinin verdikleri bilgilerden ve yaptıkları yorumlardan Rakka’dan sonra Deyrizor’u hedefleyecekleri anlaşılıyor. ABD askeri varlığının arttırılmasının asıl nedeninin bu bölgede yoğunlaşmak olduğu da giderek netleşiyor. ABD basınında, Silahlı Hizmetler Komitesi’nde soruyorlar, Rakka ne olacak? Yüksek bir olasılıkla, Rakka ABD askeri koruması altında Deyrizor’la birlikte Irak’taki Sünni bölgesini de içine alacak yeni Sünniistan devletinin çekirdeği olarak tasarlanıyor, eldeki veriler buna işaret ediyor.
Böylesi bir gelişmenin en fazla rahatsız edeceği unsurun da İran olacağı açık. İran çok yönlü bir kuşatma altına alınmak istenirken, Rusya tarafsızlaştırılmaya çalışılıyor. ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Nikki Haley, ABD’nin Cenevre’deki görüşmeleri, Mistura’yı ve BM sürecini desteklediğini belirtiyor ve ekliyor: “Siyasi çözüm için görüşmeler devam etmeli. Suriye artık teröristlerin sığınacağı liman olmamalı. İran’ı Suriye’den çıkarmamız gerekiyor.” (ABD: İran’ı Suriye’den çıkarmamız gerekiyor! Sol Portal, 9 Mart)
Trump yönetiminin Suudi Arabistan ve Bahreyn’e silah satışına ilişkin kararı onayladığı duyuruldu ve yeni savaş uçaklarının, güdümlü füzelerin bu ülkelere verilmesi süreci başladı. Bu silahlar ilk olarak Yemen halkına karşı kullanılmaya başlanacak. (Trump Administration to Resume Blocked Arms Sales to Saudi Arabia, March 9)
ABD yönetiminin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri yanlısı politikasının açık bir göstergesi olan bu onay, İran’a karşı savaşın cephelerinden biri olarak kabul edilen Yemen’de savaşın yoğunlaşacağının en belirgin işareti.
IŞİD’in Rakka ve Musul’da yenilmesi sonrasında Ortadoğu’nun çok daha geniş kapsamlı çatışmalara doğru sürüklenmesi yönünde işaretler giderek daha fazla artıyor. ABD’nin askeri varlığını arttırdığı alanlarda “terör örgütü” olarak kabul ettiği ve geriletmek istediği İran’a yakın olan gruplar var. Bu gruplarla olası karşı karşıya gelişlerde ABD’nin “terör listesini” anımsayıp bu gruplara saldırmasını, ya da koruyuculuğunu yapacağı “ılımlı Sünni” gruplarla Suriye yönetimi ve müttefiki gruplar arasındaki olası çatışmalara “koruyucu” olarak müdahalesini engelleyecek olan nedir?
Tüm bu gelişmelerin ortasında Tayyip Erdoğan’ın Rusya ziyaretine çıkmasından kısa bir süre önce, Türk Ordusu’nun Münbiç’te Suriye Ordusu’nu hedef aldığı ve Suriye Ordusu’na kayıplar verdirdiği haberi düşüyor.
Zamanlaması son derece manidar olan bu saldırının Tayyip Erdoğan’ı Putin karşısında son derece zor bir durumda bırakacağı aşikar. Bu saldırının ardından bakalım “Ortadoğu’nun Sultanı” bugün ne tür bir “yeni açılım” yapacak?
Bu saldırı, İran’a mesafe alması için Rusya’ya uygulanan basıncın bir parçası olma arzusunun ürünü müdür, yoksa “Ortadoğu’nun Sultanı’na” Putin’le daha fazla samimi olma, boyundan büyük işlere kalkışma uyarısı mıdır yakında anlaşılır…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.