OHAL’in 679 sayılı KHK’si ile işten atılan ancak direnmeye karar veren ve 8 Mart’a direnerek giren Betül ile, Kalkedon Meydanı’nda yaptığımız sohbetimize buyrun
Betül Celep; OHAL’in 679 sayılı KHK’si ile 6 Ocak’ta İstanbul Kalkınma Ajansı’ndaki görevinden ihraç edildi. Betül, ihracının ardından susmak, kabuğuna çekilmek, gitmek yerine direnmeyi tercih etti. İstanbul Kadıköy Kalkedon Meydanı’nda 20 Ocak’ta oturma eylemine başlayan Betül her gün saat 12.00-18.00 arasında kendisinin ve KHK ile işinden atılan herkesin sesi olmaya devam ediyor. Betül, Umut Sen’li, aynı zamanda iş yerinde sendika temsilcisi. Daha önce haksız yere işten atılan Avon işçilerinin direnişiyle dayanışma içinde olmuş. Şimdi ise orada öğrendiklerini kendisi için uyguluyor. 8 Mart’a direnerek giren Betül ile, Kalkedon Meydanı’nda yaptığımız sohbetimize buyrun…
Betül Celep: Oturamadığım bir oturma eylemi oldu aslında. “Oturma eylemi” diyorlar ama daha çok panayır gibi bir şey oldu; halaylı, sloganlı, şiirli.
Nasıl mı karar verdim? KHK açıklandığında evde oturuyordum. “KHK açıklandı” dediler, dedim ki “Herhalde bizim arkadaşlar yine atılmışlar.” Listeye baktığımda kendi adımı gördüm. Sonra uzunca bir süre güldüm. Zaten o an direkt bir şey söyledim: “Tabi ki direneceğim.” En nihayetinde haksız yere işten atılırsan direnirsin. Yani bunun başka bir yolu yoktur. Hukuki süreçler elbette kullanılır ama hem bu işverene bir biçimiyle sözünü söylemenin hem de hakkını savunduğunu göstermenin bir biçimidir.
Tamam benim işyerim devlet. Bunun adı da KHK. Öbür tarafta bir işveren bir işçiyi saçma sapan sebeplerden atıyor ve o direnme iradesini gösteriyorsa bir beyaz yakalı niye göstermesin?
Kendimi hiç yalnız hissetmedim, çaresiz hissetmedim, güçsüz hissetmedim hatta iyi hissettim. Bu bir ayrıcalıktı. Birçok insan bu süreçlerde yalnız kalıyor. Sonra başka kadınların hikayelerini dinlemeye başladım. Yine ayrıcalıklı olduğumu fark ettim. Sadece kendi adıma direnemezdim, tüm kadınlar adına direnmek zorundaydım. Onların sesi olmaya sokağa çıkamayan yalnız kalan KHK mağduru kadınların sesi olmaya talip oldum. Sonra kadınlarla, kadın örgütleriyle, benim ilişki ağlarım içerisinde ulaşabildiğim kadınlarla, KHK ile atılanlarla bir toplantı yapıp direnişin organizasyonu ve ne yapabileceğimizi konuştuk. Planlamayı yaptıktan sonra da 23 Ocak’ta başladık.
Ankara’da Nuriye Gülmen’in ardından sen bir direniş başlattın. Senden sonra da Düzce’deki kadın direnişi başladı. Sen bu etkileşimi nasıl değerlendiriyorsun?
Ben bunun muhteşem olduğunu düşünüyorum. Zaten korktukları şey tam olarak bu. Bu direnişin çoğalması, kalabalıklaşması. Burada bir kişiyken yan yana 30 kişinin gelmesi, aynı anda önlük giyinmesi falan. Çünkü bastırmaya çalıştıkları sesini kısmaya çalıştıkları 100 bin kişiden bahsediyoruz. Bunların birçoğu haksız yere işlerinden atıldı. FETÖ’cü olarak nitelendirilenlerin de birçoğu öyle. Bizim sesimizi kısmaya çalışıyorlar. Buradan geçen insanlara KHK’nin ne demek olduğunu bilmeyenlere anlatmamız bile devletin gözünde bir sorun. Bu direnişlerin çoğalıyor olması çok umut verici.
KHK ile atılanların sokağa çıkıp sesini duyurma, direnişe başlamaya karar vermesine teşvik etmede azıcık da tuzum olduysa, çok mutlu olurum. Bu direnişlerin yaygınlaşması ve büyümesi, aramızda bir dayanışma ağının kurulması gerektiğini düşünüyorum.
Zaten bana da o cesareti veren Nuriye’ydi. Tabi onların süreci polis şiddetiyle falan geçen bir süreçti. Hala da yaşamaya devam ediyorlar. Ama bu inatla, bu korkusuzlukla baş edemezler. O yüzden de direnişlerin büyüyeceğini, artacağını, buranın daha da kalabalıklaşacağını biliyorum. O yüzden çok mutluyum.
Evet, Emine var. Emine, araştırma görevlisiyken Munzur Üniversitesi’nden atıldı. Geçenlerde Türkiye’nin dört bir yanından gelen KHK mağduru kadınlar vardı burada. Kadıköylülere seslendiler. Giderken hepsine sordum “Nasıl hissediyorsunuz?” diye. Tekrar tekrar; “Yalnız değiliz, çaresiz değiliz. Biz bunu yeneceğiz” diyerek gittiler. Buranın büyüyeceğini biliyorum burası açık çağrılı bir yer. Haksız yere atıldığını düşünen bütün KHK mağduru kadınlara açık çağrı yapılıyor. Biz burada durmaya devam ettikçe geleceklerini tahmin ediyorum.
Bizim ajansın enteresan bir karakteri var. Çünkü Türkiye’de bir plazada yapılan ilk grevi biz yaptık. Ben o süreçte biraz aktifleştim. İlk başlarda çok dahil olmuyordum. Kendiliğinden oldu yine olan. Yönetimin bizi ciddiye almadığı bir tavır vardı ortada. Onlar da işveren sendikasına üye oldular. En sonunda içimiz şişti. Laftan anlamıyorlar, pazarlık edemiyorsun, bir şey yapamıyorsun, greve doğru sürükleniyorsun bir yandan. En sonunda arkadaşlara dedim ki; “Artık şu para, pul meselelerini falan bırakın, bu onur mücadelesine dönüştü, bizi insan olarak görmüyorlar.” Böylece greve çıktık kısmi de kazanım sağladık.
Bu darbe girişimine kadar ben son 2 yılda ajansta mobbinge uğramaya başladım. Sonrasında da işyerindeki haksızlıklarla hukuksuzluklarla ilgili susmamaya başladım. Benim ajans temsiliyetlerimin hemen hemen hepsi elimden alındı. Başka kurumlara toplantıya gitmek, ajansı temsil etmek falan gibi işlerim elimden alındı. İki yılda bir performans değerlendirmeleri yapılır ve benim değerlendirmelerim dibe vurmuş durumdaydı. Bir tanesinde; “TİS ve grev sürecinde gösterdiği coşkuyu iş hayatına yansıtmamıştır” yazıyordu. Utanmadan yazıyorlar bir de. Normal bir memlekette dava açsam kazanırım. Sonra ajansta angarya işler yapmaya başladım.
O zaman sendika temsilcisi olan arkadaşı işten attılar onun yerine ben seçildim. Kadınların doğum izinlerini konuşmaya başladım. Arkadaşlarla sürekli toplantı yapmaya, sendikayı bir biçimde yönlendirmeye başladık. Sonrası zaten malum; atıldım. Örgütlenmeden sonraki bütün mobbingler, sendika temsilciliği, sonra da susmamak, itiraz etme hakkını savunmak, bunlar sebep olmuştur diye düşünüyorum.
Burası çok iyi gidiyor. Bazen “Ben bir yanılsamaya kapılıyor olabilir miyim?” diyorum. Çünkü çok merkezindeyim yani dünya kendi etrafında dönüyormuş gibi oluyor. Soruyorum insanlara “Siz ne yaşıyorsunuz? Siz ne hissediyorsunuz? Nasıl görüyorsunuz?” diye. Ben direnişin büyüyeceğini biliyordum ama bir gün şok oldum ben. Şurada bir tane köpek yatıyor, o besleniyor, seviliyor. Bir tane altı buçuk aylık bebek gelmiş kahkaha atıyor orada. Zafer işareti falan yapmaya çalışıyor. 2 yaşında çocuklar yere oturmuş resim yapıyor. “Burada neler oluyor ya?” dedim. OHAL’deyiz, herkes çok mutsuz, karamsar, referandum vs. gidişatın böyle kötü olduğu bir memlekette şu kadarcık alanda hayat var. İnsanlar gülüyor, kahkaha atıyor, çay içiyor, slogan atıyor, şiir okuyor, halay çekiyor.
Bir tane amca gelmişti belki görmüşsünüzdür, yaşlı bir amca. Onun üçüncü uğrayışı buraya. Benim için bir şey yapmak için parçalanıyor amca. 70-75 yaşında Gazete Kadıköy’de haberin çıkmasına vesile olmuş muhtemelen. Heyecanla yanıma geldi “Haberini gördün mü?” dedi, “Görmedim” dedim. Çıktı gitti, opera binasından gazeteleri alıp getirdi. Sonra gelmiş gene diyor ki; “Betül haftasonu sen Beşiktaş’taki meydana git orada maç var, Beşiktaş Çarşı sana sahip çıkar. Orada sesini duyur.”
Betül bunu anlattığı sırada yanımıza biri geliyor, soruya canlı canlı yaşadığımız şu diyalogla yanıt alıyoruz:
-Merhabalar.
-Merhabalar. Biz de desteğe geldik. Kadıköy’lüyüm.
– Biz de tam bunu konuşuyorduk. Buradaki tepkiler nasıl? Kadıköy’lüler ne düşünüyor? Siz de bir şeyler söylemek ister misiniz?
-Görüyoruz, takip ediyoruz, bütün haksızlıklara, işten atılmalara karşı. Bu şimdi Betül Hanım’ın başına geldi yarın bir gün bizim başımıza da gelebilir. Onun için her zaman daha kötü olmaması için destek olalım, kalabalık olalım diye düşünüyorum. Bunun için ziyarete geldim. Moral verdiysek, destek olduysak ne mutlu bize.
Şimdi de biraz boş zamanım vardı 1-2 saat kadar. Akşam tweetinizi okudum ” Müdahale olabilir” diye. Ben de “Bir gideyim bakayım” dedim.
Öyle şeyler oluyor ki; vaktim olsa, her gün yazabilsem çok iyi olacak. Mesela bir tane çocuk geldi ODTÜ’de okuyor. Öğrenciymiş. Sosyal medyada görmüş; benim ODTÜ mezunu olduğumu duymuş o yüzden gelmiş. “Betül abla” dedi “Ya ben ne yapayım bilemedim. İki tane çikolata vereceğim ben sana” dedi. Böyle bir sürü acayip şey oluyor. Bu da bir tanesi olsun burada dursun…
8 Mart biz kadınların tarihsel miraslarını hatırladıkları ve buna sahip çıktıklarını cümle aleme gösterdikleri bir gün. Bu 8 Mart’ta KHK ile işinden edilmiş ve sokakta direnerek işini geri isteyen bir kadın olarak mesajım net. Evde, sokakta, fabrikada, plazada yani hayatın her alanında erkin hükmüne inat direnen kadınların mirasına sımsıkı sarılalım ve mücadeleyi, örgütlenmeyi ve direnişleri el birliği ile büyütelim! Canım kadınlar!
[Röportaj Ece Ünsal ve Sena Çenkoğlu tarafından Sendika.Org için yapılmıştır.]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.